Güneyimize bitişik bir İslâm devleti kuruldu, başında bir Halife var.

Orada şöyle veya böyle bir İslâm devleti kuruluyor ve bizde de on binlerce icazetli ulema, fukaha, icazetsiz ilahiyatçı var. Hattâ icazetsizler içinde mutlak müctehid derecesinde bulunduğunu iddia edenler var. Bunların yanında hayli

İslâmcı yazar

var. Lakin ne gariptir ki, güneyimizde İslâm devleti, Hilafet konusunda yer yerinden oynarken, bizimkiler bu konuda fikir beyan etmiyor, halkı aydınlatmıyor.

Sorular, sadece güneyimizdeki gelişmelerle ilgili değildir.

1. İslâm devleti ne demektir?

2. Hilafet ne demektir?

3. İslâm

âmme hukuku nazariyatına göre kaç çeşit Halife

vardır?

4. Ehl-i Sünnet Müslümanlığında

zamanındaki İmam’a biat etmek mecburiyeti

var mıdır?

5.

“Zamanındaki İmam’a biat etmeden ölen kimse sanki cahiliyet ölümü ile ölmüş olur”

hadîsi karşısındaki durumumuz nedir?

6. Güneyimizdeki

yeni İslâm devleti Musul’a alınca, halka hitaben on maddelik bir beyanname yayınlamış, bunda türbelerin yıkılacağını bildirmiş.

Bu doğru mudur?

Bizim muhterem hocalarımızın, ilahiyatçılarımızın bu gibi konularda Müslüman halkı uyarmaları, aydınlatmaları, bilgilendirmeleri gerekmez mi?

“Sakız çiğnemek orucu bozar mı, bozmaz mı?”

sorusuna cevap verenler niçin yukarıda sorduğum sorularla ilgilenmiyor?

Ortadoğu, İslâm dünyası uzmanlarımız güneyimizdeki İslâm devleti ile ilgili niçin ilmî araştırmalar yapıp yayınlamıyor?

Üniversite bitirmiş, herhangi bir konuda uzman olmuş, bunun yanında beş vakit namaz kılan dindarlarımızdan,

“İslâm devleti ve Hilafet”

konusunda bir kompozisyon yazınız denilse, acaba yüzde kaçı geçerli not alır?

Kemalist vesayet ve resmî ideoloji zamanında İslâm devleti, Hilafet, Halife demek suçtu. Şimdi oldukça din hürriyet var ve artık suç değil.

Peki, Müslüman bilenler, bu konuda bilmeyenleri niçin aydınlatmıyor? Bu konularda niçin ağırbaşlı ilmî araştırmalar yapılmıyor?

Gelelim yeni İslâm devletine:

Türkiye Ehl-i Sünnet Müslümanlarının bu konudaki tutumu ne olmalıdır?

1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmiş bulunan, Dolmabahçe sarayında oturan, her cuma resmî merasimle namaz kılmaya giden son Halife Abdülmecid bin Abdülaziz Han hazretleri 1924’te yurt dışına sürülünceye kadar Hilafet bizde idi.

Aradan doksan sene geçtikten sonra, artık din hürriyetine kavuşmuş ulemamızın, ilahiyatçılarımızın bu konuda sözleri, fikirleri, re’yleri, görüşleri, fetvaları, yönlendirmeleri, uyarıları, tavsiyeleri, temennileri olması gerekmez mi?

Bu kadar önemli konularda ve gelişmelerde susulmasına gerçekten şaşıyorum.

Sakız orucu bozar mı?.. Öpüşmek orucu bozar mı?.. Astım hastalarının sprey koklamaları oruca zarar verir mi?.. gibi konular üzerinde duruluyor da; İslâm devleti, Hilafet, Halife konusunda halkımız niçin aydınlatılmıyor?

(İkinci yazı) İki Kere İki Eder Dört’ler

1. Resulullah

(Salat ve selam olsun ona)

türbesi yıkılmalı ve düzlenmelidir diyen kişinin arkasında namaz kılınmaz.

2. Fakirlerin, miskinlerin, kötü durumdaki mültecilerin, sefalet içinde kıvrananların hakkı olan

zekatları; Kur’âna, Sünnete, Şeriata, fıkha, ahlâka aykırı olarak toplayanlar

günahkâr, gasıp, fasık ve facirdir.

3.

Umre nafile bir ibadettir. Reklamı yapılmaz,

umreye gidiyorum, umreden geldim davulu çalınmaz.

4. İslâm israfı, gösterişi, tantanayı yasaklamıştır. Umre esnasında yedi yıldızlı otellerde krallar gibi konaklamak, krallar gibi yiyip içmek, açık büfelerden tabağını tepeleme doldurup, yarısını yiyip yarısını bırakıp çöpe atılmasına yol açmak caiz olamaz.

5. Müslüman aileler on yaşına gelen çocuklarına namaz kıldırmakla mükelleftir.

6. İslâma, imana, Kur’âna, Sünnete, Şeriata, ahlâka aykırı kötülükler karşısında

(tenkit etme imkanları ve fırsatları olduğu halde)

susanlar dilsiz şeytandır.

7. Dinimiz yağcılığı, yalakalığı, dalkavukluğu, övgüye layık olmayanların övülmesini yasak kılmıştır.

8. Devamlı olarak, doyduktan sonra, gerekmediği halde fazla yemek israftır ve haramdır.

9. Yabancı erkeklerin dikkatini çeken rengarenk, alaca bulaca kıyafetler, üzerinde başörtüsü olsa bile İslâmî ve şer’î tesettür değil, şeytanî tesettürdür.

10. Her Müslüman, sosyal ve kültürel seviyesine göre ilmihalini öğrenmek, ezberlemek ve içindeki bilgileri hayata uygulamakla yükümlüdür.

11. Dindar geçiniyor ama ahlâklı bir kimse değil; böylesi dindar değildir, sahte yalancı dindardır.

12. Akıl dinin kaynağı değil, dini anlamak ve öğrenmek için vasıtadır. İslâm hükümlerinin dört kaynağı vardır: Kur’ân, Sünnet, icmâ, kıyas.

13. Aklı dinin kaynağı gören mutezile Mezhebi sapık bir mezheptir.

14. İcazeti olmayan kimsenin din kültürü olsa bile ulemadan sayılmaz.

15. Ulema ikiye ayrılır: Âbid, ihlaslı, zahid, muslih=ıslah edici, nâsih=halka nasihat eden, râsih hayırlı ulema… Bir de, dini para kazanmaya, zengin olmaya alet eden, bildiklerini ve söylediklerini hayata uygulamayan, zalimleri öven, doğru yoldan sapmış ulema-i sû’=kötü alimler vardır.

16. Gerçek hayırlı ulema ve fukaha Resulullah

(Salat ve selam olsun ona)

Efendimizin vârisleri, vekilleri, halifeleridir.

17. İslâmı bilen ve Allahtan korkan bir Müslüman zalimleri, Deccalları, Kezzabları, Süfyanları övmez, desteklemez, tutmaz.

18. Din ayrı, dünya ayrıdır diyen, dinin dünya işlerine karışamayacağını iddia eden kimse sapıtmıştır.

19. Aklı başında ciddî ve ahlâklı bir Müslüman gıybet etmez, laf taşımaz, yalan söylemez, iftira etmez, dedikodu yapmaz, peşin yargılı olmaz, her hâl ü kârda dilini tutar.

20. Nafile ibadetler gizli tutulur. Hiçbir gerçek dindar “Dün gece kalktım da teheccüd kıldım… Efendim ben pazartesi ve perşembe günleri oruç tutarım… Allah kabul buyursun fakirlere yardım ederim… Çok şükür yedinci umreden döndüm…” gibi reklamlar yapmaz.

21. Tarikata girmek nasip meselesidir. Tarikat reklamı yapılmaz.

22. Minberlerde, cuma hutbesi esnasında cemaatten para istenmez.

23. Ruhanîlerini erbab haline getirip putlaştıranlar müşrik olur.

24. Gaybı Allah bilir.

25. Dinî, imanî, Kur’ânî hizmetler zengin olmaya alet edilmez.

26. İhlasa aykırı halleri olanlar hizmet edemez, dini istihdam eder.

27. Nefslerine nasihat etmeyenlerin Müslümanlara nasihat etmesi gülünçtür.

28. Gerçek tevazu çok yüksek bir rütbedir. 13.07.2014