Salı

 

Allah bir kimsenin basiretini bağlamasın. Bakar ama görmez… Yine bir kimsenin kulağı tıkaçlanmasın. İşitir sanırsınız, işitmez… Hele kalpleri mühürlenenler, onlar yok mu, hiç ibret almazlar, hiç yola gelmezler.

Cenâb-ı Hak bu ülkeyi, bu devleti, bu halkı; gözleri perdelenmiş, kulakları tıkanmış, kalpleri mühürlenmiş kişilerin şerlerinden muhafaza buyursun.

Türkiye parçalanıyor… Parçalanmış, küçültülmüş, kuşa çevrilmiş Türkiye’nin çeşit çeşit haritaları yayınlanıyor, adamların kılları bile kıpırdamıyor. Gemi su alıyor… Umurlarında değil. Korkunç bir ihtirasla menfaat ve ikbal peşinde koşuyorlar.

Merhum Şeyh Sami Efendi Hazretleri bir sohbetinde şöyle söylemiş: “Riyaset hubbu (başkan olma hırsı) cinsel şehvetten üç yüz altmış derece şiddetlidir.” Bazıları şöhret için yanıp tutuşuyor. Şöhretin iyisi kötüsü olmaz… Şöhret olsun da nasıl olursa olsun…

Kimileri ciğerpârelerinin gelecekleri için çılgınca çalışıyor. Yahu bir adama bir mesken yeter, bunca köşkü ne yapacaksınız? Bundan bin sene önce Konstantiniyye’de ne ihtişamlı, ne muazzam köşkler vardı. Yerlerinde yeller esiyor. Bizimkiler nasihat masihat dinlemezler. İlle de mal, ille de mülk, ille de zenginlik. Bir gün gelecek çok kötü şekilde uyanacaklar, iş işten geçtikten sonra.

Be adam!.. Sülâlenden senden sonra gelecek yedi kuşağa yetecek mal ve servet toplamış bulunuyorsun. Lâkin bir türlü doymuyorsun. Bir vâdi dolusu malın olmuş, sen ikinci vadiyi istiyorsun. Peygamber (salât ve selâm olsun O’na) senin gibiler için “Onların gözlerini toprak doyurur” diyor.

Bazıları biliyorlar mı ki, haklarında kocaman kocaman dosyalar hazırlanıyor. İçlerinde bin çeşit belge ve bilgi var. Bu dosyalar derin donduruculara konuyor. Vakti merhunu, günü gelince çıkartacaklar. Biliyorum

“Bizde de onların dosyaları var”

diyecektir bazı hinoğluhinler. Dosyalar, atom bombaları, nükleer füzeler gibidir. Punduna getirip ilk atan kazanır.

Büyük medya dönen dolapları biliyor. Şu anda yazmıyorlar. İleride yazmayacaklarına dair elinizde garanti var mı? Zaten “Tencere dibin kara… Seninki benden kara…”

27 Mayıs 1960 ihtilalinde Ankara’daydım. Fecir vakti radyoda marşlar çalınmaya başladı. O tarihte televizyon yoktu. Kabine üyelerini, Meclis Başkanını, iktidar partisi milletvekillerini, büyük bürokratları topladılar. Ankara Büyük Postanesi’nin yakınında duvarlara kâğıtlar asmışlardı.

Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun servetinin dökümünü yapıyorlardı.

Halkın büyük kısmı bunlara inanmadı, inanmadı ama yine de olan oldu.

Zavallı Adnan Menderes’in hiçbir açığını, hırsızlığını, haram ve gayr-ı meşru servetini bulamadılar. Bulamadılar ama yine de astılar.

Menderes’in gölgesinde ülkeyi idare eden asıl adam, başbakanlık müsteşarı

Ahmet Salih Korur

idi.

Hem başbakanlık müsteşarıydı, hem de masonların Üstad-ı azamıydı.

Yassıada mahkemesinde fazla bir cezaya çarpılmadı,

iki sene hapisle kurtuldu.

Konuyla ilgisi yok, ben bu satırları niçin yazıyorum?.. Neyse biz yine sadede gelelim.

Özetle şunları söylemek istiyorum:

  • Köşeyi dönmenin de kendine göre kuralları vardır. Frensiz şekilde aşağıya doğru inenler sonunda parçalanırlar.
  • Şehrin en gözde bir yerinde, imara kapalı bir bölgede kendin ve yakınların için büyük bir arsa kapatıyorsun, etrafını çeviriyorsun ve köşkler inşa edeceksin. Şimdilik ses çıkaran olmaz, lakin günün birinde öyle bir saldırırlar ki feleğini şaşırırsın.
  • Koskoca bir kurumda vaktiyle tâyinler bir zatın adamlarına verilmiş, hem tâyin yapmışlar, hem darphane gibi para kesmişler. Şu anda bu konuyu kimse kurcalamıyor. Pek yakında kurcalayabilirler.
  • İsrail ve ABD, Ortadoğu’da çok kötü duruma düşecekler, güçlerini yitireceklerdir. Onlara dayanan bazıları o zaman ne yapacaktır?
  • Mahdum Bey, maaşallah prensler gibi hayat sürüyor. Birkaç yıl içinde dehşetli zengin oldu. Köşkler, yazlıklar, kışlıklar, saraylardaki gibi lüks mobilyalar, efsanevî kazançlar. Böylesi Hindistan mihracelerinde bile görülmemişti. Bu gidişat hep böyle devam eder mi? Muhalif rüzgârlar esince ne yapacaklar?

    Kurumun ve başındakinin ismini veremeyeceğim. Bir gün tepesi atmış ve “Yahu, ben ne korkunç bir bataklığa düşmüşüm” demiş. Be mübarek, çekil, bırak git! Gidemez, bataklığa düşmüştür bir kere. O gitmek istese, bataklık bırakmaz.

    Medya yazmıyor ama ona paralel bir fısıltı medyası var. Kontrolsüz, denetimsiz bir medya. Haberleri, rivayetleri doğru mu, yanlış mı bilemiyorsunuz. Biri on mu götürmüş, yüz mü götürmüş, bin mi götürmüş; o da belli değil. İşte bu medya gece demiyor, gündüz demiyor durmadan haber üretiyor. Onun acımasız ve amansız çarkları içine düşenlere acıyorum.

    Ülkemizde çeşit çeşit âbideler var. Bir tane de

    “Saçı bitmedik yetimler”

    abidesi yapılsa. Dev bir anıt… Ağlayan bîkes fakir bir çocuğu temsil ediyor. Çanakkale Şehitliklerini akın akın ziyaret ettiğimiz gibi

    “Saçı Bitmedik Yetimler”

    anıtını da ziyaret etsek. Orada ağlasak, göğsümüzü yumruklasak, saçımızı başımızı yolsak…

    İyi Müslüman

    Müslüman olmakla iş bitmiyor… İyi Müslüman olacaksın… İyi Müslüman iyi insan demektir. İyi vatandaş demektir. İyi komşu, iyi âmir, iyi memur, iyi tâcir, iyi öğretmen, iyi öğrenci demektir. Komşusuna eziyet eden, zarar veren bir kimse Müslüman olabilir ama asla iyi Müslüman olamaz. Asık suratlı, yalancı, haram yiyen, söz verip yerine getirmeyen, eli ve diliyle insanlara kötülük edip zarar veren, ticarette yamukluk yapan, senedini vâdesinde ödemeyen, çek yazıp çeki boş çıkan, müşteriyi kandıran ve aldatan, bir malı kusurunu söylemeden satan, müşteriyi ikna etmek için yemin eden kimseler Müslüman değil, Müslüman müsveddesi veya karikatürüdür. Dört hak fıkıh mezhebinden birinin kurucusu olan

    İmamı Şâfiî efendimiz

    şöyle buyurmuşlardır: “Asıl fazilet (üstünlük), düşmanın şahadet, kabul, tasdik ve teslim ettiğidir.” Yani faziletli Müslüman o kişidir ki, bir gayr-i müslim bile onun hakkında “Bu adam gerçekten çok doğrudur, çok iyidir, çok dürüsttür, çok iyilikseverdir” diyebilsin, onun ahlâkını övsün, faziletlerini kabul etsin. İyi Müslüman o kimsedir ki, bir dinsiz onun hakkında “Bu adam biraz gericidir, tutucudur ama son derece doğrudur, ona yüzde yüz güvenebiliriz” der. Onun arkasından “Bu adam dindar geçinen bir sahtekârdır, deveyi hamuduyla yutar… Yalan söyler… Ticarete hile karıştırır… Ona asla güvenilmez…” gibi sözler söyleniyorsa o adam (Eğer aleyhinde söylenen sözler doğruysa) iyi Müslüman değildir ve kendisine itimad edilmez, onun ipiyle kuyuya inilmez. Ne mutlu iyi Müslüman, iyi insan, iyi vatandaş olanlara. 27 Aralık 2006