Çarşamba

Bir memlekette hırsızlık yapmamak büyük bir fazilet sayılıyorsa o memleket batmış demektir. Ahlâklı ve faziletli bir toplumda hırsızlık yapmamak fazilet değil, çok normal ve tabiî bir şeydir.

Bir ülkede çalmak, soymak, talan etmek, hortumlamak yaygın ve genel hale gelmiş ve binde bir nisbetinde olan çalmayanlar parmakla gösterilir olmuşsa, o ülkeye acımak, vah vah demek gerekir.

Peki çalmamak fazilet değil de, nasıl olmak fazilettir? Rahmetli Adnan Kahveci, milletvekillerine yapılan maaş zammına ve kıyak emekliliğe karşı çıkmıştı. Zam ve kıyak emeklilik kabul edilince gereken makamlara dilekçe verdi ve zamları almadı, ölümünden sonra vârisleri kıyak emeklilikten yararlanmadı. İşte bu hareket ve davranış fazilettir. Yoksa, zam kanunu Meclis’te müzakere edilirken ucuz bir muhalefet edebiyatı yapıp, kabul edildikten sonra da yan cebime koyun diyenlerin yaptığı fazilet değil, tam aksine rezilet ve redaattir.

Bizim edebiyatımızda fazilet ile ilgili en güzel hikâye Ömer Seyfeddin’in “Pembe İncili Kaftan” adını taşıyan hikâyesidir. Her Türkiye’li, bilhassa her Müslüman bunu okumalıdır.

Hırsızlık, soygun, haram yeme bütün dinlerde, bütün ahlâk sistemlerinde, bütün nizamlarda yasaktır. Sovyetler Birliği ateist bir ideoloji temeli üzerine kurulmuştu ama orada da çalmak yasaktı.

Hırsızların en alçağı ve rezili, hem İslâmcılık taslayan hem de hırsızlık yapan, hortumlama yoluyla dev servetler devşiren adamdır. Diğer hırsızlara bir lânet edilirse böylesine bin lânet gerekir.

Hem hırsızlık yapan, hem de ahlâklı ve faziletli geçinen kişiler azılı ve katmerli münafıklardır.

Aç kalıp bir parça ekmek çalan fakir, hasta annesine ilaç almak için küçük hırsızlık yapan muhtaç kişi bir dereceye kadar affedilebilir ama kendi ülkesini soyan politikacı, bürokrat, iş adamı asla affedilemez.

Yüce Allah Kendisine karşı işlenen günahları affedebilir ama kul hakkını affetmez. Sadece denizde şehid olanların üzerlerindeki kul hakkını affeder, o hakkı da Kendi hazinesinden verir.

Küçük hırsızlar sürüngen mahluklardır. Evlere, işyerlerine girer, para edecek eşya, mücevher çalar. Böyleleri bir ülkeyi yıkmaz.

Büyük hırsızlar ülkeyi, devleti, halkı batırır ve bitirir. Kimdir büyük hırsızlar?

– İhalelerden yüzde on komisyon alırlar.

– Bire yapılacak memleket, devlet, belediye işini ikiye yaptırırlar, aradaki farkı bölüşürler.

– Bankaları, büyük müesseseleri soyup iflas ettirirler, faturasını devlet ve millet öder.

– İşe fakir başlarlar, beş on sene içinde yüz milyonlarca dolarlık, bazısı milyar dolarlık haram ve şâibeli servetlere sahip olurlar.

Benim çocukluğum kırsal kesimde geçti. Yaz aylarında yaban domuzları tarla ve bahçelere girerler, yedikleri kadar yerler, yemediklerini de çiğneyerek, ezerek ortada sağlam hiçbir şey bırakmazlardı. Halk onların şerlerinden geceleri ateş yakar, sabaha kadar boş tenekelere vurarak gürültü çıkartırdı. Büyük hırsızlar aynen o domuzlar gibidir. Bütün vatan sathını dümdüz ederler, hasıra çevirirler.

Ülkeyi, devleti, halkı soyan büyük hırsız çetelerinde başlıca şu gruplardan haydutlar vardır:

1. Politikacılar, 2. Büylük bürokratlar, 3. Büyük işadamları, 4. Büyük medyacılar.

Onlar beş on milyara para demez, böyle küçük rakamlara tenezzül etmezler. Vurdu mu en az on milyon dolar, yüz milyon dolar götürürler. Zaman zaman da milyar dolarlık tokatlar atarlar.

Büyük vururlar ama masrafları da büyüktür. Amerika’da, İngiltere’de, Güney Fransa’da köşkleri vardır. Yabancı devlet bandrasıyla denizleri köpürten yatları vardır. Kimisinin özel jet uçakları vardır. Onlar sadece seks, yemek, şatafat masrafları için her yıl milyonlarca dolar saçıp savurur.

Seküler, çağdaş, terakkiperver ideolojilere bağlı bulunan büyük hırsızlar, yüz milyonlarca, milyarlarca doları götürürken “Laiklik elden gidiyor… Şeriat tehlikesi tırmanıyor… Atatürkçülük elden gidiyor…” diye feryatlar kopartır, sürmanşetler atarlar.

Hırsızlık yapan sahte İslâmcılar ise “Din elden gidiyor!” diye bağırırlar. Rivayetler değişiktir ama gaye birdir: Vurmak, tokatlamak, soymak, talan etmek, haram yemek.

Öyle adamlar, canlar ciğerler var ki, milletvekili olmak için trilyonlar harcıyor. Bu kadar masrafı niçin yapıyor? On mislini kazanmak için. Bazen de yüz mislini…

Cumhuriyet tarihinin en kirli, en şâibeli politikacısı şu anda ne yapıyor? Geleceğin başbakanı olmak için bin türlü entrika ve kulis yapıyor. Zavallı Türkiye!

Birtakım büyük hırsızlar kurtulmak, paçalarını sıyırmak için beş milyon, on milyon dolar paralar veriyor. Kime, kimlere veriyor? Devlet teşkilatı içinde sırları bilenler var, onların hazırladıkları dosyalar var ama ne sırlar açıklanıyor, ne de dosyalar gün ışığına çıkartılıyor.

Geçmiş yıllarda şaibeli adamın birini Yeşilköy havaalanında VİP salonuna almamışlar. Adam ateş püskürmüş, bağırıp çağırmış ve hemen büyük şehirlerimizden birindeki yüksek bir tepeye telefon etmiş, o yüksek tepeden emir gelmiş, VİP salonunun kapıları açılmış ve şaibeli adam pür tantana, pür velvele içeri girmiş, bir koltuğa oturmuş. Tabiî böyle olacak. Biz imtiyazsız, sınıfsız bir toplum değil miyiz?

Bu memlekette bütün faziletlerin, bütün ahlâkî yüksekliklerin, bütün güzellik ve iyiliklerin kaynağı İslâm diniydi. Bu yüce dine savaş açtılar. Bir yandan militan ve azgın din düşmanları, öbür taraftan münafık ve soytarı din sömürücüleri korkunç tahribat yaptı ve sonunda iflas ettik, battık, bittik. Hırsızlar, yıkıcılar, batırıcı ve bitiriciler ibret aldılar mı? Ne gezer. Her iki uğursuz zümre de eski alışkanlıklarına devam ediyor.

Allah’tan ümit kesilmez ama aklımızı başımıza toplamazsak çok büyük felaketler, belalar, azablar, âfetler geleceğinden korkuyorum. 03 Eylül 2001