Hurafe Değil Menkıbe!..
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Ocak 2019
Pazartesi
Birkaç seneden beri yüz binlerce, milyonlarca Müslüman Gelibolu yarımadasındaki Çanakkale Şehitleri’nin mezarlıklarını ziyaret ediyor. Bu ziyaretler, söylemeye hacet yok, dinî ve millî duygularla yapılıyor; gidenler Yâsin okuyor, Fâtiha okuyor, dua ediyor… Bu dinî turizm birtakım Beyaz Türkleri son derece rahatsız ediyor, çileden çıkartıyor, Beyaz gazetelerde
bahsediliyor. İnançsızlar, Müslümanların dinî inançlarına, heyecanlarına, 1915’te oralarda görülen olağanüstü hadiselere, menkıbelere hurafe diyorlar. Bu gibi yayınlar din ve inanç hürriyetine saldırıdır. Kur’ân “Şehidlere ölüdürler demeyiniz…” buyuruyor. Biz Müslümanlar Allah için, Resûlullah için, İslâm için, mukaddesat için, ölenlere şehid diyoruz. Onların büyük manevî derece ve rütbeler kazanmış olduklarına inanıyoruz. Bir ateist, bir Sabataycı, bir Beyaz Türk bizim bu inançlarımızı paylaşmayabilir. Paylaşmazsa bu onun bileceği birşeydir. Lakin bize, dinimizden, inançlarımızdan dolayı saldırmaya hakkı yoktur.
Çanakkale’de,
önlemek için, resmî rehberlik belgesi olmayanların ziyaretçi gruplarına kılavuzluk yapması, bilgi vermesi yasaklanmış. Bu yasak, temel insan haklarına, hukuka, adalete, demokrasiye aykırıdır. Elbette herkes turist rehberliği yapamaz. Ancak, Çanakkale’deki durum başkadır. Diyelim, Balıkesir’den bir otobüs dolusu Müslüman Gelibolu’ya geliyor, şehitlikleri ziyaret ediyor. Onların içindeki veya başındaki kültürlü bir zatın veya bir hocanın izahat ve bilgi vermesi, Kur’ân okuması, dua etmesi yasaklanamaz ve önlenemez. Böyle bir hizmeti yapmak için resmî rehberlik belgesine sahip olmak gerekmez. Elimden gelse, her yıl beş milyon vatandaşı Gelibolu’ya götürürüm, her kafileye hâfızlar, kasidehanlar, ilahiciler, duagûlar ve bilgi verecek kılavuzlar koyarım. Giderler, dua ederler, Kur’ân okurlar, ağlayan ağlar, duygulanan duygulanır, ibret alan alır. Bu anlattığım şeyin hurafe ile, gericilik ile hiçbir ilgisi yoktur. Bunlara hurafe ve gericilik diyenler halt ediyorlar.
Bir de, Necid’de zuhur etmiş bozuk bir mezhebe bağlı olanlar veya oradan câize alanlar,
şeklinde konuşuyorlar. Onlar da yalan söylüyor. İslâm dininde kabir ziyareti vardır. Evliyaullah’tan ve eski büyüklerden birinin türbesi de bir kabirdir ve Müslümanlar bu gibi yerleri ziyaret edebilirler. Bir kabrin başında Fatiha okuyup sevabını orada yatan mevtaya bağışlamak kesinlikle şirk değildir. Anadolu evliyalar yurdudur. Müslümanların eski din hocalarının, gerçek şeyhlerin, kamil mürşidlerin, fukahanın, müfessir ve muhaddislerin kabirlerini ziyaret etmeleri, kınanacak bir şey değil, aksine öğülecek hayırlı bir şeydir.
Yine imkânım olsa, yılda on iki ay devam edecek yurt çapında bir inanç ve din turizmi başlatırım. Mesela bir pazar günü sabah namazı bir camide kılındıktan sonra bir otobüs dolusu Müslüman Göynük’e doğru yola çıkar. Yolda Geyve’de bir lokantada çorba içerek kahvaltı yaparlar. Göynük’e giderler. Akşemseddin hazretlerinin türbesini ziyaret ederler, içlerindeki bir hafız Yâsin okur, biraz şehri gezerler, öğle yemeğini orada mütevâzı bir lokantada yerler veya fırından ekmek, bakkaldan peynir ve başka katıklar alarak çimenlik bir yerde karınlarını doyururlar. İsterlerse Mudurnu’ya kadar uzanırlar. Taraklı’dan sonra yol kenarında mütevâzı bir kaplıca var. Erkeklere ayrı, kadınlara ayrı bölümleri bulunuyor ve son derece ucuz. Oraya giderler şifalı suda yıkanırlar. İslâm büyüklerinin türbelerine gitmek elbette ki, plaja, meyhaneye, fısk ve fücur yerlerine gitmekten hayırlıdır.
Bu hayal ettiğim gelişmeler gerçekleşse birtakım ‘Beyaz’lar avaz avaz, ciyak ciyak bağıracaklar: “Eyvah eyvah ya ehle’l-mesih… İrtica aldı yürüdü, hurafeler ortalığı istilâ etti!..” İstedikleri kadar bağırıp çağırsınlar. Biz onlara bağırmak özgürlüğü tanıyoruz, onlar da bizim inançlarımıza, dinî ziyaretlerimize karışmasınlar.
Dinimizde ziyaretin adabı vardır. Din bize “Bu ilaç başımın ağrısını geçirdi…” şeklinde konuşmamıza bile izin vermiyor. Nasıl denilecek? “Bu ilaç Allah’ın izni ile, O’nun şifa yaratması ile başımın ağrısını geçirmeye vesile oldu…” denilecek. Böyle bir inanca ve zihniyete sahip olunacak.
Bilenler bilir, bilmeyenler inkâr eder; bir ruhaniyetler âlemi vardır. Ricalullah vardır, kutub, gavs, nüceba, nükeba, ebdal ve başka rical-i gayb vardır. Bunlar bu dünya, insanlık, bir şehir veya karye halkı, bir toplum için bereket, hıfz, Allah’a manevî takarrüb vesileleridir. Ağır bir yük taşıyan bir Müslümanın, arkadaşına “Şu yükü taşımama yardım ediver…” demesi nasıl şirk değilse, ruhaniyet sahiplerinden manevî yardım istemek de değildir.
Asıl büyük şirk benliğine, nefs-i emmâresine tapmaktır. Ben ben ben… demektir. Birtakım rühbanları erbab haline getirmektir. Yavuz Sultan Selim Han devri ulemasından İbn Kemal hazretleri, velileri şöyle anlatıyor. Onlar bu dünya hayatında kın içindeki kılınç gibidir. Öldükten sonra dünya kınından sıyrılmış olurlar ve daha keskin hale gelirler.
Mezarlık, kabir, türbe ziyareti konusunda Ehl-i Sünnet ve Cemaat uleması, fukahası, gerçek şeyhler, kâmil mürşidler, büyük müftüler ne demişlerse o bilgilere uyalım. İbn Teymiyye, Muhammed İbn Abdülvehhab gibi gulüvve kaçmış kimselere uymayalım.
İslâm’da tevessül vardır, istigase vardır. Bu konuda Arapça’dan dilimize muteber kitaplar tercüme edilmiştir. Zihinleri karışmış kardeşlerimiz onları okuyabilirler. Bu konuda aşırı ve uç fırkaların doktrinlerini benimsemeyelim.
Birtakım agresif ve anti-demokrat zihniyetli ve tutumlu
Mehmed Akif’in kaleme almış olduğu millî marşımıza son derece karşıdırlar. Ellerinden gelse kaldıracaklar ama bunu yapmaya güçleri yetmiyor. Niçin düşmanlar? Çünkü onda ezan var, din var, iman var. Bu zihniyete sahip olanlar şairimizin Safahat adlı kitabına da karşıdır. Geçenlerde bir gazete, başındaki 160 sayfalık önsöz dolayısıyla, Safahat’in okul çocuklarına dağıtılmasına karşı çıktı, hayli yaygara koparttı. Bu önsözün konusu nedir? Öncelikle Safahat’tir, Mehmed Akif’tir, onun fikirleri, görüşleri, Millî Mücadele’den sonra Mısır’a gitmesi ve bunlara benzer konulardır.
Madem ki, Atatürkçüdürler, niçin ikisine birden karşı olmuyorlar? Sebebi var: Akif dindardır, Nazım komünisttir…
Bu memlekette savcılar var. Yayınlanan bir kitapta kanunlara aykırı bir şey varsa dâva açarlar, mahkeme iddiayı sâbit görürse ceza verir. Hiçbir Beyaz gazete ve Beyaz gazeteci kendini savcı ve hakim yerine koyarak bir kitapta suç bulunduğunu iddia edemez ve bizzat ceza veremez. Böyle bir davranış ilkelliktir, fikir hürriyetine, insan haklarına, medeniyete aykırıdır.
Böyle adamlar kesinlikle samimî Atatürkçü olamaz. Çünkü bir yandan Atatürkçü geçiniyor, öbür taraftan Atatürk karşıtı olan, Atatürk rejimini devirmek için harekete geçmiş olan, yakalanıp ağır hapse atılmış olan, onbeş sene hapiste kalmış olan, sonra Sovyetler Birliği’ne kaçıp Moskova hava alanında uçaktan inince gazetecilere
diyen Nazım’ı çok seviyorlar ve tutuyorlar. 04 Temmuz 2006