Pazartesi

 

Ayaklarımızın altındaki vatan toprağı gizlice, sinsice oyuluyor da haberimiz yok. Türkiye’de Hıristiyan nüfus yüzde bir bile değil, onlar da yüzde doksan İstanbul’da yaşıyor. Peki, hiçbir Hıristiyan vatandaşı barındırmayan şehirlerimizde niçin eski kilise harabeleri restore ediliyor, yeni kiliseler yapılıyor?

Avrupa’da camiler inşa ediliyormuş, bizde de kilise yapılabilirmiş… Bu cevap hiç de tatminkâr değildir. Çünkü Avrupa şehirlerinde yapılan camiler, oralardaki Müslümanların ihtiyacı için yapılıyor.

Hiç Müslüman bulunmayan bir Avrupa şehrinde tabiî ki, cami yapılmıyor. Çünkü Müslüman yok, ihtiyaç yok.

1980’li yılların sonlarına doğru Ankara rejiminin imzaladığı “Avrupa Mimarlık Mirası Sözleşmesi” ileride başımıza çok dertler ve felâketler getirecektir. Bu sözleşmeye göre ülkemizdeki bütün eski kilise harabeleri tamir ve restore edilecek, eski tâbirle müceddeden Hıristiyan mâbedi haline getirilecektir.

Yapılsın, ne olacak?.. Yapılsın ama Hıristiyanlık dünyası Anadolumuzu tekrar bir Hıristiyan yurdu yapmak emelinden bir gün bile vaz geçmemiştir. Bunu asla unutmamamız gerekir.

Türkiye hudutları içindeki eski kiliseler ihya ediliyor; peki Türkiye meselâ Yunanistan’da kalmış eski camilerin ihyası için çalışıyor mu, gayret gösteriyor mu? Maalesef hayır. Bırakın camiler için çalışmak, Balkan ülkelerine gidip de dinî hizmet ve faaliyetler yapan gayretli Müslümanları “bizimkiler” baltalamaktadır.

1970’e kadar Batı Trakya’da İslâm kimliği hakimdi. Ankara bununla mücadele etmiş, dinî kimliği erozyona uğratmak için elinden gelen her şeyi yapmıştır.

Komünistlik yıkıldıktan sonra Balkan ülkelerine geniş bir din hürriyeti gelmiş, bundan oradaki Müslüman ve Türkler de yararlanmaya başlamış, bizden giden bazı cemaat mensupları din okulları, Kur’ân kursları açarak çalışmaya başlamışlardı. Bazı ülkelerdeki Türkiye temsilcileri bu faaliyet ve hizmetleri gericilik olarak görmüşler, merkezden aldıkları emir ve talimat gereğince oralardaki hükümetlere “Bunlar ülkemiz ve devletimiz aleyhinde faaliyette bulunmaktadır, engellenmelerini istiyoruz demişlerdir.

Bir buçuk sene önce birkaç dostumla birlikte Yunanistan’a gezmeye gitmiştim. Eksik olmasın Gümülcine’de bir hoca bizi gezdirmişti. Oradaki Türkiye temsilcisi, daha sonra bu hocayı çağırtmış ve “Yahu sen ne yaptın gezdirdiğin o Şevket Eygi Yunan casusudur” diye bir iftira atmış. Ben Yunan casusu değilim ama o hezeyanı savuran adamın Sabataycı olması kuvvetle muhtemeldir.

Biz yine kiliseler meselesine dönelim. Ülkemizde şimdiye kadar kaç kilise tamir edilip açılmıştır? Şu anda süren daha kaç kilise vardır? İleride kaç kilise tamir edilecektir? Bu soruların cevapları öğrenilmeli ve millete duyurulmalıdır.

Resmî merciler şu sorulara da cevap vermelidir?

İçinde hiçbir Hıristiyan vatandaşımızın yaşamadığı şehirlerde niçin kilise yapılmaktadır? Bu binalar ne işe yarayacaktır? İleride buralara Hıristiyan nüfus getirilmesi mi düşünülmektedir?

Bu kilise tamirlerinin masrafları bizim devletimizin bütçesinden mi çıkıyor, yoksa başta ABD olmak üzere Avrupa ülkeleri mi yardım ediyor?

Yanlış anlaşılmasın, ben din hürriyetine, toleransa taraftar bir Türkiyeliyim. Ancak din hürriyeti konusunda eşitlik ve mütekabiliyet bulunması gerekir. Müslümanlar çeşitli baskılar altında ezilirken cayır cayır kilise tamiri yapılıyor, işte bunu kabul edemem.

Hıristiyanlığın ilk bin yılında Anadolu bir Hıristiyan ülkesiydi. Sonra Türklerin eline geçti ve Müslümanlaştı. 1924’te Lozan Andlaşması’nın mübadele (nüfus değiş tokuşu) maaddesi gereğince bizde Rum nüfus Yunanistan’a, oradaki Türk nüfus Anadolu’ya gönderildi ve Türkiye’de Hıristiyan, İstanbul’dakiler müstesna hemen hemen kalmadı. Peki şimdi bu kiliseler işi nereden çıktı? Bu meselenin arkasında hangi güçler vardır? Ne gibi dolaplar dönmektedir?

Kökenleri Yunanistan olan Türkiyeliler tekrar Yunanistan’a dönmek istemiyor ama Yunanlılar tekrar Anadolu’ya gelmek istiyor.

Erivan vaktiyle bir İslâm şehriydi, şimdi Ermenistan’ın başkentidir ve sanırım artık orada Müslüman nüfus yoktur. Biz Erivan’ı istemiyoruz ama Ermenistan Türkiye’nin bir bölümünü istiyor.

Türkiye şu anda elbette ki, ülkesine Hıristiyan nüfus kabul etmez. Ancak bir Üçüncü Dünya Savaşı’nın fırtına ve tufanı içinde böyle bir şeyi önlemeye gücü yetmeyecek hale gelebilir.

Komşumuz Ermenistan, Türkiye’nin bugünkü sınırlarını kabul etmiyor. Bu yüzden de o devletle bizim devletimiz arasında iyi münasebetler kurulamıyor. Erivan’da Türk elçiliği, Ankara’da Ermeni elçiliği yok. Niçin? Bizim onlardan toprak istememiz yüzünden mi? Hayır, onların bizim bütünlüğümüzü kabul etmemeleri yüzünden.

Kürt meselesini kışkırtanlar siyonistler ve misyonerlerdir. Uyurgezer Türkler “Kürdistan Yahudileri” diye bir mesele olduğundan habersizdir. İsrail’in uzun yıllardan beri Türkiye’deki Kürt hareketini desteklediği, desteklemenin ötesinde planladığı da bizde pek bilinmez.

Bir kısım Kürdistan Yahudileri İsrail’e göç etmişlerdir. Bir kısmı da bizde kalmıştır. Bunlar kendilerini Yahudi olarak gösteremez, halis Kürt ve Müslüman olarak gösterir. Müslümanlık perdesi altında da bildiklerini okurlar.

Yunanistan harıl harıl Pontus meselesi üzerinde çalışıyor. Onlar Samsun’dan Hopa’ya kadar olan Doğu Karadeniz bölgesinde Rumluğu, Elenliği tekrar ihya etmek istiyor. Onlarca dernek, vakıf, enstitü Pontus için çalışıyor, araştırma ve yayın yapıyor. Yunanlı uzmanlar, tarihçiler, Pontusçular Doğu Karadeniz şehirlerine sık sık geliyor. Bunlardan biri tek başına şimdiye kadar kırktan fazla Pontus seyahati yapmıştır. Türkiyeliler içinde de kendilerine yandaşlar taraftar bulmuşlardır. Bazı Karadenizli çocuklara burs verip Yunanistan’da okutuyorlarmış. Peki biz bu faaliyetleri biliyor muyuz? Gereken tedbirleri alıyor muyuz? Uyurgezerler ne bilir, ne de tedbir alır.

Ben insaflı bir insanım. Çocukluğumda ’40’lı, 50’li yıllarda) İstanbul’da 120 bin Rum vatandaş yaşıyordu. Şimdi 2 bin civarında Rum kalmıştır. Bunlara ne oldu? Niçin vatanlarından kaçmak zorunda kaldılar. Onların kabahatleri var mıydı? Onların kaçıranların kabahatleri ne kadardır? Tarihçilerin, araştırıcıların bunları incelemesi, ciddî kitaplar yazması gerekmez mi? Yazımın başındaki uyarıyı tekrar ediyorum: Ayaklarımızın altındaki toprak sinsice oyuluyor! 19 Şubat 2002