Cumartesi

Sadece haklı olmak yetişmiyor. Haklılığın yanında başka şartların da bulunması gerekiyor. Bunları sıralayayım:

(1) GÜÇ sahibi olmak. Güç; ilim, irfan, kültürdür öncelikle. Yeteri kadar ilmin, irfanın, kültürün yoksa haklı olsan da dâvanâ gereği gibi hizmet edemezsin.

(2) AHLÂK ve KARAKTER. İslâm dini en yüksek ahlâk ve karakteri öğretiyor. İslâm’a hizmet edecek kimseler ahlâklı ve karakterli olmazlarsa onlara kim kulak asar? İslâm İslâm diye bağırıp feryad edecek ve bu arada kendisinde bin türlü kusur, günah, suç bulunacak. Böyle bir adam muvaffak olabilir mi? Elbette olamaz.

(3) SAYGIN bir kişiliğe sahip bulunmak. Düşmanlarının bile (Hiç olmazsa bir kısmının) hürmetini ve itimadını (güvenini) kazanmış bulunmak. Kirli, bulaşık, şâibeli, dönek, fırıldak, yalan söyleyen, emanete riayet etmeyen, vaadinden dönen adamlar saygın ve güvenilir kişiler değildir ve bunlar yüce İslâm dinine hizmet edemezler.

(4) MUSTAQİM olmak. Yâni sözleri ve işleri doğru bir Müslüman olmak.

(5) FİRASET sahibi olmak. Firasetsiz kişiler aile, ticaret, komşuluk işlerinde bile başarılı olamazlar; İslâmî hizmetler sahasında nasıl başarılı olabilirler?

(6) İSTİŞARE (danışma) prensibine riayet etmek. Dinimiz dünya ve ümmet işlerinin danışma ile halledilmesini emrediyor. Peygamberimiz Ashabı ile sık sık istişare etmişlerdir. Tenkitleri, olumsuz mütalaaları bile sabırla dinlemişlerdir. İstişareye önem vermeyen diktatör ruhlu kişiler hizmet edemez, hezimete sebebiyet verir.

(7) EMANETE riâyet. Emanet çok geniş bir kavramdır. Bütün işler, hizmetler, makamlar, memuriyetler, mevkiler, vazifeler emanettir. İslâmî hizmet ve faaliyetlerin başarıyla yürümesi için bunların ehil, layık, başarılı insanlara verilmesi gerekir. İşler baron bendelerine, yandaşlara, yoldaşlara, ihvana arpalık olarak dağıtılırsa sonunda büyük facialar meydana gelir. Bu devirde Müslümanların belini büken birinci sebep emanetlerin ehil olanlara verilmemesidir. “Bu adam bizim hoca efendimizin bendesi ve hayranıdır, müdürlük ona verilsin… Bu zat bizdendir, müessesenin başına o geçirilsin…” Bu zihniyet İslâm’a zıt bir zihniyettir. Okul, gazete, medya müessesesi, holding… Hangi sahada iş yapılacaksa bunların başlarına çok ehliyetli, çok liyakatli, çok başarılı adamların geçirilmesi şarttır. Aksi taktirde bugünkü hale düşeriz.

(8) SİYASET. Siyaset derken politikayı kasdetmiyorum, kavramı en geniş mânasıyla ele alıyorum. Siyasetin türleri vardır: Rabbanî siyaset, Nebevî siyaset, Sıddiklerin siyaseti, âdil emirlerin siyaseti, şeytanların ve iblislerin siyaseti. Siyaset büyük bir uzmanlık ister. Delidana siyaseti büyük zarar verir.

(9) TEMİZLİK. İslâm dini maddî ve mânevî temizliği emrediyor. Maddî temizliği biliyoruz. Mânevî temizlik, öncelikle para, mal, servet hususunda dinimizin kurallarına uymakla elde edilir. İslâm dini haram kazançları, şüpheli gelirleri yasaklamaktadır. Dâvamıza hizmet eden kimselerin bu konuda çok titiz ve şeffaf olmaları gerekmektedir. Hizmet adamlarımızın mal beyanları ilan edilmelidir. Bazı adamlar hizmet hizmet diye bağırıp çağırmışlar ve bu arada, kaynakları ve mahiyeti karanlık büyük servetler edinmişler. Kâşâneler, köşkler, lüks daireler, yazlıklar, kışlıklar, lüks otomobiller, yüz milyonlarca dolar… Peki bunlara nasıl sahip olmuşlar? Helal ticaret, ziraat, sanayi, hizmet işleri yaparak mı? Yoksa kirli işler çevirmişler, Müslümanları aldatmışlar, emanetlere hıyanet mi etmişler?

(10) UZLAŞTIRICI ve BARIŞTIRICI olmak. İslâm bir barıştır. Ona hizmet edenlerin uzlaştırıcı, kucaklayıcı, birleştirici olmaları gerekir. Bu uzlaştırıcılık öncelikle Müslümanların kendi aralarında olacaktır. Ümmet bin parçaya ayrılmıştır. Gerçek hizmet erleri çeşitli hizipler ve fırkalar arasındaki çekişmeleri, ihtilafları, rekabetleri kaldırmaya çalışır. Ümmet-i Muhammed asgarî müştereklerde pekâlâ birleşebilir. Tashih-i itikad, beş vakit namazın dosdoğru kılınması, cemaate devam, emr-i mâruf ve nehy-i münker gibi hususlarda. Gayr-i müslimlerin bir kısmıyla da uzlaşmak, anlaşmak mümkündür.

(11) TEKELCİ olmamak, çeşitliliği kabul etmek. Ümmet-i Muhammet çeşitlilik içinde bir vahdet teşkil eder. Müslümanda öncelikle ümmet şuuru bulunur. Akıllı ve olgun Müslüman tarikatli olabilir ama tarikatçi olamaz. Hizip, fırka, cemaat, klik, grup asabiyetleri İslâm’a ve Ümmet’e zarar verir. Olgun ve mutedil Müslüman tarikat ve tasavvuf düşmanlığı yapmaz. Böyle bir kavga Müslümanları parçalar, düşmanların ekmeğine yağ sürer. Temelleri Şeriat olmak şartıyla bütün tarikatler haktır, faydalıdır.

(12) NEFSİNİ dizginleşmiş olmak. Müslümanın en büyük düşmanı kendi nefsidir. Nefsini dizginleyememiş, kontrol altına alamamış kimse hizmet edemez. O, zâhirde iyi bir kimse gibi görünse de aslında bir canavardır. O, gizli bir putperesttir. Benliğine tapar, şöhret için her kötülüğü yapar, haram yer, ehil olmadığı makam ve riyasetlere tırmanmak için bin türlü fitne ve fesat çıkartır.

(13) İYİ İNSAN olmak. Müslüman iyi insan, iyi vatandaştır. Müslüman anarşi çıkartmaz. Müslüman kötü düzen ve sistemlerle mücadele eder ama devlet yıkıcılığı yapmaz. Müslüman, terörü bir silah olarak kullanmaz. Müslüman gayesi için bütün vasıtaları ve âletleri mübah kabul etmez. Müslüman muharip olmayanlarla, kadınlarla, çocuklarla, kendi halindeki insanlarla mücadele ve muharebe etmez. Müslüman öncelikle şefkat, merhamet, adalet sahibi olur. Müslüman tebliğ, dâvet, tebşir hizmetlerini rıfkla, yumuşaklıkla, güzel bir şekilde yapar. Sadece militan, azgın, laf dinlemez, saldırgan düşmanlara karşı gerektiğinde şiddetli hareket eder.

(14) ÜCRETİNİ Allah’tan istemek ve beklemek. Hakikî, ihlaslı, doğru hizmetkârlar Allah rızası için yaptıkları hizmetin ve faaliyetin ücretini yaratıklardan değil, Yüce Yaratan’dan isterler ve beklerler. Haliq için çalıştığını iddia ettiği halde ücretini mahlukattan isteyenlerde nifak vardır. Böyleleri başarıya ulaşamaz. 13 Mayıs 2001