Pazartesi

 

Horlamak bir çeşit hastalıktır. Mutlaka tedavisi yapılmalıdır. Horlayanın kendisini görmesi ve duyması mümkün olmadığından kendisi horlamaktan rahatsız olmadığı için doktora gitmeye yanaşmaz ve tedavi olmak istemez. Çünkü o rahatsız olan değil, rahatsız edendir. Ama bu insanların mutlaka tedavisi yapılmalıdır.

Horlayanlar, çevreyi rahatsız ettiklerinden sosyal bir hastalıktır. Toplumda ayırımlara sebep olur horlama hastalığı. Kişiyi teninin renginden, fakirliğinden, dilinden, ırkından dolayı horlamak toplumda sınıf farkları meydana getirmek ve böylece çatışmalara sebep olmaktır. Bunun yanında kişinin kendisini de rahatsız ettiğinden kendisine zarar verdiğinden sağlık sorunu var demektir.

Horlamak, karşısındakini küçük görmek, hakir kabul etmek, rezil etmektir. Horlayan kişinin hasta olduğunu gösterdiği gibi horlanan kişinin de başarısına engel olur. Atalarımız, “Er horlamak pusturur, aş horlamak kusturur” demişler eşi de, aşı da, işi de horlamadan yapmak başarılı olmayı sağlar. Uyku halinde iken boğazımızdan çıkan horlamada kişi ve eşi rahatsız olurken, ruhi bir hastalık olan Hor görme, hor tutma, hor kullanma, hor bakma hastalığı bütün bir toplumu rahatsız eder.

Keşke hastahanelerimiz, “Uykuda horlamaya kesin çözüm” reklamları yaparken “İnsanları ve eşyayı hor görme hastalığı da tedavi edilir” diye bir reklam verseler çok iyi olur.

Ruhi rahatsızlık olan horlama eğer kıskançlık nedeniyle oluyorsa tedavisi kolay. Ancak beyinden gelen bir horlama ise tedavisi zor.

Solun yaşlı ve ünlü yazarı Müslümanlara “Taş” atarken bir yazısında Müslüman insanları küçümseyen ifadeler kullandıktan sonra

“Kanımı durduran ise çarşaflı bir kadının son model Mercedes’i sürerken görmektir”

demişti.

Bu tür horlama hastalığına tutulanlar hem kıskançlık krizine tutuldukları için hem de beyinden salgıladığı zehir nedeniyle horlama yapmaktadır. Tedavisi mümkün değil diyemem ama epey zordur. Müslüman’ın görevi de zoru göğüslemektir.

Çarşaflı iken Mercedes’e binen, İffetli bir şekilde makamın ve direksiyonun hakkını vermeye başlayınca makamı kendinden önce kapan, hortumu kesilenler, horlamaya başlarlar.

Hastalık belirtileri:

Ezanı, ses kirliliği olarak görür. Hac için harcanan paraları Arap’a giden ekonomi olarak değerlendirir. Kursağında kuzu eti varken, Kurban kesenleri hayvana eziyet edenler diye aşağılamaya başlar. Zinaya karşı tavır alan iffetli insanları “Gerici” olarak hor görür. Sinirlenir, omuzundan solumaya başlar, “Çıkarın bunu buradan” diye komutlar verir. Tansiyonu yükselir, abuk subuk konuşmaya başlar.

Tedavisi:

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini yaratan ve her ikisinden pek çok erkek ve kadını (yeryüzüne) dağıtan Allah’tan sakının.” (Nisa, 1) ayetini çokça tekrarlayarak bütün insanların aynı ana ve babadan dağıldıklarını hatırından çıkarmamalıdırlar.

“Ey iman edenler, hiçbir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınlarla (alay etmesin). Belki o kadınlar kendilerinden daha hayırlıdır. Kendinizi ayıplamayın. Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim de Tevbe etmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Hucurat, 11) ayetini okuyarak kimseye hor bakmamalıdırlar.

Horlayalanlar topluluğundan derhal ayrılıp, hoş görenler topluluğuna girmeli.

Sabataycılık ve Paranoyaklık

Sabataycılık meselesi Türkiye’nin gündemine girdi ama bazıları bundan pek memnun kalmadılar. Diyorlar ki:

– Türkiye’nin böyle bir meselesi yoktur. Bunun üzerinde israr edenler paranoyaktır.

– Sabataycılar kimliklerini kaybetmişler, Türk halkı içinde erimiş bitmişlerdir.

– Türkiye’de gizli bir Sabataycı saltanatı ve hâkimiyeti bulunduğu iddiası kuruntudan ibarettir.

Acaba gerçekten böyle midir? Soruyorum:

Birinci Soru: Dünyanın bütün demokratik, ileri, dengeli, sağlıklı ülkelerinde, oradaki dominant din (yahut bellibaşlı dinlerle) devlet arasında müzmin bir zıtlık, uyuşmazlık, çekişme, kavga yoktur da Türkiye’de niçin vardır? Böyle bir kavgayı, halkın çoğunluğunu teşkil eden Müslümanlar istemediğine göre kimler istemekte ve sömürmektedir?

İkinci Soru: Basında, televizyonlarda, üniversitenin idareci ve kurmay tabakasında Sabataycıların, ülkedeki nüfus oranlarına göre çok kalabalık olmaları kör bir tesadüfün eseri midir, yoksa onlar köşebaşlarını planlı, programlı, kasıtlı bir şekilde mi tutmuşlardır?

Üçüncü Soru: Dünyanın hiçbir medenî ve hukuklu ülkesinde dindarlık suç sayılmadığı halde, Türkiye’de dindarlar niçin devlet için bir tehdit ve tehlike olarak görülmektedir? Hatta bazıları onlara niçin iç-düşman olarak bakmaktadır?

Dördüncü Soru: Son 125 senelik tarihimizdeki ihtilal, inkılap, darbe, tanzimat, devrim (veya devirim), tarihî devamlılıktan kopma hadiselerinde kimler öncülük etmişlerdir?

Beşinci Soru: Hiçbir demokrat, ileri, hukuklu, dengeli, medenî ülkede resmî ideoloji bulunmadığı halde Türkiye’de böyle bir ideolojiyi devlete, halka, millî iradeye kimler empoze etmektedir?

Altıncı Soru: Türkiye’de laikliği kimler çığırından çıkartmıştır? Agresif, aşırı, militan, fanatik laikçilerin yüzde doksanının Sabataycı olması bir tesadüf müdür?

Yedinci Soru: Üniversitelerdeki başörtüsü krizini kimler çıkartmıştır? Kimler sürdürmektedir? Bu konuda meselenin bir halkoyuyla çözüme kavuşturulmasını kimler engellemektedir?

Daha böyle onlarca soru vardır ama bu kadarı yeter. Evet Türkiye’de; hem devlete, hem halka, hem de ülkeye zarar veren birtakım inatçılıkları kimler yapmaktadır?

Ortada vahim iddialar var. Pembeler zahiren Türk ve Müslüman görünüyorlarmış ama kendi aralarında Türklere ve Müslümanlara acı soğan diyorlarmış. Nâdir istisnalar dışında Türklerden ve Müslümanlardan kız alıp vermiyorlarmış…

Efendim, bunlar paranoyakça kuruntulardır…Ya öyle mi? Peki ilmî araştırma kitaplarında, makalelerde, ciddî ansiklopedi bentlerinde yazılı olan bu gibi iddiaların hepsinin de gerçek dışı olduğunu mu sanıyorlar? Öyleyse paranoyak ve kuruntulu olanlar kendileridir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin yayınladığı Türkiye Ansiklopedisi’nin, İslâm Ansiklopedisi’nin Dönmeler’le ilgili maddelerini okuyunuz. İhtiyatlı ve ılımlı bir üslupla yazılmışlardır ama yine de gözden kaçmış nice gerçekler yer alıyor. Türkiye’nin dominant dini İslâm’dır.Türkiyelilik kimliğinde İslâm’ın büyük yeri ve ağırlığı vardır. İslâm’ı bir tehdit ve tehlike olarak görerek Türkiye’nin yücelmesine ve güçlenmesine hizmet edilebilir mi? Yakın tarihimizde edebî, yazılı, zengin, engin Türk lisanını kimler bozmuş, kuş diline çevirmiştir? İslâm’a düşman bir milliyetçilik ve Türkçülük hareketini, Tekin Alp takma adını kullanan Moiz Kohen’in çıkartması konusunu kurcalamak paranoyaklık mı olur?

Fransa’da sadece resmî devlet liselerinde başörtüsü yasaklandı. Orada üniversitelerde, katolik okullarında, özel liselerde başörtüsü serbesttir. Bizim büyük medyada bir takım Pembelerin ve Benzetilmişlerin, sanki Fransa’nın büyük okullarında ve üniversitelerinde başörtüsü yasağı varmış gibi hareket etmeleri medya etiğine ve namusuna uyar mı?

Müslümanlar geleneksel İslâm dininden memnun ve razıdırlar. Dinde reform ve yenilik hareketini dindar Müslümanlar çıkartmadığına göre, kimler çıkartmıştır? Sakın bunlar, bizim mâlum ve mâhud Pembeler olmasın? Yalçın Küçük, yakın zamanda yazdığı Sabataycılarla ilgili kitaplarda onların iki marifetinden bahs ediyor:

– Onlar önemli mevki ve mevzileri, köşebaşlarını ele geçirirler,

– Onlar Türkiye rantının arslan payını yerler diyor.

Türkiye’nin gelirinin yüzde altmışını küçük bir azınlık elde ediyor, geri kalan yüzde kırk hisse halkın ezici çoğunluğuna yetmiyor.

Müslüman Türk halkının; İngiltere, ABD, Kanada, İsveç, Almanya, Avusturya gibi ülkelerdeki geniş din hürriyeti gibi bir hürriyeti yoktur. Din, inanç, vicdan, inandığı gibi yaşamak hürriyeti konusundaki engelleme ve kısıtlamaları Müslüman Türkler yapmadığına göre kimler yapmaktadır? Sakın bizim Pembeler olmasın bunlar?

Efendiler! Bu ülkede bin türlü kriz, rezalet, yolsuzluk, fenalık, fitne ve fesat görülüyor. Düşünenlerin, yazanların bunları sorgulaması gayet tabiîdir.

Türkiye niçin Ortadoğu’nun Japonya’sı olamamıştır? Türkiye niçin bu kadar büyük borca batırılmıştır? Türkiye’de tam bir demokrasi niçin kurulamamaktadır? Türkiye’nin niçin, biri uydurma ve yapay, diğeri gerçek iki gündemi vardır ve büyük medya gerçek gündemi niçin dile getirmemektedir.

Yakın tarihimizde yurt sathında binlerce İslâm kabristanının düzlendiği, yapılaşmaya açıldığı, yağma edildiği halde niçin Üsküdar’daki Dönme mezarlığının bir taşına bile dokunulmamış, aynen muhafaza edilmiştir? Sabataycılar konusunda ortaya atılan iddiaların yüzde yüzü doğru olmayabilir. Lakin yüzde yüzünün de yersiz ve yanlış olduğunu iddia etmek mümkün müdür? Bunca duman olduğuna göre mutlaka ateş de vardır, değil mi? Büyüklerimizden biri “Hakikat şimşeği fikirlerin çarpışmasından çıkar” demiş. Sabataycılığın tartışılmasından, sorgulanmasından niçin korkuyorsunuz, tedirgin ve rahatsız oluyorsunuz? Bu konuyu dile getirenleri paranoyak olmakla suçlamak pek ucuz ve acemice bir ört-bas etme değil midir?

Pembelerin tahribatı yüzünden bu toplum şifahî bir toplum haline geldi. Hâfızasız, meraksız, dikkatsiz bir toplum oldu. Medenî ve yazılı bir toplum olsaydı bu Sabataycılık meselesi çoktan yüzde doksan gün ışığına çıkarılırdı ve o zaman biz mi paranoyak ve kuruntulu, yoksa bizi suçlayanlar mı, kolayca anlaşılırdı. Bu meselenin Türkiye’nin gündeminde kalması Türkiye’nin menfaatinedir. 19 Ekim 2004