Hilâfet
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
CumartesiBütün dünya Katoliklerinin reisi, Roma’da Vatican devletinin başında bulunan Papa cenaplarıdır. Tibet Budistlerinin başkanı, halen Hindistan’da sürgünde bulunan Dalai Lama’dır. Bu zat Nobel kazanmıştır. Anglikan kilisesinin başı, İngiltere’deki Canterbury başpiskoposudur.
Türkiye’de 2500 Rum kaldı ama, Haliç kenarındaki Fener semtinde Rum Ortodoks Patrikhanesi ve onun başında bir patrik vardır. Sayıları resmen 25 bin görünen, gerçekte ise daha az olan Yahudi vatandaşlarımızın bir Hahambaşıları bulunmaktadır. Türkiye Süryanilerinin de bir Patriği vardır. Gregoryen Ermenilerin patriği Kumkapı’daki tarihî patrikhane binasında oturur.
Ülkemizde dört ayrı Mason teşkilâtı vardır. Onların da kendilerine mahsus Üstad-ı Azam’ları başkanlık koltuklarında oturmaktadır.
Velhasıl dinî olsun veya olmasın her zümrenin, cemaatin, topluluğun bir başkanı bulunur. Uçakların kaptan pilotu, gemilerin kaptanı, fabrikaların müdürü, vilayetlerin valileri ve belediye başkanları vardır.
Başkanlık işi sadece insanlara mahsus değildir. Arı kovanlarında “Arı beyi”, karınca kolonilerinde karıncaların kraliçesi olur. Kümesin reisi horozdur, göç eden kuş sürülerinin bile bir başkanı vardır.
Bu durum 1924’e kadar Müslümanlar için de geçerliydi. Türkiye Müslümanlarının ve İslâm dünyasının bir Halifesi bulunuyordu. Ümmetlerin, cemaatlerin, dinî grupların başlarına ruhanî bir reis seçmeleri, onların hem hakkı, hem de vazifesidir. Böyle bir şeyin lâikliğe zıt tarafı yoktur. Temel ve evrensel insan haklarına ve hürriyetlerine de uygundur.
Bazıları, “Efendim İslâm dininde hilâfet, dinî başkanlık diye bir şey yoktur” diyor. Diyorlar ama yanlış konuşuyorlar. İslâm dinine ait bilgiler hangi kaynaklardan öğrenilir? Elbette ki, muteber ve güvenilir din kitaplarından. İslâm dünyasında dinî başkanlık konusunda iki ana görüş vardır:
Ehl-İ Sünnet Görüşü: Müslümanların, başlarına bir imam, emîr, yahut halife seçmeleri vacibtir. Sünnî dünyasında din başkanlığı usûle ait bir mesele değildir. Değildir ama vâciptir, zarurîdir.
Şîa’nın Görüşü: Onlar katında imamet dinin esaslarındandır. Peygamberden sonra hilâfet ve imamet Hazret-i Ali’ye, Ehl-i Beyt’e aitti, hakları yendi. On ikinci imam gaip olmuştur, zuhur edecektir derler. Şiîler, Sünnîlerin seçtiği ve biat ettiği Halifeye biat ve itaat etmezler.
Geçenlerde Hilâfet konusunda iki internet sitesini tedkik ettim. Merkezleri ABD idi. Biri Hilâfete son derece taraftardı, diğeri ise aleyhinde idi, “İslâm’da öyle bir müessese yoktur” şeklinde propaganda yapıyordu. Bu ikinci tezin taraftarları bizde de vardır.
Bundan yetmiş beş yıl kadar önce Mısır’da bir zat İslâm ve hakimiyet konusunda bir kitap yazıp yayınlamış, İslâm’ın siyasetle, dünyevî hakimiyetle ilgisi yoktur demiş ve Ezher uleması tarafından red ve tekfir edilmişti.
Hilâfet, imamet, din başkanlığı çeşitli açılardan ele alınabilir.
Dinî açıdan: Vâciptir, zaruridir, lüzumludur.
Akıl Ve Hikmet açısından: Her dinî cemaatin ve milletin bir ruhanî reisi var da, Müslümanların niçin olmasın?
Lâiklik açısından: Rum, Ermeni, Süryanî patrikleri, Musevî hahambaşısı, Mason Üstad-ı Azamı lâikliğe aykırı olmuyor da, Müslümanların imam-ı kebiri mi oluyor?
Din, İnanç Hürriyeti açısından: Bütün medenî, hür, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş, temel insan haklarına saygılı ve riayetkâr ülkelerde dinî cemaatlerin teşkilât kurmalarına, başkan seçmelerine izin veriliyor.
Bazı demokrat ülkelerde devlet başkanlığı ile din başkanlığı birleştirilmiştir. Demokrasinin beşiği olan İngiltere’de böyledir. Orada hükümdar olan zat aynı zamanda millî kilisenin, Anglikanlığın da başkanıdır. Böyle bir birlik ve başkanlık demokrasiye, medeniyete, ilerlemeye mâni değildir, aykırı değildir.
“Bizde Diyanet İşleri Başkanlığı bulunmaktadır. Binaenaleyh Müslümanların başkaca bir reise, ruhanî lidere ihtiyaçları yoktur” diyenler çıkabilir. Onlara söylenecek çok şeyler vardır. İslâmî riyasetin bağımsız olması gerekir. Bizdeki Diyanet, umum müdürlük seviyesinde bir devlet müessesesidir. Reisi hükümet seçmektedir. Reisin üzerinde bir devlet bakanı vardır. Böyle bakanlardan biri 60’lı yıllarda “Diyanet Reisini istersem kolundan tutup atabilirim” demişti. Diyanet’in ve reisinin birçok önemli konularda ses çıkartma hakkı ve imkânı yoktur. Türkiye’de siyaset, dinî inançlara, ibadetlere, kurumlara karışmaktadır. Din ile siyaset arasında çekişme vardır.
Rumlar Fener’deki patrik için “Ökümenik Patrik” tâbirini kullanırlar. Yani evrensel patrik. Müslümanların da evrensel ve bağımsız bir din başkanına ihtiyaçları olduğu çok açık bir gerçektir.
İslâm dininin Türkiye’ye tarihin hiç bir devrinde zararı dokunmamıştır, aksine çok faydası ve desteği görülmüştür. Zaman zaman bazı sahte ve ham dindarların yaptıkları yanlış işler dolayısıyla İslâm dinini suçlamak akla, vicdana, mantığa aykırı bir iş olur.
Hilâfet konusunda bazı ateist, Sabataist, militan lâik vatandaşların ve okur-yazarların olumsuz fikirleri ve görüşleri olabilir. Bir ülkede fikir ve görüşlerde çeşitlilik olmasından daha tabiî ne olabilir? Lâkin din hürriyeti konusunda, dinî teşkilât ve riyaset konusunda önümüzde kocaman bir medenî dünya vardır. Papa vardır, patrikler vardır, ruhanî liderler vardır, Mason Üstad-ı Azamları vardır. Başkalarına verilen hakların Müslümanlara da verilmesi gerekir.
Dindar Müslümanlar Türkiye’yi, bu ülkeyi, bu halkı, bu devleti herkesten fazla sevmektedir. Hakikî bir dindar çalmaz, çırpmaz, rüşvet almaz, haram yemez. Kirli, pis, haram, necis işlere karışanlar hakikî dindar değil, sahte ve yalancı dindarlardır.
İslâm dini çok büyük bir güçtür. Bu dine mensubiyet insanlara ve milletlere şeref verir, şan verir. İslâm’a hizmet edenler, İslâm’ı yaşayanlar izzet bulur.
Netameli bir konuda fikir ve görüşlerimi beyan ettim. İnşaallah sürç-i lisan etmemişimdir. Ettikse affoluna… 08 Temmuz 2001