Cuma

 

Hollanda’da yayınlanan “Doğuş” gazetesinde 13.09.2006

tarihinde aşağıdaki haber yayınlandı. Başlığı şöyle:

“Çoğunluk istiyorsa islâm yasası uygulanabilir”.

Hiçbir değişiklik, ilave çıkartma yapmadan bu haberin metnini aşağıya koyuyorum. (Sadece bazı cümlelerin altları çizilmiştir ve yazı paragraflara ayrılmıştır.

“Çoğunluk istiyorsa islâm yasası uygulanabilir”. Adalet Bakanı Donner,

“Hollanda halkının üçte ikisi onay veriyorsa, ülkede İslâm yasaları uygulanabilir”

açıklamasıyla gündemde tartışmalara neden oldu.

“Özgür Hollanda Gazetecileri”

kurumuna ait iki kitapta konu hakkında görüşleri yayınlanan bakan: “Benim için çok açık: Hollanda halkının üçte ikisi şeriat yasaları istiyorsa buna geçilir. Böyle bir isteği sizler yasa ile engelleyemezsiniz ki… Halk bunu istiyorsa siz de onlara cevaben ‘Hayır bu olmaz!’ demekle ayıp etmiş olursunuz. Çoğunluk ne diliyorsa o olur. Zaten demokrasinin gerçek anlamı da budur” dedi.

Hollanda’da yaşayan Müslüman toplumun da, tıpkı bir protestan ve tıpkı bir katolik gibi inançlarını yaşama hakkına sahip olduğunu söyleyen Adalet Bakanı, “Bir kadının bir erkeğe dinin gereği el vererek tokalaşmayı kabul etmemesini anlayışla karşılıyorum. Kraliçe Beatrix’in, Lahey’deki camii ziyareti öncesi, imam ile el sıkışmayacağı yönünde önceden bilgilendirilmesini akılcı buluyorum” dedi.

Adalet Bakanı

Donner

yaptığı bu çıkış nedeniyle kendi partisi CDA başta olmak üzere diğer siyasî partilerden de tepki alıyor.” Dogus.nl – Een brug tussen culturen…

Bu haber bazı Türk gazetelerinde de yayınlandı. Ne gibi tepkiler oldu, ne gibi tartışmalar yapıldı, bilmiyorum. Ya benim haberim olmadı, gözüme çarpmadı, yahut yorum yapılmadı, tartışılmadı.

1991’den bu yana Kanada’da

“Şeriat Mahkemeleri”

konusunda tartışmalar yapılmaktadır. O ülkede 1991’de Hıristiyanların ve Yahudilerin, kendi

“cemaat”

mahkemelerinin hakemliğine müracaat edebileceklerine dair bir kanun çıkartıldı. Bu özel mahkemeler ticarî, meslekî ve aile ile ilgili davalara bakacaklar, verdikleri kararlar

“kesin ve uyulması mecburî”

olacaktı. Müslümanlar için böyle bir hak tanınmamıştı.

Müslümanlara bu hakkın (Şeriat hukukuna göre hakemlik yapacak özel mahkemelerin kurulmasının) verilip verilmemesi konusunda Kanada’da değişik görüşler ortaya çıkmış, bazıları madem ki, Hıristiyan ve Yahudilere bu hak verildi, Müslümanlara da verilmelidir demişler, bazıları da buna şiddetle itiraz etmişti.

Konuyu derinliğine incelemiş değilim. Bu yazıyı kaleme alırken

“loi islamique charia au canada”

Fransızca kelimelerini yazarak internete müracaat ettim, Google’de 60.800 sonuç çıktı. Merak edenler (islamic law sharia in canada) kelimeleriyle de internetten arayabilirler.

Son günlerde bazı Türk gazetelerinde İstanbul Fatih’te İsmail Ağa cemaatinin

“Kadı Mahkemesi”

kurduğuna dair taraflı haberler yayınlanıyor, şiddetli ve ağır tenkitler ve suçlamalar yapılıyor.

Eskiden Osmanlı İmparatorluğunda

“Mahalle Teşkilatı”

vardı. Ufak tefek ihtilaflar mahkemelere götürülmeden, taraflar arasında köy veya semt kahvesinde müzakere ve hal edilirdi. Böylece mahkemelerin yükü hafiflemiş olurdu. Zaten eskiden bugünkü gibi devleşmiş, işleri başından aşmış dosya kabarıklığı altında ezilmiş bir yargı yoktu. Genellikle mahkemeler işsiz, hapishaneler ıssız olurdu.

Son yıllarda ülkemizde de, özel hukuka ait birtakım ihtilafların mahkemelere gitmeden hakimlik yoluyla halledilebilmesi için çalışmalar yapılmaktadır.

Bundan kırk elli yıl önce, güneydoğu vilayetlerimizden birinin merkezinde müftülük makamı, isteyenler için mahkeme hizmeti de görürdü. Taraflar gelirler, müftü efendiye durumu anlatırlar, o da İslâm hukuku açısından meseleyi inceler ve hüküm verirdi.

Hukukun üstünlüğü prensibini kabul etmiş, demokrat, çoğulcu, fikir ve inanç hürriyetini kabul etmiş Batı ülkelerinde bu gibi konular gündeme gelebiliyor, yerli veya yersiz tartışmalar yapılabiliyor. Oralarda fikirleri, görüşleri, tenkitleri yüzünden, bunlar ne kadar ağır ve şoke edici olursa olsun kimseye ceza verilmemekte, kimse hapse atılmamaktadır.

Konu açılmışken şu hususu da okuyucularıma arz etmek isterim:

Herhangi bir ülkede yaşayan Yahudiler, aralarında bir ihtilaf ve niza çıktığı vakit, hemen resmî mahkemelere müracaat etmezler, meseleyi kendi aralarında hallederler. Fazla gürültü patırtı çıkartmadan

hahamlarına

müracaat ederler, ondan

mesele hakkında Musevî şeriatına göre

hüküm vermesini isterler. Bundan önceki asırlarda Selanik’te, bir ihtilafı kadıya götüren bir Yahudi, kendi cemaati tarafından şiddetle ayıplanmış ve kınanmıştır.

Sanırım

Masonlar da özel ihtilaflarını, mahkemelere başvurmadan kendi aralarında localarda hall ü fasl eyliyorlardı.

Geçenlerde Masonlar arasındaki kavgalar, ihtilaflar, çekişmeler ayyuka çıktı, birbirine hasım iki

“birader”

grubu mahkemeye müracaat ettiler, medyaya demeçler verdiler, birbirlerini bombardıman ettiler.

Demek ki, onlar da “bozulmuşlar”. Türkiye’de bozulmayan ne kaldı ki…

Demokrasilerde düşünce konusunda diktatörlük olmaz. Temel insan haklarını ihlal etmemek şartıyla herkes serbestçe, korkusuz olarak en aykırı, en şaşırtıcı fikirlerini, görüşlerini, tenkitlerini açıklayabilmelidir. Her hürriyette olduğu gibi fikir açıklama hürriyetinin de sınırları vardır. Ancak bu sınırlama âdil kanunlarla yapılmalıdır. Âdil olmayan, temel insan haklarına ve hürriyetlerine aykırı kanunların sınırlaması demokrasiye aykırıdır.

Dindarların dinsizleri tenkit etmesi demokratik bir hürriyettir. Lakin dinsizlere saldırılmasını istemek hürriyeti yoktur, bu bir suç olur. Şiddete teşvik etmeyen tenkitler kesinlikle suç teşkil etmezler.

Demokratik bir düzende vatandaşlar, siyasî iktidarları, egemen azınlıkları, derin ve gizli lobileri, ideolojileri tenkit edebilirler.

Yürürlükte olan Anayasa’nın bazı maddelerini de tenkit edebilirler. Anayasa ilahî vahiy değildir, tenkide açıktır. Zaten, meselâ bizde, son seksen küsur yıl içinde birkaç Anayasa değiştirilmiştir. Yürürlükteki metnin de değiştirilmesini istemek elbette suç değildir. 28 Ekim 2006