Hırsızlık
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
SalıHırsızlığın yaygınlaşması, genelleşmesi bugünkü Türkiye’nin mâruz bulunduğu büyük âfetlerden biridir. Temel, evrensel, transandantal ahlâk “Çalmayacaksın!” diyor. Bütün dinler “Çalmayacaksın!” diyor. Bir ülkede din ve ahlâk ile mücadele edilirse hırsızlık, çalma elbette umumî bir hale gelir.
Geçen sene, bir yazımda, okul müdürlüğünün velilere gönderdiği bir tâmimden paragraflar alarak, ülkemizin en büyük ve zengin okulunda hırsızlık vak’alarının çoğaldığını yazmıştım. Hiçbiri fakir olmayan, babalarının çoğu trilyoner olan bu çocuklar niçin hırsızlık yapıyorlardı?
Hırsızlıkla iki türlü mücadele edilir.
Birincisi: Bu suçun işlenmesini önleyici tedbirler alınarak. Dindar ve ahlâklı insanlar yetiştirilir. Onlar, ölseler yine hırsızlık yapmazlar, başkasının malını çalmazlar. Hırsızlığı önleyebilmek için, bu suça verilecek cezaların yeteri kadar ağır olması lazımdır. Bu ağır cezalar hırsız namzetlerini (adaylarını) korkutur ve suç işlemekten vaz geçirir.
İkincisi: Buna rağmen yine de hırsızlık yapanlar çıkarsa, onlara asla acınmaz ve topluma ibret-i müessire olacak şekilde tecziye ve tenkil edilirler (cezalandırılır ve tepelenirler).
Bugün ülkemizde hırsızlık dolaylı şekilde teşvik ve himaye görmektedir. Maddecilik, hedonizm, zevk u sefa felsefesi, mülkiyeti reddeden ideoloji ve doktrinler açıkca veya sinsice aşılanıyor.
Suudî Arabistan’da (hac zamanında dışarıdan gelen bazı kötü niyetli sürüngen hırsızlar dışında) hemen hemen hırsız ve hırsızlık kalmamıştır. Niçin? Çünkü o ülke Şeriat’ın hırsızlıkla ilgili ahkâm-ı münciyesini (kurtarıcı, selamete çıkartıcı hükümlerini) tâviz vermeden uygulamaktadır.
Küçük hırsızlar yakalanırsa hemen mahkemeye ve oradan cezaevine; büyük hırsızlara ise en geniş tolerans ve dokunulmazlık… Böyle bir ikili standart bir ülkeyi, milleti ve devleti batırır. Asr-ı Saâdet’te, yüksek tabakaya mensup, Kureyş kabilesinden bir kadın hırsızlık yaparken yakalanmıştı. Birtakım şefaatçiler, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimize gitmişler, “Asil ve yüksek tabakadan olan bu kadını afv buyurunuz” demişlerdi. Resûl-i Kibriya Efendimiz (Salat ve selâm olsun O’na) “Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapacak olsa, onun da elini kestiririm” cevabını vermişti.
Bugün Türkiye cezaevleri küçük hırsızlarla doludur. Türkiye’nin lüks, ihtişamlı, şaşaalı, israflı, fısk u fücurlu büyük otelleri ve restoranları da büyük, iri, yüksek tabaka hırsızlarla ve gangsterlerle doludur.
Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efraz
Birkaç kuruşu mürtekibin cây-ı kürektir.
Emanetleri ehline vermeyenler de bir çeşit hırsızlık yapmış olurlar. Hukuk, ahlâk, din “Emanetleri ehline vereceksin!” diye emrediyor. Emanet hainleri ise onları ya kendilerine, yahut yoldaşlarına, hizipdaşlarına, fırkadaşlarına, akrabalarına veriyor. Emanete hıyanet edildi mi, bir ülke batmaya başlamıştır, batmaktadır, batacaktır.
Düzen particilerinin şu zihniyetine bakınız: “Ben bu partiye senelerce hizmet ettim, iktidara gelince elbette yiyeceğim, birtakım imkanlardan istifade edeceğim…” Faziletli bir Müslüman böyle düşünür mü? Siyasî partiler yeme, yararlanma, götürme, hortumlama vasıtası değil; hizmet etme vasıtasıdır.
Bir insanın dindar olup olmadığı sadece namaz kılmasıyla, oruç tutmasıyla anlaşılmaz. Dindarlık konusunda en büyük mihenk taşı, para ve menfaat ile olan muamele ve münasebetlerdir. Herif namaz kılıyor ama, dini imanı para ve çıkardır. O alçak asla dindar değildir. Herif İslâmcı görünüyor ama, emanete hıyanet etmektedir, emanetleri ehil olmayan kimselere üleştirmektedir. O adam da dindar değil, fâsık ve bozuktur.
“Bu düzen bozuktur, böyle bir düzende hırsızlık, yolsuzluk, yamukluk yapmak, gayr-i meşru yollardan gelir temin etmek câizdir. Hem Müslümanın güçlü olması gerekir. Ben de güçlenmek için haram para topladım…” Bu felsefe bir Müslümana yakışmaz. Bu, eşekçe, kâfirce, câhilce bir felsefedir.
Herif sözde tarikatçi bir Müslüman, tereyağı ve bal ticareti yapıyor. Anadolu’dan topluyor, İstanbul’da satıyor. Hâlis yağ ve bal diyor satarken. Görenler anlattı: Büyük bir teknenin içine getirdiği yağları koyuyor, onların üzerine haşlanmış patates püresi ilave ediyor, bir güzel yoğuruyor. Böylece yağ çoğalmış oluyor ve bu gaşşaş herif aklınca çok para kazanmış oluyor. Böyle tarikatçılık, böyle dervişlik olur mu? Bu sahtekâr, insanları kandırıyor ama Allah’ı kandırabilir mi?
Her Müslüman kafasına iyice yerleştirsin ki, yalan karışan ticaret haram olur. Dükkanının vitrinine “Nefis döner bulunur” diye yazıp da gerçekten nefis döner satmayanın kazancı haramdır. Döneri nefis değilse, sadece “Döner bulunur” diye yazacaktır.
Şeriat, kusuru olup da müşteriye o kusur söylenmeden satılan maldan elde edilen gelir ve ticareti de haram kılıyor.
Haram para, hırsızlık parası ateştir. Günahkârlar, cehennem ateşlerinin odununu dünyadan getirirmiş.
Hırsızlıkların en iğrenci din ve mukaddesat âlet edilerek yapılandır.
İslâmî hayır hasenat, hizmet, faaliyet paraları din eğitimi, fakirlere yardım, cihad, i’lâ-i kelimetullah için harcanmalıdır. Biz hizmet edeceğiz, bize para verin, bizi destekleyin deyip de, topladıkları büyük meblağların bir kısmını zimmetlerine geçirenler yok mu, işte onların Mahkeme-i Kübra’da hesap vermeleri çok zor olacaktır.
Meşru şekilde hak etmediğin bir çöpü bile almayacaksın. Ehil olmadığın bir emanete asla tâlip olmayacaksın, teklif edilirse kabul etmeyeceksin. Helâl, bereketli, uğurlu az kazancı; haram, şüpheli, şâibeli, necis bol kazanca tercih edeceksin. Senin için, şükrünü eda edebileceğin az mal ve kazanç, şükrünü eda edemeyeceğin ve seni azdıracak, kudurtacak çok maldan daha hayırlıdır.
“Biz İslâmcıyız, canımız ne isterse yaparız! diyenler kendilerini ne sanıyor? Gerçek Müslüman çalmaz, Şeriata aykırı yollardan gelir ve kazanç elde etmez, emanete hıyanet etmez, emaneti ehil olana verir.
Sözde dindar bir öğrenciden bahsettiler, tam altı yerden burs alıyormuş. Öğrenci mi, burs bezirgânı mıdır bu velet?
Sağcı solcu, dindar dinsiz, şu veya bu kesimden bütün hırsızlara, hortumlayıcılara, götürücülere lânet olsun. Dindar geçinen hırsızlara ve hortumlayıcılara daha fazla lânet olsun. Çünkü onlar, dinimize ve mukaddesatımıza gölge düşürüyor. 25 Ekim 2000