Hollanda Başbakanı İstifa Etmiş!
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Perşembe
Hollanda Başbakanı Wim Kok kraliçenin huzuruna çıktı ve hükümetinin istifasını sundu. Niçin? Kısaca anlatayım:
Hollanda, Birleşmiş Milletler’in isteği üzerine Bosna-Hersek’e askerî bir birlik göndermişti. 1995’te Sırp kuvvetleri Birleşmiş Milletlerin askerlerinin koruması altındaki Srebrenica bölgesine saldırdılar ve korkunç bir katliam yaptılar, tam sekiz bin Müslümanı öldürdüler. Hollandalı askerler koruma vazifelerini yapmamışlardı veya yapamamışlardı.
Hollanda’da bulunan “Savaş Konusunda Bilgilendirme Enstitüsü” (NIOD) Srebrenica kıyımı konusunda yıllarca çalışarak büyük bir rapor hazırladı. Binlerce sayfalık bu raporda, sorumluluk Hollanda askerlerinin değil, onlara güçlerinin yetmeyeceği bir misyon yükleyen politikacıların üzerine yıkıldı. Rapor açıklanınca da başbakan ve hükümet toptan istifa etti.
Hollanda’da yakında genel seçimler yapılacak. Müstâfi (İstifa etmiş olan) başbakan seçimlerde adaylığını koymayacağını beyan etmiş bulunuyor.
Bizim bu hadiseden alacağımız çok dersler vardır.
Dünyada iki türlü demokrasi bulunuyor. Gerçek demokrasi, sahte demokrasi. Sovyetler Birliği dağılmadan önce uydu Doğu Avrupa ülkelerindeki rejimlerin adı demokratik halk cumhuriyeti idi ama onlar kesinlikle demokrat değildiler.
Demokratik bir rejimde tek bir skandal bile başbakanların, hükümetin çekilmesine yeter.
Otuz beş kırk yıl önce İngiltere Savunma Bakanı bir manken ile düşüp kalkıyordu. Aynı manken Sovyetler Birliği’nin İngiltere nezdindeki askerî ateşesi ile de görüşüyormuş. Bu durum meydana çıkınca bakanın adıyla “Profuma skandalı” patlak verdi ve İngiliz kabinesi tepetaklak olduydu.
Amerika’da başkan Nixon, muhaliflerin telefonlarını dinlettiği için Watergate skandalı ile mevkiinden oldu. İstifa etmeseydi Yüce Divanı boylayacaktı.
Batı demokrasilerinde bazen bakanlar, bazen tüm kabine, suçlu olmadıkları, hiç haberlerinin bulunmadığı skandallarda, yolsuzluklarda bile hiç tereddüt etmeden istifayı basarlar. “Haberim yoktu, böyle bir şeyin olmasını istemezdim ama madem ki olmuştur, çekilmem gerekir” derler.
Demokrasi budur, devlet adamlığı budur, siyaset ahlâkı budur.
Bizde de demokrasi var, partiler var, seçimler var… Var ama gerçek demokrasi yok, siyaset ve demokrasi etiği yok. Bizde partiler aşiretler gibidir. Nasıl, bir aşiretin ağası, o mevkiden kesinlikle atılamazsa, bizdeki parti başkanları yahut ağaları da yerlerinden oynatılamaz.
Düzen partilerinin şu haline bakınız:
Bazı parti başkanları efsanevî servetlere, akıllara durgunluk verecek mala mülke sahip olmuştur. Kimisinin servetinin doların milyarı ile ölçüldüğü rivayet olunmaktadır. (Doğrusunu Allah bilir). Bu konuda zaman zaman medyada yayınlar yapılıyor, ağır tenkitler ediliyor. Ama ne hesap veren var, ne de hesap soran bir makam var. Ülke işlerinde büyük sorumluluğu olan politika kodamanlarının mal ve servet beyanlarının açık olması gerekmez mi? Onlardan hesap sorulmasa bile, dedikoduları önlemek için kendilerinin seve seve bir an önce beyanda bulunmaları icab etmez mi?
Bizde demokrasi ismen vardır ama partilerle ve seçimle ilgili mevzuatımız kesinlikle demokratik değildir. Partiler demokrasinin vaz geçilmez ana unsurlarıdır, lakin bizdekilerin iç bünyeleri demokratik değildir, ağalık sistemi üzerine kurulmuştur?
Vaktiyle İsmet Paşa CHP genel başkanı iken birileri sessizce kulis çevirip Paşa’yı başkanlık koltuğundan indirmişlerdi. Paşa o zaman gazetelere verdiği beyanlarda bu hareketi “Eşkiya metodu” olarak vasıflandırmıştı.
Hollanda başbakanı ve hükümeti, ülkesinin Bosna-Hersek’e gönderdiği askerî birlik yüzünden istifa ediyor ama bizdeki birtakım siyaset babaları, kardeşlerinin, yakınlarının, oğullarının veya eşlerinin pis işlerinden dolayı hiç rahatsızlık duymuyorlar, fazla tedirgin de edilmiyorlar. Niçin? Çünkü onlara hesap soracak büyük, bağımsız, temiz, demokratik bir medya yoktur. Bizde maalesef medya da son derece kirlenmiştir.
Demokratik bir ülkede, okuluna girmek istediği için bileklerine kelepçe vurulan başörtülü on üç yaşındaki bir kız öğrenci yüzünden bütün bir hükümet devrilebilir. Bizde ise, manzara ortadadır.
Demokrasi açıklık, sorumluluk rejimidir. Bizde böyle şeyler yok. Siyasî iktidar İsrail’e yağlı ballı bir katrilyon liralık bir tank tamiri işi veriyor. Medyada birkaç yazar tenkit ediyor. İktidar, “Bunlar devlet sırrıdır, fazla açıklama yapamayız” diyerek işi geçiştiriyor. Hollanda’da, Danimarka’da, Norveç’te, öteki demokrat ülkelerde böyle bir tâmirat işi kabinenin düşmesine yol açardı.
Eski bir bakan, milyarlarca dolarlık banka batırma ve başka yolsuzluklardan dolayı zor şer tutuklanıyor, birkaç ay yattıktan sonra salıveriliyor. Eski cumhurbaşkanlarından bir zat, tahliyesini kutlamak üzere bu eski bakan dostunu ve evlâdını ziyaret ediyor. Kurbanlar kesiliyor. Eski Cumhurbaşkanı “Tüh tüh kırk bir kere maşallah, yavrum Medrese-i Yusufiye’de ders gördü…” diyor.
Peki hapisten çıkan bu bakan eskisi nasıl karşılanıyor? Binlerce otomobil, davullar zurnalar, mehter takımları, yaşa, var ol, nur ol sedaları ile.
Böyle bir ülkede demokrasi olur mu? Demokrasi yaşar mı?
Velhasıl herkes demokrasi şemsiyesi altında işini beceriyor. Vurgununu vuruyor.
Adamın partisi seçimleri kazanmış, iktidar olmuş. Bağlılardan biri partiye gidiyor ve “Ben ve ailem tam yirmi senedir partiye hizmet veriyoruz, genel başkanımızı taparcasına destekliyoruz. Haydi bakalım benim geri zekâlı oğlana bir iş veriniz”. Hangi gerçek demokraside böyle soysuzluklar ve soytarılıklar olur. İşler, memuriyetler birer emanettir. Ancak ehil olanlara verilir, verilmelidir.
Türkiye’ye İngiltere’de, Kanada’da, İsviçre’de, Hollanda’daki gibi gerçek demokrasi gelir mi? Bence gelmez. Bizim tarihî, sosyal, kültürel yapımız; kimlik ve kişiliğimiz buna müsait değildir.
Demokrasi tencerelerin yuvarlanıp kapaklarını bulduğu bir rejim ve sistemdir. Böyle tencereye böyle kapak.
Devleti ve toplumu milyarlarca dolar soyan ve dolandıran adamları davul zurna ile karşılayan halk, seçtiğinin cezasını çekmeye mahkumdur. 19 Nisan 2002