Son on yıl içinde devlet, halk ve ülke olarak Türkiye’ye en büyük iyiliği emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök Paşa’nın yapmış olduğunu düşünüyorum.

Paşa, öldürülme tehlikesini göze alarak darbe teşebbüslerini akamete uğratmış, sevgili Türkiye’mizi biiznillah büyük bir felaketten kurtarmıştır.

İç barış, sosyal mutabakat, huzur ve adalet taraftarı her Türkiyeli’nin Hilmi Paşa’ya teşekkür ve minnet borcu vardır.

Paşa defalarca suikast tehlikesi atlatmıştır. Diken üzerinde oturmuş, ülkenin beş büyük bürokratından biri olmasına rağmen, öğle yemeklerini, zehirlenmemek için evinden sefertası ile getirmek zorunda kalmıştır.

Darbeciler onu bertaraf edebilmek için memuriyetini yapamayacak derecede hasta olduğu yalanını yaymışlar uyduruk bir raporla makamından indirmek istemişler, o da bu asılsız iddialara F-16 uçağına binerek, denizaltı ile iki saat su altında seyir yaparak cevap vermiştir.

Genelkurmay Başkanlığı dönemi son derece fırtınalı geçmiş, entrikalar birbirini takip etmiştir.

Paşa Allah’ın korumasına mazhar olmuştur.

Halk yığınları bu gerçekleri bilmez, işin içyüzünden bîhaberdir.

Bu konu ile ilgili tafsilat yazacak değilim. Sadece şu hususu, kalp gözleri açık erbab-ı irfana çıtlatmak isterim.

Hilmi Paşa’nın devletimizi, halkımızı, vatanımızı darbe felaketinden koruması; Gavsü’l-Azam Seyyid Abdülkadir Geylanî hazretlerinin kerâmetidir. Mâlum olduğu üzere, evliyaullahın kerâmâtı Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya hazretlerinin mucizelerinin devamı mahiyetindedir.

Mucizeler ve kerametler Allah’ın yaratması ve hikmetiyle olur.

Ülkemiz bir evliyalar vatanıdır. Topraklarımızda, i’lâ-i kelimetullah için buralara gelmiş kimisi savaşırken şehid olmuş, kimisi hastalıktan veya başka sebepten vefat etmiş sahabeler, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn yatmaktadır. Türkiye coğrafyası evliya kabir ve türbeleri ile doludur. Şehirlerimizin değişmez mânevî vâlileri vardır.

Gerek Hazret-i Sıddîk’a, gerekse Hazret-i Haydar-ı Kerrar’a ulaşan icazetleri olan tarikatlarımız, şeyhlerimiz, dervişlerimiz ve onların muhibleri ülkemizde bir mâneviyat ve ruhaniyat ordusu oluşturur.

Seyyid Abdülkadir Geylanî Efendimiz hazretlerinin de ülkemizde hayli seveni, bağlısı bulunmaktadır.

Günlük gazeteler, tv kanalları bu gerçek üzerinde durmazlar, onların gündeminde ne şeriat vardır, ne tarikat, ne de hakikat.

Türkiye coğrafyasında tarikatsız, tasavvufsuz bir İslâm düşünülemez.

Bu coğrafyada, İmana, İslâm’a, Kur’ân’a, Sünnete, Şeriata, hakikate en büyük hizmeti Allah’ın izniyle tarikat ve tasavvuf mensubu büyük ve seçkin mü’minler ve onların bağlıları yapmıştır. Sa’yleri meşkur olsun.

Hiçbir Müslüman, tarikat ve tasavvufa girmeye zorlanamaz. Tarikat ve tasavvuf mensubu olmak bir nasip meselesidir, büyük bir devlettir, ihtiyarîdir.

Tarikat ve tasavvuf boyutuna sahip olmayan sevgili iman ve din kardeşlerimiz, bu konuda dillerini tutsunlar ve Vehhabîlerin, selefîlerin, aktivistlerin, teröristlerin propagandalarına kapılarak sûfîlik aleyhinde konuşmasınlar.

Türkiye’de tarikat, tasavvuf, sûfîlik düşmanlığı yapmak İslâm’a ve Ümmet’e zarar verir.

Bizim çok dikkat edeceğimiz tek husus, tarikatların ve tasavvufî faaliyet ve hizmetlerin Şeriat-ı garra-i Ahmediyyeye yüzde yüz uygun ve mutabık olmasıdır. Bu husustaki ölçüleri de, aşırılığa kaçan ehl-i bid’atten değil, Ehl-i Sünnet ve Cemaat ulema ve fukahasından öğrenip almalıyız.

Abdülkadir Geylanî, Ahmed er-Rufaî, İmamı Rabbanî, Hasan eş-Şâzelî, Muhyiddin Arabî, Mevlâna Celalüddin Rûmî, Aziz Mahmud Hüdâî, Emîr Sultan, Hacı Bayram Velî, Şaban-ı Velî ve daha binlerce tarikat ve tasavvuf evliyası bu ümmet-i merhumenin (Allah’ın rahmetine nail olmuş ümmetin) medar-ı iftiharıdır. Onlar hidayet rehberleridir, onlar Tevhid bayraktarlarıdır, onlar Resulullah’ın vekil, vâris ve halifeleridir. Onlar bizler için güzel, iyi, doğru örneklerdir.

Onlar zülcehaneydir. Hem şer’î ve zahirî ilimlerde icazetleri vardır, hem de mâneviyat ve irfan sahasında mücîzdirler.

Tarikat ve tasavvufa bağlanmak, evliyaullahı ve gerçek şeyhleri ve mürşidleri sevmek kuru lafla olmaz. Onları sevenler itikadlarını tashih etmekle, beş vakit namazı dosdoğru kılmakla, cemaat ehli olmakla, mâruf ile emr münkerden nehy etmekle, nefislerini terbiye etmekle, Muhammedî ahlakla ahlaklanmakla, büyük ve küçük cihad etmekle, yeryüzünde Allah’ın şâhitleri, Resulullah’ın gönüllüleri olmakla mükelleftir.

Tarikat ve tasavvuf ehli iki kutsal bağ ile bağlıdır.

Birincisi Allah ile ezelde yapmış olduğu ahd ü misak bağı.

İkincisi Resulullah efendimize olan biat ve itaat bağı.

Kul olmak itibarıyla sûfî bir Müslümanın hatâları, günahları, ayıpları olabilir ama o asla bir fâsık-ı mutecâhir, bir fâcir-i mütecâhir olamaz, yani Şeriatın yasak etmiş olduğu şeyleri halkın ortasında utanmadan, çekinmeden, hayâ etmeden açıkça ve küstahça işleyemez. Böyle bir hal kişiyi daire-i itaatten çıkartır, daireyi isyan ve tuğyana atar.

Türkiye Müslümanları iki ateş arasında, örs ile çekiç beyninde kalmıştır. Bir tarafta zâlim ve amansız harbî ve militan din düşmanları, öbür tarafta din sömürücüleri.

Tarikat ve tasavvuf erbabı Allah’a karşı ihlâslı, mahlukata karşı adaletlidir. Kendisinde ihlas ve adalet olmayan kişi sofu ve sûfî gibi görünse de aslında kızıl bir münafıktır.

Dünya tuzağına düşen, parayı en büyük değer ve put haline getiren, lüks ve sefih bir hayat süren kişi tarikat ve tasavvuf ehli değil, tarikatçı müsveddesidir.

Evliyaullahın ruhaniyetleri üzerimize sâyeban (gölgelik) olsun.

Evliyaullah Allah’ın dostlarıdır. Allah’ın rızasını kazanmak, yardım ve keremine mazhar olmak isteyenler O’nun dostlarını sevsinler. Nasipsizler dillerini tutsunlar. (Dakika, zengin Türkçe’de ince ve derin fikir, mülâhaza, nükte demektir. Çoğulu dakaiktir.)

(İkinci yazı) BOZUK TOPLUM

Roma İmparatoru Marcus Orelius “Atımın ayaklarındaki nallardan birinin bir mıhı (çivisi) eksik olsa bütün Roma imparatorluğu bozuk demektir” demiş.

Bendeniz de diyorum ki:

İstanbul’da otobüste veya tramvayda 18 yaşındaki taş gibi delikanlı oturarak seyahat ederken 70 yaşındaki ihtiyar kimse veya hasta biri ayakta seyahat ediyorsa bütün Türkiye bozuktur.

Yeni nesillere ahlak ve karakter terbiyesi veremeyen eğitim utansın.

Çocuklarına görgü kurallarını öğretmeyen aileler utansın.

Zaman zaman Millet meclisi çatısı altında bayağı ve âdi konuşmalar ve kavgalar yapanlar utansın.

Müstehcen yayın yapanlar utansın.

Bir toplum sadece parayla, refahla, iktisatla, bina ile, yol ile, teknoloji ile ilerlemez, yükselmez.

Bütün beşerî faaliyetlerde esas olan ahlaktır.

Ahlakı bozuk olan bir toplum, çok zengin de olsa batmaya mahkumdur.

Büyüklerine hürmet etmeyen, küçüklerine şefkat ve merhametle muamelede bulunmayan bir toplum Müslüman bir toplum değildir.

Müslüman toplumda insan insanın kurdu değil, meleğidir.

Görgüsüz bir toplum lüks evlerle, lüks mobilyalarla, lüks giysilerle, lüks otomobillerle medenî olmaz.

Ahlâksızlık, terbiyesizlik, görgüsüzlük eşittir vahşilik, barbarlık, yamyamlık, sırtlanlık, domuzluk, eşeklik.

İnsan sadece bilgiyle olgun olmaz. Bilginin yanında iki şey daha lâzım ve zarurîdir:

Birincisi yüksek ahlak ve yüksek karakter.

İkincisi güzellik, sanat, incelik, zarafet.

Genç nesiller mürüvvetli yetiştirilemiyorsa,

Genç nesiller fütüvvetli değilse,

Bir toplumun fertleri birbirlerine mücamele (güzel ve centilmence ilişkiler) ile bağlı değillerse,

O toplum yüksek binalar inşa etse de, otoyollarda rüzgâr gibi yol alsa da vahşi, görgüsüz, medeniyetsiz bir toplumdur.

Otobüste, tramvayda, metroda “Lütfen yaşlılara, özürlülere, hamile hanımlara yer verelim…” yaftaları asılıysa o toplum hastadır, o toplum iyi eğitim almamıştır, o toplum görgüsüzdür.

Türkiye’yi görgüsüz bir toplum haline getirenler utançlarından yerin yedi kat dibine girseler yeridir. 27 Ocak 2010 Çarşamba