“Hiç Yoktan İyidir” Felsefesi
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 08 Şubat 2019
Pazar
Dindar, samimî, iyi niyetli Müslümanların son elli yıl içindeki faaliyetlerine, hizmetlerine, metodlarına, stratejilerine bakılınca; ilk önce hâfız, hoca, imam, vâiz, din hizmetlileri yetiştirmeye başladıkları, epey bocaladıktan sonra diğer ilimlere, fenlere, ihtisaslara yöneldikleri görülür.
On yıllar boyunca islâmî kesimin en zekî, en kabiliyetli, en imkânlı gençleri ya doktor oluyordu, ya mühendis. Sonra yavaş yavaş edebî, tarihî, sosyal kültürle ve sanatla ilgili branşlara, uzmanlıklara da ilgi duymaya başladılar. Ancak tıbbın, mühendisliğin, işletmeciliğin, çok para kazandıran mesleklerin yanında bunlar üvey evlât olarak kaldı. Artık sosyoloji okuyan Müslüman gençler var ama antropoloji okuyan var mı bilmiyorum.
Sanat tarihi ve sanat kültürü okuyan bir gencin, dindar babası tarafından reddedildiğini duydum. “Ben sana bu kadar emek verdim, bunca masraf ettim. Sen ise gittin, ne idüğü belli olmayan saçma sapan bir konuda yüksek tahsil yaptın, yazıklar olsun sana!..” demiş.
Müslümanlar epey hukukçu yetiştirdiler ama acaba hukuk mimarları yetiştirebildiler mi?
1940’lı yılların sonlarında, 50’li, 60’lı yıllarda islâmî hizmet ve faaliyetlerin başını genellikle “Hacıbeyler” denilen zengin tacirler, varlıklı işadamları çekiyordu. Din hocalığının, hâfızlığın, imamlığın dışında gençliği para kazandıran, zengin eden mesleklere yönelttiler.
Müslüman kesim elli yıl boyunca eğitim mesleklerini, öğretmenliği parlak bir iş olarak görmedi. Halbuki, Müslümanları kurtaracak, yüceltecek saha eğitim ve öğretmenlik sahasıydı.
Müslümanlar yeterli sayıda büyük, güçlü, vasıflı edebiyatçılar, tarihçiler, mimarlar, sanat kültürü ve tarihi uzmanları da yetiştiremedi.
1960’lı yıllarda bir gün bir zat ile, din okullarının kültür ve eğitim seviyesinin yetersizliği konusunda tartışıyorduk. Benim tenkitlerim hoşuna gitmedi ve “Hiç yoktan iyidir!..” diye bağırdıydı. İşte Müslümanları bu “Hiç yoktan iyidir” felsefesi batırmıştır.
Müslümanların son elli altmış yıl içinde hiçbir zaman dört başı mâmur, efradını câmi, ağyarını mâni bir stratejileri, plan ve programları, çare ve çözüm reçeteleri olmamıştır. Olsaydı, otuz küsur yılı “Ayasofya açılsın, başörtüsü serbest bırakılsın…” gibi ucuz, kolay, işporta işi sloganlarla heba ve ziyan ederler miydi?
İslâm dini, Ümmet-i Muhammed’in işlerinin istişare-danışma ile halledilmesini emrediyor. Kimlere danışılarak? Elbette ki, ehil, layık ve mutemen danışmanlara sorarak. Müslümanlar bu istişare, şûra emrine uymalıdır. Eline fırsat, imkân, vakıf, dernek geçiren herkes kendi kafasına göre hüküm verdi.
Bizim Amerika ve Avrupa ülkelerinin büyük üniversitelerinde talebe okutmaya otuz yıl önce başlamamız gerekirdi. Bu işi çok ihmal ettik, çok vakit kaybettik.
Kimleri, hangi gençleri okutmalıydık?
En zekî, en akıllı (zekâ ile akıl ayrı şeylerdir), en istidatlı, en kabiliyetli, karakteri en müsait, ruh soyluluğuna sahip, ileride ihanet etmeyecek, sapıtmayacak, para ve nefs esiri olmayacak, ihlâs ve istikametle hizmet edecek gençleri…
Parası ve imkânı olan kendi çocuğunu okutuyor, onun yetişmesi için yüz milyarlar, trilyonlar harcıyor. Peki, kendi çocuğunun istidadı yoksa ne olacak?
Evet son elli yıl içinde Müslüman kesim nice altın fırsatı ziyan etmiştir. Müslümanlar nice imkânı, nice enerjiyi, nice vakti boşa harcamıştır.
Müslüman yığınların hiçbir zaman ciddî bir siyasî kültürü olmadı. Olsaydı, futbol kulübü tutar gibi siyaset yaparlar mıydı?
Müslümanları mahveden şeyleri kısaca sayayım:
(1) Göçebelik zihniyeti, (2) Şifahî kültür ve zihniyet, (3) Kırsal kesim, gecekondu, varoş ve taşra zihniyeti, (4) İslâmî kültür ve genel kültür bakımından hem İslâm’ın, hem çağın gerisinde kalmış olmak, (5) İşleri, hizmetleri, vazifeleri ehil kimselere ve kadrolara vermemek, (6) Ucuz, kolay, basit, işporta işi çareler ve çözümlerle zorlukları halledeceklerini sanmak…
Müslümanlar dinî konularda bile gerekeni yapamamışlardır. Şu anda dindar kesimde yüze yakın hizip, fırka, klik mevcuttur; her kafadan bir ses çıkmaktadır. Aynaya bakmayan birtakım ilâhiyatçılar dinde reform ve yenilik yapılmasından yanalar. Kendi eksikliklerini, kısırlıklarını, cüceliklerini görmüyorlar da, dinde eksiklik görüyorlar. Cemalüddin Afganî gibi azılı bir Farmasonu ve yalancıyı Müslümanlara rehber, önder, üstad, imam olarak gösterenlerde akıl var mıdır?
Bazıları ictihad yapıyor ve meselâ altın ziynet eşyasının erkeklere haram olmadığına dair hüküm ve fetva çıkartıyor. A zavallı! Böyle bir ictihad, fetva ve ruhsat yanlıştır, hükümsüzdür. Farz-ı muhal doğru olsa bile böyle bir ictihadla neyi halledeceksin?
Nüfusu ve yüzölçümü kocaman Türkiye’nin onmilyonlarca Müslümanı içinde son elli yılda fikrî eserleri yabancı dillere tercüme edilmiş, uluslararası çapta şöhret ve itibar kazanmış bir tek düşünce adamı, mutasavvıf, filozof çıkmış mıdır?
Kendileri veya karıları Yahudi veya Dönme olan birkaç romancıya, ucuz ve kâzib şöhretler kazandırıldı, sesi olmayan bir operacı hatun için, o da Yahudiyyü’l-asl olduğu için epey reklâm yapıldı. Peki Müslümanlardan kaç âlim, fadıl, edib çıktı dünya çapında?
“Hiç yoktan iyidir” felsefesi batırır, bitirir. Hayat bir yarıştır, bir mücadeledir. İnsanlık ilimde, fende, hünerde, düşüncede, araştırmada müsabaka halindedir. Önde koşamazsan, birinci ligde oynayamazsan; vasıflı, güçlü, üstün oyuncular, müsabıklar yetiştiremezsen işin bitiktir.
Sadece bilgi, kültür, hüner, uzmanlık da yetmez. Onların yanında ahlâk, karakter, mürüvvet, ihlâs, istikamet de bulunmalıdır. Ahlâk ve fazilet olmazsa ortalığı din sömürücüsü canavarlar istilâ eder, saf Müslüman yığınları soyar soğana çevirir, hizmet yerine hezimet üretirler.
Vicdanları nasır tutmuş, kaşarlanmış kişiler bu yazdıklarımdan hoşlanmazlar, bir şey de anlamazlar. Gençlere hitap ediyorum: Parayı, zenginliği, bu yalancı dünyada rahat etmeyi, zevk ü sefayı, şöhreti, benliği bir kenara bırakın ve geleceğin İslâm kahramanları olarak yetişmeye bakın. Halka hizmet edin ama onlardan maddî ve manevî bir şey beklemeyin. Ücretinizi, bu dünyada değil, ebedî kalınacak olan âhirette Allah’tan bekleyin ve isteyin. Geçmiş asırlarda yaşamış ve gerçekten hizmet etmiş din büyükleri, din kahramanları öyle yapmışlardı. Dünya tuzaklarına, maddî zenginliğe, lüks ve konfor kuyusuna, nefs esaretine düşerseniz hizmet edemezsiniz. 13 Ocak 2003