Hırsızlık
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Perşembe
Mikropsuz bir dünya düşünülemeyeceği gibi hırsızsız bir dünya da düşünülemez. Yeryüzünde insan oldukça hırsızlık da olacaktır, fuhuş da, bir sürü başka alçaklık da. Önemli olan, hırsızlığı ve diğer suçları yüzde yüz kaldırmak değil, onları frenlemek, elden geldiği kadar önlemeye çalışmak, işlendikleri takdirde, emsaline ibret-i müessire olacak şekilde tenkil etmek, cezalandırmak, yüzde nisbetini en aşağıya çekebilmektir.
Bugün Türkiye’yi kasıp kavuran en tehlikeli ve tahripkâr hırsızlık türü devleti, halkı, ülkeyi, âmmeyi soymaya yönelik büyük hırsızlıktır. Bu hırsızlık yaygınlaşmış, genelleşmiş; devletin ve ülkenin temellerini çatırdatan dehşetli bir âfet haline gelmiştir.
Hiçbir medenî, ileri, hukukun üstünlüğünü tanımış, dengeli ve sağlıklı ülkede bizdeki kadar büyük hırsızlık yapılmıyor, yapılamıyor.
Bizim ceza kanunumuz da hırsızlığın her türünü yasak ediyor. Ediyor ama ceza hukukunun iki vazifesi vardır. Birincisi, öngördüğü cezalarla, suçlulara uygulanmasıyla suçları önlemek, suç işlenmesini işlemekten caydırmak. İkincisi: Suç işlendiği takdirde öyle bir ceza vermek ki, toplum ve başkaları için ibret verici bir örnek olsun; suç işleyeni hakkıyla cezalandırsın, hırsız adaylarını caydırsın. Bizde bu ikisi de yok.
Kodaman ve kocaman herifin biri milyonlarca dolarlık büyük bir hırsızlık, çalıp çırpma, banka boşaltma işi yapıyor. Bin zahmet tutuklanıyor. Henüz yedi sekiz ay yatmışken, mahkemesi daha bitmemişken tahliye ediliyor. Sebep? Kanunun öngördüğü en fazla hapis cezası müddeti dolduğu için…
Bizdeki cezalar hırsızları vaz geçirecek, caydıracak kadar ağır değildir. İnfaz sistemimize göre üç sene hapis cezası yiyen, bir sene yatınca çıkıyor. Adam yüz milyon dolar vurmuş, en kötü ihtimalle bir sene yatar çıkarım diyor.
Sosyal bakımdan sağlıklı, dengeli bir ülkede zaten hırsızlık yaygın değildir. Böyle ülkelerde mahkemeler işsiz, cezaevleri ıssız olur. Suç, istisnaîdir.
Eskiden küçük şehirlerde, köylerde kapılar genellikle kilitlenmezdi. Kapılarda iki çivi olurdu. Birine bir sicim bağlıydı. İçeridekiler bir yere giderken sicimi öbür çiviye dolayıverirlerdi. Biri geldiği zaman, kapının iple bağlı olduğunu görür, evde yoklar derdi.
Eskiden komşular evlerinin anahtarlarını komşularına emanet ederlerdi. Ezan okununca dükkancılar, kapının önüne bir sandalyayı eğik olarak koyar câmiye giderlerdi.
Zamanımızda hırsızlık korkunç şekilde arttı. Eminönü Zeytinburnu tramvayında beş dakikada bir Türkçe ve İngilizce anons yapılıyor. “Sayın yolcularımız, ceplerinize ve cüzdanlarınıza dikkat ediniz” diye. Ne acı, ne ayıp!
Son yıllarda çoğu kadın olmak üzere, otomobilli kapkaççılar tarafından nice vatandaş öldürüldü. Kaldırımın kenarından dalgın şekilde yürüyen zavallı kadının çantasını kapıyorlar, bırakmak istemiyor yahut bırakamıyor, yerlerde sürükleniyor, başını taşlara çarparak feci şekilde can veriyor. Bu kapkaççı itler nasıl bir ortamda yetişmişlerdir? Onlara din ve ahlâk terbiyesi verilmemiş, ne kadar kötülük ve serserilik varsa, dolaylı şekilde veya doğrudan doğruya telkin edilmiştir. Hırsızlık yapmasın da ne yapsınlar?
Son yıllarda fuhuş da el altından çok teşvik edildi. Karadeniz vilâyetlerimizden birinde, fuhuşla mücadele etmesi gereken biri, otellerde fuhuş yapılmasına gizlice izin vererek, bu kötülüğe göz yumarak ayda yirmi beş bin dolar kazanmış. Sovyetler Birliği battıktan ve sınırlar açıldıktan sonra ülkemize binlerce Nataşa geldi ve halkımızı perişan etti.
Hırsızlık, dar mânâda başkasına ait bir malı aşırmak demektir. Ancak geniş mânâda nice haksız kazanç da bir nevi hırsızlıktır. Adam bir yere memur olarak girmiş. Çalışmıyor, aydan aya geliyor ve maaşını alıyor. Bu da bir hırsızlıktır. Mahatma Gandi, “Aşram’a Mektuplar” adlı kitabında, ehil olmadığı bir işi ve memuriyeti kabul etmeyi de hırsızlık sayar.
Belki kanunda hırsızlık sayılmıyor, başka bir suç olarak kabul ediliyor ama ihalelerden yüzde on komisyon almak, bire yaptırılacak işi bin türlü dalavere ile ikiye yaptırtmak da bal gibi hırsızlıktır.
Küçük hırsızların onda biri, yüzde biri yakalanıyor. Büyük ve üst tabaka hırsızların binde biri, hamamın namusunu kurtarmak için tutuluyor. Diğerleri çaldıkları milyarlarca dolarlık devlet, millet, ülke servetini domuzlar gibi yiyor.
Çankaya Köşkü’ndeki krizden sonra birtakım dev firmalar bir gecede döviz spekülasyonu ile milyarlarca dolar vurmuştur. Bu da hırsızlık değil midir?
Adam gangster bir medyacı, borsa ile ilgili bir sürü güdümlü ve yönlendirici haber ve yorum yayınlıyor ve sonra tokadı vuruyor. O da hırsızdır.
“Ben partiye yirmi senedir hizmet ediyorum, canla başla destekliyorum. Geri zekalı oğluma iyi bir iş verilsin” diyen baba da hırsızdır.
Hırsızlar, toplum denilen bir vücuttan çıkar. Bozuk, dengesiz, sağlıksız toplumlar bir sürü hırsız, sürülerle suçlu yetiştirir.
Büyük hırsızlardan biri tahliye edildi. Taraftarları onu yüzlerce otomobille, davul zurnalar çalarak yollarda göbek atarak, “Yaşa var ol nur ol!” diye haykırarak karşıladı. Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş.
Müslüman, hırsızlık yapmaz. İslâm Şeriatı hırsızlara karşı çok ağır cezalar öngörmüştür. On binde, yüz binde bir, bir Müslüman hırsızlık yaparsa o “Hırsız bir Müslümandır” ve kendisine asla itibar edilmemesi gerekir.
Birtakım kodaman adamların akılları durduracak efsanevî servetleri var. Bir milyar dolar gibi astronomik rakamlardan söz ediliyor. Peki bu adamlar bu korkunç servetleri helal kazançlarla, çalışıp çabalayarak, ticaret yaparak, sanayi sahasında mal üreterek, çeşitli iktisadî hizmetlerle mi kazanmışlardır? Yoksa, hırsızlıkla mı, soygunla mı, tokatlama ile mi? 10 Mayıs 2002