Cumartesi yazısı çıkmamışHakim ve savcıların, polislerin, subayların, öğretmenlerin, profesörlerin, Mason localarına üye olmaları yasaklanmalıdır. Çünkü Masonluk elitist, tekelci, gizli, beynelmilel (uluslararası), dışa bağlı ve bağımlı bir teşkilâttır.

Namaz kılan, içki içmeyen, eşlerinin başları örtülü olan bazı devlet memurları hakkında muamele yapıldığına, hattâ bunların işlerinden atıldığına, sürüldüğüne, dair haberler alıyoruz. Peki uluslararası gizli Farmasonluk teşkilâtına üye olan memurlar için ne yapılmaktadır?

Masonluk aleyhtarı bir vatandaşım. Masonluğa karşı yazı yazıyorum. Mason bir yargı mensubu beni muhakeme ederken bîtaraf ve âdil olabilecek midir?

Adalet mülkün temelidir diyoruz. Evet, Hazret-i Ali’nin bu vecizesi çok doğrudur. Gerçek adalet olması için birtakım temel şartların mevcut bulunması şarttır:

(1) Ülkedeki en üstün değerin hukuk olması, hukukun üstünlüğü prensibinin hâkim olması gerekir.

(2) Devletin, siyasî iktidarın, başka güçlerin üzerinde hukuk bulunmalıdır.

(3) Hukuk sisteminin, o ülkenin kimliğine, kültürüne, sosyal yapısına uygun olması; bunlara ters düşmemesi gerekir.

(4) Pozitif kanunlar hukuka ve adalete uygun olmalıdır. Bir adama saldırıp onun gözünü çıkartana bir iki yıl hapis cezası veriliyor; bir gözlük gasb eden yirmi yıl hüküm giyiyor. Bunlar kanunla oluyor ama o kanunlar kesinlikle âdil değildir.

(5) Hukukun, adliye sisteminin iki ana vazifesi vardır. Biri suç işlenmesini önlemek, ikincisi işlendiği takdirde cezalandırmak. İyi bir hukuk sisteminde, sağlıklı bir ortamda çok suç işlenmez. Hukuk sistemi, suç işlenmesini asgarî seviyeye indiremiyorsa uygun ve yeterli değildir.

(6) Ceza verildiği takdirde de, o cezanın başkalarına ibret-i müessire olması, suçluyu tenkil etmesi gerekir.

Ülkemiz fokur fokur kaynayan bir kazana döndü. Her sahada vahim ve büyük krizler var. Hukuk, yargı konusunda da büyük dertlerle, problemlerle karşı karşıyayız. Halkın yarısı birbiriyle nizalıymış, her yerde mahkemeler var, lâkin davalara bakmaya yetişemiyorlar. Cezaevlerinin halini görüyorsunuz. Ateş bacayı sarmıştır.

Bir toplumda Allah korkusu kalmayınca o toplum bahtına ağlasın. Kanun korkusu olmazsa yine batış ve çöküş olacaktır.

Son yetmiş beş yıllık tarihimizde sık sık çıkartılan aflar, kanunların ve ceza sisteminin altını oymuştur.

On seneden fazla bir zaman oluyor, Milliyet gazetesinde okumuştum: Küçük bir çocuk manavdaki şeftalileri görüyor, isterim diye ağlamaya başlıyor. Parası olmayan abla manavdan küçük kardeşine yedirmek için bir adet şeftali çalıyor, yakalanıyor ve hapse tıkılıyor… Evet bu aynen olmuştur. Peki, manavdan bir adet şeftali çalan kızı cezaevine tıkan hukuk ve adalet sistemimiz milyarlarca dolar çalan, hortumlayan, götüren iri, saygın, önemli, kodaman hırsızlara karşı ne yapıyor?

Ülkenin kimliğine uygun bir hukuk sistemine sahip miyiz?

Tercüme kanunlarla, rastgele hazırlanıp yürürlüğe konulan pozitif metinlerle bir yere varılamaz. Hukukun, kanunların metafizik, transandantal kökleri olmalıdır.

Yıl 1949, iktidarda CHP var, cumhurbaşkanı İsmet İnönü’dür. Ezan-ı Muhammedî okumak yasak. İstanbul Üniversitesi, şehrin müftüsü büyük fıkıhçı Ömer Nasuhi Bilmen hocanın “Hukuk-i İslâmiyye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye Kamusu”nu yayınlamaya başlıyor. Üniversite rektörü Ord. Prof. Dr. Sıddık Sâmi Onar bir önsöz yazıyor ve orada şu cümleyi kullanıyor: “İstikbalin kanun vâzıları (Geleceğin kanun yapımcıları), hazırlayacakları kanunları bu kitaptan çıkartacaklardır.” Sıddık Sami Onar batıcı lâik, çağdaş, Atatürkçü bir kimseydi ama geniş hukuk kültürüne sahipti, uzak görüşlüydü, birtakım gerçekleri görebiliyordu. Şimdi Alemdaroğlu’nun rektörlüğü zamanında İstanbul Üniversitesi böyle bir kitap yayınlayabilir mi? Rektör önsözünde böyle bir cümle kullanabilir mi? Maalesef ne Ömer Nasuhi hocalar kaldı, ne de Sıddık Sami gibi profesörler.

Şu anda memleketimizde kendilerini hukukun, devletin, anayasanın, Meclis’in, millî iradenin, milletin, devletin, millî menfaatlerin üzerinde gören birtakım kişiler ve müesseseler vardır. Bunların dediği dediktir. Zorlayıcı, baskıcı, tehdit edici tutumları ve siyasetleri ile ülkeyi nereye getirdiklerini üzüntü ile görüyoruz.

Sayın Cumhurbaşkanımız mâzisi temiz, siyasî bulaşıklığı olmayan, bürokrasiden gelmiş aydın bir devlet başkanıdır. Çığırından çıkmış işleri düzeltmeye uğraşıyor. Başarılı olmasını Allah’tan niyaz ediyoruz.

Medenî, ileri, hukukun üstünlüğü prensibiyle idare edilen ülkelerde önemli konular halka sunuluyor, onun kararı ile hareket ediliyor. İsviçre’de, Avrupa Birliği’ne girilip girilmemek hususunda halkoylaması yapıldı, halk kabul etmedi.

Bizde de önemli, hayatî krizlerde bu yola başvurulmalıdır. Meselâ başörtüsü serbest mi olsun, yasak mı olsun; bu konu niçin halka sorulmuyor? Çünkü biliyorlar ki, halk bu mevzuda serbestliği, çoğulculuğu istemektedir, bu da bazılarıın işine gelmez.

Sokaklarda, caddelerde başı örtülü genç hanımlarla başları açık hanımların birlikte gezdiklerini görüyorum. Zorlayıcı ve baskıcı egemen büyüklerimiz de keşke o kızlar kadar geniş, kucaklayıcı, toleranslı olabilseler.

Başörtüsü serbest bırakılırsa ileride Müslümanlar herkesin başını örttürürlermiş… Geleceğe yönelik böyle bir endişe hukuk mantığına ve tefsirine sığar mı? Kuruntularla, vehimlerle hürriyetleri kısıtlamak, temel hakları çiğnemek doğru mudur? “İleride suç işleyebilir…” kapısını açtınız mı, oradan içeriye nice aşırılık, zorbalık, baskı, saçmalık ve fenalık girer.

Bazıları eski kanunlardan hoşlanmaz, onların atılmalarını, yerlerine yeni, yepyeni kanunlar yapılmasını isterler. Halbuki, birçok şey gibi kanunlar konusunda da eskileri makbuldür. Eski kaşarın daha lezzetli ve kıymetli olması gibi. Sık sık kanun değiştiren bir toplumda anarşi başlar.

Sâbık cumhurbaşkanı bir beyanda bulunmuş, “Kur’ân’daki 330 âyetin hükmü kalmamıştır, çünkü onların yerine pozitif kanunlar yapılmıştır” demişti. İmanlı ve dindar vatandaşları üzen, yaralayan, dehşete düşüren bu talihsiz beyan ilim, irfan, mantık, hikmet bakımından ne kadar sakıncalı ve yanlıştır. Pozitif kanunlar bugün var, yarın yoktur. Kur’ân ise Kelâm-ı Kadîm’dir, Kıyamet’e kadar baki kalacaktır. Kutsal kitabımızdan değil 330 âyet, bir harf bile çıkartılamaz.

En iyi kanunlar, en az kullanılan kanunlardır. En iyi mahkeme, işsiz kalan mahkemedir. En iyi hapishâne, içinde mahkum ve tutuklu olmayandır.

Eskiden bu memlekette karakola düşmek, mahkemeye gitmek ayıp sayılırdı. Birçok ihtilâf ve niza köylerde, mahallelerde, kahvehanelerde halk tarafından halledilir, polislere ve hâkimlere iş bırakılmazdı.

Adaletin en büyük yardımcısı vicdanlardaki Allah sevgisi ve Allah korkusudur. Bu duygu zayıflayınca, zayıflatılınca dirlik ve düzen kalmaz. 24 Aralık 2000