Hesap Sorulmalıdır
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Bir gemi batar ve kaptanı sağ kalırsa sorgu suale çekilir, hesap verir. Suçu varsa cezası verilir. Bir uçak düşer, enkaz içinden ilk olarak karakutusu çıkartılır; soruşturma, sorgulama yapılır. Bir hükümetin kötü işleri görülür, hemen hesap sorulur, gerekirse başbakanı, bakanları yüce divana verilir. Bir askerî birlik yenilgiye mâruz kalır, kumandanları hesap verir. Velhasıl bu dünyada, sorumlulardan, üzerlerine bir yük ve emânet almışlardan, makam ve mevki sahiplerinden daima hesap sorulur. Onlar sürekli kontrol edilir.
İki yıldan beri islâmî kesimde büyük yenilgiler, gerilemeler, çöküşler, iflâslar görülüyor. Lakin bunların hesabı sorulmuyor. Kötü giden bütün işlere verilen cevap basittir:
– Efendim bizi bu hale Masonlar, Siyonistler, ateistler, din düşmanları getirmiştir, bizim hiçbir kabahatimiz yoktur.
Bu müdafaa, bu düşünce tarzı birtakım Müslüman rüesâyı, sorumluları, çobanları, kurmay sınıfı kurtarmaya, aklamaya yeter mi? Bence kesinlikle yetmez.
Birtakım ilgililer ve sorumlular uzun yıllar boyunca doğru dürüst çalışmamışsa, deli dana gibi hareket etmişse, hesapsız kitapsız işler yapmışsa, bunların sorumluluğunun Masonlara değil, bizzat o işleri yapanlara ait olması gerekmez mi?
Müslüman yığınlar içten ve dıştan sindirilmişler, pasifleştirilmişler, sorgulama yapamaz, hesap soramaz hale getirilmişlerdir.
Bir sürünün başına kötü bir iş gelirse, koyunlar kurtların hücumuna uğrarsa elbette bundan öncelikle çobanlar mes’ul olacaktır.
Son çeyrek asırda Müslümanlardan, hizmet ve faaliyet parası olarak katrilyonlarca lira, milyarlarca dolar toplandı. Halen de bütün hızıyla toplanmaktadır. Para toplama ihtirası o raddelere geldi ki, Kitab, Sünnet ve Şeriat tarafından hakikî şahıslara, öncelikle fakirlere verilmesi gereken zekât ve fitreler, kurban paraları bile bazı cemaatler tarafından toplanmaya başlandı. Bunca parayla ne gibi hizmetler ve faaliyetler yapılmıştır?
Türkiye Müslümanları binbir hakaret, tehdit, baskı, eziyet altında yaşarken; binlerce Müslüman kız öğrenci tesettürlü oldukları için üniversitelere sokulmazken, dindarların temel insan hak ve haysiyetleri ayaklar altında çiğnenirken; halktan büyük paralar toplayan dinî bir cemaatin Madagaskar’da veya Saint Helene adasında kolej açması doğru mudur? Yerinde bir iş midir? Akıllıca bir stratejiye, plana ve programa dayanmakta mıdır?
Müslümanların, islâmî hizmet ve faaliyet yapanları, islâmî hareketin başını çekenleri sorgulaması, bir nevi islâmî yüce divanlar kurulması, bazı şahısları ve toplulukları âmme vicdanının muhakeme etmesi gerekmektedir.
Türkiye’nin büyük medyasının yüzde kırkı Sabataycı cemaat tarafından kontrol edilmektedir. Yahudi cemaatı ileri gelenlerinden Harry Ojalvo’ya göre ülkemizde birbuçuk milyon Yahudi kökenli Türk bulunmaktadır. Bu iddianın doğruluğu tartışılabilir. Bizce Türkiye’de bilemediniz kırk-elli bin Sabataist vardır. Onların da hepsi “dönme” olduklarının bilincinde değildir. Zannımızca şuurlu, militan Sabataistlerin sayısı birkaç bini geçmez şu müslüman memlekette. Bu kadar küçük bir azınlığın veya cemaatin medyanın yüzde kırkını kontrol etmesi, kabinede bir bakana sahip olması akıllara şaşkınlık verecek bir hâdisedir.
Zahiren Türk görünen, hüviyet kartının din hânesinde müslüman olduğu yazılan gedikli bir köşe yazarı yıllardan beri dehşetli bir kinle İslâm’a ve Müslümanlara çatmakta; milletin din ve inanç hürriyetinin kısıtlanması konusunda akıl almaz fikirler ve teklifler sergilemektedir.
Bu yazarın anladığı laiklik şöyledir:
1. Anayasada göstermelik bir “Din ve inanç hürriyeti vardır” maddesi bulunacak.
2. Tatbikatta ise, halkın ezici çoğunluğunu teşkil eden müslümanların dinî eğitim yapması, din işlerini kendi istekleri doğrultusunda yürütme, inançlarına uygun bir hayat sürme hakları tanınmayacaktır.
3. Laik olduğunu iddia eden devlet, müslüman ana babalara kendi çocuklarını müslümanca yetiştirmek hakkını tanımayacak, onları resmî ideoloji dinine uygun bir eğitim vererek çağdaşlaştıracaktır.
4. Selanik dönmesi gedikli yazara göre, devletin din işlerine karışması, bir genel müdürlük seviyesinde resmî bir “Diyanet İşleri Bakanlığı”na sahip olması, müslümanların ruhanî reisini devletin âdi bir memur gibi seçmesi, tâyin etmesi, azletmesi, devletin şubeleriyle birlikte binden fazla İmam-Hatip okuluna sahip olması, ayrıca yirmiye yakın resmî ilahiyat fakültesi bulunması; bütün din görevlilerinin devlet memuru olması, bütçede trilyonlarca liralık bir Diyanet tahsisatı bulunması laikliğe aykırı değildir de, Müslümanların temel ve evrensel din ve vicdan hürriyetinden yararlanmaları laikliğe aykırıdır.
Kırsal kesim ve gecekondu kültürünün sebep olduğu âcizlik içinde Müslüman kesim, kendisine saldıran bu Sabataycıya gereken ilmî ve mantikî cevapları verememektedir.
“Yahu be adam sen bir Sabataistsin. Türklüğün ve Müslümanlığın zâhirdedir, satıhdadır, eğretidir. Sen, İzmirli haham, sahte mesih Sabatay Sevi’nin dinine ve cemaatine mensup bir vatandaşsın. Hangi hakla, hangi selâhiyetle bu milletin dinine, imanına, vicdanına, hakkına ve hukukuna saldırıyorsun?” denilmiyor.
Biz Müslümanlar, Hıristiyan ve Musevi vatandaşlarımızın dinî işlerine, patriklerine, hahambaşılarına, kiliselerine, havralarına karışıyor muyuz?
Fener Rum Ortodoks Patrikhânesine devlet el koysa, bundan sonra kilise teşkilâtını ben idare edeceğim, patriği ben seçeceğim dese yer yerinden oynar, dünya ayağa kalkar.
Sabataycıların bir tıp fakültesinde profesörlük yapan gizli bir hahambaşıları vardır. İstanbul’da benim bildiğime göre dört sinagogları bulunmaktadır. Hahamları vardır. Kendi aralarında evlenmekte, kendi dinlerine göre nikâh kıymakta, ölülerini Üsküdar’daki Bülbülderesi dönme mezarlığına gömmektedirler. (Son zamanlarda Zincirlikuyu mezarlığına da ölü gömmeye başlamışlardır.)
Biz Müslümanlar Sabataycıların din işlerine karışıyor muyuz? Karışmıyoruz. Ama bazı Sabataistler maalesef bu Müslüman millete düşmanlık etmekte, çoğunluğun dinine, imanına, temel haklarına saldırmaktadır. Bahaneleri de laikliktir. Böyle laiklik olur mu? Türkiye’de laiklik var mıdır? Türkiye’de devlet İslâm’ı kontrol etmekte, baskı altında tutmakta, din işlerini bildiği gibi idare etmektedir. Bu hal gerçek laikliğe aykırı değil midir?
Bugünkü uygulanma şekliyle bizdeki laiklik eski Sovyetler Birliği, Arnavutluk, uydu komünist devletler laikliği gibi ters ve çarpık bir laikliktir. Gerçek ve demokratik laiklikte devletin, müslüman çoğunluğun din işlerine karışmaması gerekir. Samimi iseler din işlerini müslüman cemaate bıraksalar ya. 12 Aralık 1998 Cumartesi