Pazartesi

 

La Rochefoucault’nun Maximes (Vecizeler) kitabında okudum, şöyle yazıyordu: “Vücut için sağlık neyse, ruh için bilgelik (hikmet) odur.” Zamanımızda beden sağlığına dikkat ediliyor, bu uğurda büyük gayretler sarf ediliyor, büyük masraflar yapılıyor. Medeniyet ve hayat felsefesi bozuk olduğu için maddî sağlık korunamıyor. Tıp fakültelerinin, doktorların, hastahanelerin, ilaç fabrikalarının, eczahanelerin sayısı ve kapasitesi arttıkça hastalık ve hastalar daha fazla çoğalıyor.

Peki, maddî ve bedenî sağlığı korumak için bunca faaliyet, hizmet, gayret sarfedilirken, ruh sağlığını korumak için, yâni hikmet için ne yapılıyor? Bence hiçbir şey yapılmıyor.

Beden sağlığı için kaç tıp fakültesi var, hikmet için kaç fakülte var? Hiç yok.

Bşınız ağrıdı mı veya başka bir hastalığa yakalandınız mı, doktorlar, hastahaneler, eczahaneler hizmetinizdedir. Hikmete ihtiyacınız olunca onu temin edebileceğiniz bir yer, makam, merci var mı?

Dikkat ediyorum da, medyada, okullarda, üniversitelerde hikmet kelimesi ve kavramı hemen hemen hiç geçmiyor. Hikmeti dışlamışız, hikmete sırt çevirmişiz. Sonunda da bugünkü hale gelmişiz. Bugünkü halimizde ne mi var? Baksanıza genel bir dökülme, çöküş ve yıkım içindeyiz. Bundan daha kötüsünden Allah korusun. Siyaset batmış, bütün temel hizmet ve faaliyetler dejenere olmuş, hikmetsiz kötü idareden memleketin, halkın, devletin anası ağlamış.

Okullarda çocuklarımıza, genç nesillere öncelikle fen bilgileri, biraz da sosyal ve edebî kültür vermeye çalışıyoruz; onları da veremiyoruz. Liselerimizde yeterli miktarda cebir, geometri, fizik, kimya öğretilmiş olsaydı, üniversiteye gidecek gençler, ayrıca özel kurs ve dershanelere bir yığın para vermek zorunda kalırlar mıydı?

Biz çocuklarımıza nasıl hikmet öğretebiliriz ki, onlara bütün sosyal kültürün vasıtası ve âleti olan yazılı-edebî zengin Türkçeyi bile öğretemiyoruz. Yazılı-edebî lisan bilmeden cebir, geometri, fizik öğrenilebilir ama lisansız hikmet öğrenilemez.

Sığır gibi yiyip yiyip de aşırı şekilde semiren birtakım zenginler zayıflamak için doktorlara, özel kliniklere büyük paralar ödüyor. Birazcık hikmetleri olsaydı gerekenden fazla yemezler, perhize dikkat ederler ve şişmanlamazlardı.

Ehliyetli bir müteşebbis çıksa, özel hikmet dersleri verecek bir okul açsa, acaba öğrenci bulabilir mi? Hiç sanmam. Cahillerin, türedilerin, sonradan görmüşlerin, pozitivistlerin hikmete mikmete ihtiyaçları yoktur.

Eskiden halka, gençliğe hikmet öğreten ne çok dershane ve kurum vardı. Aile yuvaları genellikle bir hikmet okuluydu. Analar, babalar çocuklara, gençlere ellerinden geldiği kadar hikmet, görgü, edeb, erkân öğretirlerdi. Camilerde vâizler, dersiâmlar, kürsü hocaları isteyenin gelip dinleyebileceği hikmet dolu mev’izeler, dersler verirlerdi. 1950’li yıllara kadar devam eden bir Mesnevîhanlık kurumu vardı. Âlim, ârif, edib, zarif, kâmil hocalar, Monla-yı Rûm Mevlâna Celalüddin Rûmî kaddesallahu sırrehussami hazretlerinin Mesnevî’sinden kıssalar okuyup açıklarlar ve dinleyenler o hikmet hazinesinden nice cevherler devşirirdi.

Medreseler birer dârül-hikme idi. Tekkeler, hikmetli ve olgun insan yetiştirme merkezleriydi. Devlet başkanından küçük tâcire kadar herkes bir şeyhe, bir kâmil mürşide bağlıydı. Onun hikmetinden ve firasetinden yararlanırdı.

Ticaret ve iktisad hayatını kontrol ve tanzim eden loncalar, fütüvvet teşkilatı, ahîlik de halka hikmet nurlarını saçardı.

Zamanımızda pozitif ilimlerin yeterli olduğu sanılıyor, hikmete önem verilmiyor. Hikmetsiz pozitif ilim bir canavardan başka bir şey değildir. Nükleer enerjiyi bulur, bundan atom bombası yapar ve Hiroşima’nın ortasına atar, birkaç saniye içinde yüz bin insan buharlaşır can verir. İşte hikmetsiz ilim ve teknik budur.

Süpergüç Amerika’nın ilmi ve tekniği nisbetinde hikmeti olsaydı, dünya böyle mi olurdu?

Demokrasi deyip duruyoruz. Hikmetsiz demokrasi olmaz. Dört beş yılda bir seçim yapılacak, halk sandığa gidip kendi kafasına göre oy atacak ve böylece demokrasi işlemiş olacak… Böyle düşünenin ve sananın alnını karışlamak gerekir. Hikmetsiz demokrasi gerçek demokrasi değil, demokrasinin karikatürü ve müsveddesidir.

Beş yüz elli kişilik Meclis’te gerçekten hikmet, irfan, ehliyet sahibi kaç kişi vardır? Elli kişi çıkar mı dersiniz?

Peki bu hikmetsizlik gayyasında Müslümanların durumu nasıldır? Onlara Peygamberleri “Hikmet mü’minin yitiğidir, nerede bulursa alır” demiştir. Resûl-i Kibriyanın (Salat ve selam olsun O’na) bu buyruğuna uyuyorlar mı?

Şu halimize bakınız. Tefrika, fitne, fesat, nifak, şikak, cehalet, gaflet, enaniyet, çekişme, tepişme, cebanet ve daha bir yığın mezmum (kötü) ahlâk sergiliyoruz.

Dinimizin, fıkhın, Şeriat’ın temel prensiplerinden biri de “Def’-i mazarrat celb-i menâfi’den evlâdır” kaidesidir. Bugünkü fakir Türkçe ile “Bir zararın önlenmesi, uzaklaştırılması, bir menfaatin getirilmesinden yeğdir” demektir. Bu kural islâmî hikmetin temellerindendir. Biz son otuz yıl içinde buna dikkat ettik mi? Deli dana gibi, züccaciye dükkânına giren fil gibi bir sürü yanlış iş yaptık, ne kadar fincancı katırı varsa ürküttük; sonunda Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olduk; yağmurdan kaçarken doluya tutulduk. Başımıza gelen nice felaketlerden sonra uyandık, kendimize geldik mi? Ne gezer. Eski hamam eski tas…

“Kişi noksanını bilmek gibi irfan olamaz…” denilmiştir. Bu da önemli bir hikmet prensibidir. Şimdi noksanını bilen kaç kişi çıkar bu güruh-i lâ yüflihûn içinden? Çok bilmişler çok yanılırmış…

Ortayaşlılar, yaşlılar kaşarlanmıştır genellikle. Akıllı, iyi niyetli gençlere sesleniyorum: Her vasıtaya başvurun, ne yapıp yapın, kendinizi yerden yere atın ve mutlaka hikmet arayın, hikmet öğrenmeye çalışın. Doktor, mühendis, bilgisayarcı olmak o kadar zor değildir ama hikmetli bir insan, hikmetli bir Müslüman, hikmetli bir vatandaş olmak çok zordur. Hikmetsiz kalırsanız boşa yaşamış olacaksınız. 03 Eylül 2002