Salı

 

İngiliz tarihçisi

David Irving

‘in 20 Şubat 2006’da Avusturya’da düşünce suçundan mahkûm edilip tutuklanması, bileklerine kelepçe takılması

bütün hür fikirli insanları isyan ettirecek bir insan hakları ihlâlidir.

Avusturya gibi demokrat, insan haklarına saygılı ve bağlı, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş bir ülkede böyle bir şey nasıl olabilir?.. Maalesef oluyor işte.

Irving’in

suçu neydi? O, 2’nci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın Yahudileri soykırıma tabi tuttuğu iddiasını kabul etmiyordu. Siyonistler, Nazilerin 6 milyondan fazla Yahudi öldürdüklerini iddia etmişler ve bu iddiaların gölgesinde Alman devletinden

milyarlarca dolar tazminat

almışlardır.

Bir kısım tarihçiler,

Batılıların Holocaust dedikleri Yahudi soykırımının düzmece bir efsane olduğunu,


Nazi rejiminin iddia edildiği gibi Yahudi kırımı yapmadığını,

“Temerküz Kamplarındaki gaz odalarının uydurma ve yalan olduğunu, tarihî belgelere, şahitlere dayanarak iddia etmektedir. Bu cereyana “Revizyonizm” adı veriliyor.

Doğru veya yanlış, yahut bir kısmı doğru bir kısmı yanlış olsun, revizyonistlerin mahkemeye verilmesi, mahkûm edilmesi, hapse atılması, medyatik linçe tâbi tutulması fikir hürriyeti ile bağdaşır bir şey değildir.

Aykırı da olsa fikirlere, görüşlere tolerans ve saygı göstermek gerekir. Revizyonizm konusunda bilgi edinmek isteyen okuyucularıma Amerikalı Bradley R. Smith’in kurmuş olduğu www.codoh.com internet sitesindeki yazıları okumalarını tavsiye ediyorum. (İngilizcedir)

Asıl soykırımı Amerikalılar ve İngilizler savaş esnasında ve savaştan sonra Almanlara uygulamıştır. 13 Şubat 1945’te dalga dalga gelen binlerce bombardıman uçağı ile Dresden şehrini cehenneme çevirmişler ve

bir rivayete göre bir gece içinde 350 bin sivil halkı feci şekilde fosforlu yangın bombaları ile yakmışlardır.

Yine savaştan sonra, esir ettikleri 1,5 milyon Alman askerini aç ve susuz bırakarak, yaralılara tıbbî tedavi sağlamayarak öldürmüşlerdir.

Kelime-i şahâdet bir bütündür

Kelime-i şahâdet

iki cümleden meydana gelen bir bütündür. Yahudi ve Hıristiyanları memnun ve hoşnud etmek için onun ikinci cümlesini ikrar etmemek, Kelime-i Şahâdet’in tamamını inkâr mânâsına gelir. Bazıları “Yahudiler de ve Hıristiyanlar da Allah’a iman ediyorlar. O halde onlarla Amentü’de ittifakımız vardır” diyorlar.Böyle bir düşünce tamamıyla yanlıştır.Cahiliye devrinde Arabistan müşrikleri de Allah’a inanıyorlardı… Kişi sadece Allah’a inanmakla Müslüman olamaz. Mutlaka, kesin bir şekilde Hazret-i Muhammed’e de iman etmesi gerekir.

Son yıllarda ortaya atılan Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü ideolojisi ve cereyanı son derece yanlış, sapık, tehlikeli bir mecraya girmiş bulunmaktadır. Dinlerarası birliği sağlamak için Kelime-i Şahâdet’in veya Kelime-i Tevhid’in ikinci cümlesini telâffuz etmeyelim gibi lâflar duyuyoruz. Bir mü’min, bir Müslüman böyle bir şeyi asla kabul edemez.

Hazret-i Muhammed’in risâletini, dâvetini, dinini, nizamını kabul etmeden mü’min ve müslim olunamaz. “Peygamberin risâletini ve dinini kabul etmeyenler de ehl-i necattır ve ehl-i cennettir” diyenler İslâm’dan çıkmış olur. Peygamberin risaletini, davetini, dinini inkâr etmek, en büyük küfürdür.

Diyalogçulara hatırlatıyoruz: Ehl-i küfrü Cennete sokayım derken, siz kendinizi cennetten uzaklaştırmış oluyorsunuz. Bazı müzakerelerin yapılması için taraflar arasında mutabakat olması gerekir. Diyalog yapılması için, biz nasıl Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya iman ediyorsak, onların da Hz. Muhammed’e iman etmeleri gerekir. Etmiyorlarsa diyalog miyalog olmaz. Diyecekler ki, “Biz Hz.Muhammed’in peygamber olduğunu kabul etseydik zaten Müslüman olurduk…”

Hiçbir Müslümanın, sıfatı ne olursa olsun, Hazret-i Muhammed’i inkâr ve tekzib edenleri Diyalog ve Hoşgörü çerçevesinde bağrına basmaya hakkı ve selahiyeti yoktur.

Oniki Zaaf

Aşağıdaki zaaflarımızı gidermedikçe kurtulamayız:

Birinci zaaf: Şifahî (sözlü) kültür Müslümanı olmamızdır.Mutlaka yazılı kültür Müslümanı olmamız gerekir. Şifahî kültür bedevîliktir, yazılı kültür medenîliktir. İkinci zaaf: Aptallıktan, ahmaklıktan, salaklıktan kurtulup; firasetli, hikmetli (bilge), geniş ufuklu, vasıflı Müslümanlar haline gelmemiz icab eder. Üçüncü zaaf: Bugünkü parçalanmışlık, tefrika, nifak ve şikak ile kurtuluş olmaz. BİR’lik halinde olmak gerekir.

Dördüncü zaaf: Cahil ve gafiller Allah’a, Peygamber’e, dine, Kur’ân’a, Şeriat’a, mukaddesata saldırıp hakaret edilince tepki göstermezler; kendi din-başlarına, haklı da olsa bir tenkit oku atılınca volkan gibi kükrerler, ateş püskürür, ortalığı velveleye verirler. Peygambere saldırılınca ses çıkartmıyor, tepki göstermiyor, din-başı eleştirilince havalara çıkıyor. Böyle Müslümanlarla köy olmaz, kasaba olmaz. Bunlar Müslüman müsveddeleridir.

Beşinci zaaf: Hadîs-i şerifte “Müslüman bir delikten çıkan tarafından ikinci defa sokulmaz” buyuruluyor. Müslüman bir kere aldatılabilir ama devamlı olarak aldatılamaz. Birtakım Müslümanlar on kere, yüz kere aldatılsalar, tekrar aldatılmaya hazırdır. Bunlar firâsetsiz, fetânetsiz, zekâsız, akılsız kimselerdir. Sayıları ne kadar çok olursa olsun bir işe yaramazlar, bir şey yapamazlar.

Altıncı zaaf: İlme, irfana, kültüre, kitaba, faydalı düşüncelere, sanata, hikmete; uyduruk bir cep telefonuna verdiği değer kadar değer vermeyen kimseler zekâ özürlü, bedevî zihniyetli kişilerdir. Bunlardan bir hayır gelmez. Yedinci zaaf: Gerçek, samimî, ihlâslı Müslüman fakr u zaruretten ölecek hale gelse bile din sömürüsü, mukaddesat bezirgânlığı yapmaz. Birtakım sahtekârların ve alçakların alabildiğine din sömürüsü yaptığı ve kınanıp dışlanmadığı bir ortam ve toplumda kurtuluş olmaz.

Sekizinci zaaf: Lüks, israf, aşırı tüketim, aşırı konfor, teknik cihazlara tapınma gibi şeyler öldürücü zaaflardır. Bunlara tutulmuş kişiler ve toplumlar zillet ve esaret içinde sürünmeye mahkûmdur. Dokuzuncu zaaf: Para ve mal, helâl olsa bile son derece tehlikelidir. Para kirlidir, kirletir. Parayı bir değer olarak kabul eden ve para kazanmak için her haltı yiyen kişilerin kurtulması mümkün değildir.

Onuncu zaaf: İslâmî bir toplum emr bi’l-mâruf ve nehy ‘ani’l-münker farizasını yerine getirmezse kurtulamaz. Onbirinci zaaf: Namazı terk eden ve şehvetlerine tâbi olanlar, kurtuluş yolunu kendi elleriyle kapatmış olurlar. Onikinci zaaf: İnsanın en büyük düşmanı kendi nefs-i emmâresidir. Nefsini dizginlemeyen, terbiye etmeyen, yularını nefsinin eline veren Müslümanlar izzete değil, zillete doğru koşarlar. 12 Nisan 2006