Cumartesi

Dini imanı para olan düşük karakterli ve ahlâksız adamların din temsilcisi olmaları doğru değildir. Böyleleri hizmet etmezler, hezimete sebebiyet verirler. Din ulvîdir (yücedir), ona ancak yüksek ahlâklı, yüksek karakterli, ruh asaletine sahip insanlar hizmet edebilir.

Benlik de çok kötü bir şeydir. Nefs-i emmâresine put gibi tapan adamdan da din hizmetlisi ve temsilcisi olmaz.

İslâm yardımlaşma dinidir. Sahip olan, olmayana verecektir. Camiler sadece namaz kılma mekânları değil; ilim, kültür, sosyal yardım merkezleridir. Mahallede, köyde, semtte muhtaç, fakir, hasta, perişan insanlar cami imamı, cemaati tarafından tesbit edilecek ve onlara yardım yapılacaktır.

Kimsesiz ihtiyar bir kadın sefalet içinde yaşıyor ve ensesi kalın Müslüman komşuları ilgilenmiyor. Böyle Müslümanlık olur mu?

Hakikî fakirler iffetlidir, utangaçtır, arsızlık yapmazlar, istemezler. Onlar dilenci değildir. İmkanı ve serveti olan Müslümanların onları arayıp bulmaları ve ihtiyaçlarını görmeleri gerekir.

Ey aç gözlü, obur herif! Lüks lokantaya gidiyor ve en pahalı yemekleri sığır gibi yiyorsun. Öte tarafta fakir fukara halk geçim sıkıntısı içinde bunalıyor. Zekatınla, zekat dışı yardımlarla onlara niçin destek olmuyorsun?

Kudsî hadîste, Cenab-ı Hakk’ın şöyle buyurduğu rivayet ediliyor: “Ey kulum! Ben acıkmıştım, niçin bana yemek vermedin? Ben susamıştım, niçin beni suvarmadın (içecek bir şey vermedin)?” Kul şaşırıyor ve “Yâ Rabbi Sen âlemlerin Rabbisin, yemekten içmekten münezzehsin, Sana nasıl yemek ve içecek verebilirdim?” Allah-ü Teâlâ cevap veriyor: “Filan kulum acıkmıştı, onu doyursaydın Beni doyurmuş gibi olurdun, ona içecek verseydin Bana vermiş gibi olurdun.”

Peygamberimiz “Komşusu aç yatan kimse bizden değildir” buyuruyor.

Sadece abdest alıp namaz kılmakla iş bitmiyor. İslâm’ın malî (parayla, malla ilgili) ibadetleri de vardır. Zekatla da iş bitmiyor. Zekat dışında da yardım yapılmalıdır. Bazı Müslümanlar zekatlarını Şeriat’ın emrettiği yerlere ve kimselere vermiyorlar. Bir kısım Müslümanlar aç ve perişan bir vaziyette iken zekat başka yerlere verilmez.

Zekatlar, yardımlar öncelikle aç, perişan, sefil, miskin Müslümanların hakkıdır.

Müslümanlar gayr-i Müslim fakirlere bile yardım etmekle mükelleftir.

İmamlık “Namaz kıldırma memurluğu” değildir. İmam, Arapçada başkan, önder demektir. İmam, caminin ve çevresinin önderi olan kişidir. Caminin hinterlandında ne kadar fakir ve muhtaç kişi ve aile varsa imam efendi onları arayacak, listesini yapacak ve varlıklı Müslümanları onlara yardım etmeye çağıracaktır.

Kendi meşrutasına (lojmanına) cemaatten para toplayıp milyarlar harcayarak doğalgaz tesisatı yaptıran, fakat çevredeki sefil Müslümanlara yardımı düşünmeyen kimse gerçek imam değildir.

Peygamber, “Yarım hurma (sadaka ve yardım) ile olsun kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz” buyurmuştur.

Bazı Müslümanlar Firavun sarayı gibi büyük meskenlerde yaşıyor. Pahalı yazlıklarda sefa sürüyor. Lüks ve gösterişli limuzinlerle geziyor. En lüksünden, en pahalısından elbiseler, ayakkabılar, eşyalar alıyor. Çoluk çocuğu ile eski Hint mihraceleri gibi israflı, şaşaalı, tantanalı, debdebeli bir hayat sürüyor. Bunlar, yarın Rûz-i Ceza’da, huzur-i Rabbü’l-âlemînde nasıl hesap vereceklerdir?

Rabbenâ, Rabbenâ… Hep bana, hep bana… Olgun ve vicdanlı Müslümanın vird-i zebanı bu değildir.

Çoğumuzun Müslümanlığı ismden ve resmden ibaret kalmıştır. İlim yok, irfan yok, kültür ve sanat yok… Vicdan, iz’an, mürüvvet, kerem, ihlas, istikamet lügatlarda kalmış. Şimdi tek değer para, mal ve maddî menfaattir. Bir de, Fir’avunlaşan, Nemrudlaşan nefs-i emmârelerin tatmini en büyük işimiz.

Cami denilince betonarme, kubbeli, uzun minareli bir bina anlıyoruz. İmam-Hatip okulu denilince yine binasını düşünüyoruz. Binayı yapıp laik sisteme teslim ediyoruz. Biz de hiç mi akıl ve firaset kalmamıştır?

“Camiye yardım, camiye yardım…” avazeleriyle toplanan milyarlarca dolarlık hayır ve hasenat paraları ne oluyor? Camiler ışıldak, fırıldak, zırıldak ile doldu. O kadar cahil ve zevksiz olmuşuz ki, tarihî bir caminin mihrabına, resmî dairelerde helâlara asılan iğrenç ve pespaye bir karpuz lamba asmaktan utanmıyoruz.

Geçen gün bir camiye girdim. Şu sıcak yaz gününde içerisi soğuk hava deposu gibiydi. Her tarafa soğutma cihazları koymuşlar ve mâbedi serinletmişlerdi. Kuzum bunlar dindarlık mıdır? Camiye helâ yaptırtmanın, kalorifer tesisatı kurmanın, soğutma cihazı almanın dindarlıkla, takva ile ne alakası olabilir?

Nerede güçlü, üstün, vasıflı din hizmetlileri? Onları yetiştirmek için ne gibi çalışmalar yapıyoruz?

Ümraniye’yi geçtikten sonra Şile yolunun sağ tarafında dört minareli kocaman bir cami yapılıyor. Binaya belki bir trilyon harcanacaktır. Peki onun mihrabına geçecek imama, kürsüsüne oturacak vaize, minberine çıkacak hatibe yatırım yapıyor muyuz? “Biz camiyi yaparız, Diyanet de bir imam tâyin eder…” Bu kadar ahmaklık, eblehlik, geri zekalılık olur mu?

Merhum ve mağfur Şeyh Muhammed Zahid Efendi İskender Paşa Camii’nin imamıydı. Şeyh efendinin ilmi, irfanı, yüksek ahlâkı, faziletleri, cazibesi, karizması yüzünden o cami sanki bir kâbetü’l-uşşak olmuştu. Bütün vakit namazlarında doluyordu. Gençlik oraya koşuyordu. Münevverler oraya gidiyordu. Bir keresinde geceleyin Alparslan Türkeş de gitmiş, Hocaefendiyi ziyaret etmiş diye duymuştuk. Ben de sık sık gider, efendi hazretlerinin sohbetlerine katılırdım. Avlu insan dolu olurdu. Bazıları arkamdan “Bu münafığın burada ne işi var” diye söylenirlermiş. Mâlum, meşreb taassubu, fanatiklik..

Şimdi Muhammed Zahid Efendi gibi hizmet erbabı yetişmiyor? Niçin? Çünkü böyle bir niyetimiz yok. Plan ve programımız yok. Yatırımımız yoktur.

İslâm’a ve Ümmet’e hizmet edecek kimselerin Kur’ân’a, Sünnet’e, Şeriat ahkamına, Sâlih Seleflerin yoluna uygun bir hayat sürmeleri gerekir. Onlar ancak iki kanatla uçabilir: Biri Şeriat, biri tarikat kanadı.

Kuş kadar aklımız olsaydı, camilerin mihrabına geçireceğimiz hizmet erbabına, cami binasına yaptığımız yatırımdan birkaç misli fazlasını yapardık. 09 Temmuz 2000