Çarşamba

 

Ortadoğu’nun, Kuzey Afrika’nın bazı ülkelerinde, temel insan haklarını ihlâl eden anti-demokratik rejimler camiye, namaza, cemaate karşı baskı tedbirleri almıştır. Öyle Müslüman ülkeler vardır ki, bir memurun, bir üniversite öğrencisinin camiye gitmesi, namaz kılması onun için iyi olmaz. Orada, açıkta namaz kılmak bir cesaret meselesidir ve bunu yapan, yüklü faturasını öder…

Peki oralarda ezan okunmuyor mu, camiler açık değil mi, cemaatle namaz kılınmıyor mu? Elbette bu sayılanlar var; var ama sinsi bir baskı var, sindirme var, göz korkutma ve dolaylı şekilde cezalandırma var.

İslâm ülkelerinden birinde camiler sadece tam namaz vakti açılıyor, namaz kılınıyor ve ibadet yeri hemen kapatılıyor.

Yine aynı ülkede, büyük şehirlerde vakit namazları için bütün camiler aynı saatte açılmıyor; ayrı ayrı saatlerde açılıyor.

Böylelikle Müslümanların camilerde toplanması, tanışması, görüşmesi önlenmiş oluyor.

Gerçeğe ne kadar uygundur bilmiyorum ama bir Müslüman ülkede, sabah namazı vaktinde bazı vazifelilerin ışıkları yanmış olan evleri tesbit ettiklerini bile duydum. Sabah namazına kalkanları fişliyorlarmış.

Türkiye’de, Batı ülkelerinde olduğu gibi yüzde yüz bir din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti yoktur ama bizde, yukarıda anlattığım şekilde baskılar yapılmamaktadır. Buna da şükür.

Bizde camiler açık, cemaat halinde ibadet etmek serbest, lâkin Müslümanlar bu hürriyetin kıymetini bilmiyorlar ve bunu iğtinam etmiyorlar (bundan yararlanmıyorlar.)

Geçen cumartesi gecesi yatsı namazını kılmak için Sultanahmet Camii’ne gittim.Havaların ısınmış olmasına rağmen o ulu mabette bir saf bile cemaat yoktu. Etraftaki açık çay bahçeleri, canlı müzikli (çalgılı, şarkılı) yerler lebaleb doluydu. Cami boştu…

Allah saklasın bizde de bir diktatörlük kurulsa ve camiler, cemaat, namaz üzerinde baskılar başlasa; hattâ çok ileriye gidilse ve camiler kapatılsa Müslümanlar sızıldanıp ağlayacaklar, “Ah camiler, vah camiler!.. Açık olsalar da gidip namazlarımızı cemaatle, huşû ve hudû’ içinde kılsak… Zalimler bize bu izni ve imkânı vermiyorlar…” diyeceklerdir.

Biz Türkiye Müslümanları çok gevşek, çok kalitesiz, çok gayretsiz, çok himmetsiz, çok şuursuz Müslümanlarız. Ezan-ı Muhammedî okunur, biz camilere, cemaate, birlikte kılınan namaza koşmayız. Serbest olduğu kadar, yapabileceğimiz kadar emr-i maruf ve nehy-i münker yapmayız. Birlik ve beraberliğe önem vermeyiz, birbirimizi desteklemeyiz, imkânlarımızın elverdiği derecede, yapmamız gerektiği kadar hayr u hasenat yapmayız…

Biz elbette Müslümanız ama nasıl Müslümanlarız? Vasıflı, âlâ dereceli, yüksek, şuurlu Müslümanlar mıyız? Yoksa âciz, mıymıntı, döküntü, şuursuz, kalitesiz Müslümanlar mı? Bunun cevabını ben vermeyeyim, vicdanınıza sorunuz ve cevabını ondan alınız…

Türkiye’de yüzde yüz, dört başı mâmur, medenî ve hukuklu Batı ülkelerinde olduğu gibi bir din hürriyeti yoktur ama yine de din hürriyeti vardır. Peki biz bu hürriyetin olduğu kadarını kullanıyor muyuz, bundan yararlanıyor muyuz?Maalesef hayır!

Camiler açıktır, ezanlar okunur, bizler camiye, cemaate gitmeyiz. Hele okumuş, zengin, makamlı mevkili, imkanlı, yüksek tabaka İslamcıları camide vakit namazlarında hiç göremezsiniz. Onların başka önemli işleri, bazısının karışık muameleleri vardır. Bunlarla uğraşmaktan camiye, cemaate, topluca kılınan namaza gelmeye vakit bulamazlar.

İslâm’ın inanç, ibadet, ahlâk, fıkıh, tasavvuf (Şeriata uygun olma şartıyla) bilgilerini yaymak, Ümmet-i Muhammed’i uyarmak ve kültürlendirmek, öğrencilerimize rehberlik etmek, ev hanımlarımızı ve Müslüman genç kızları daha iyi, daha vasıflı, daha uyanık Müslümanlar haline getirmek için küçük kitaplar, broşürler hazırlatıp, bunları milyonlarca nüsha bastırıp dağıtamıyoruz.

Yaz tatili geldi. Onbeş yaşından küçük çocuklara din ve Kur’ân dersi okutulması yasak. Ders okutmak yasak ama onlara broşür, kitap vermek, bunları okuyarak dindar ve bilgili olmalarını sağlamak da yasak mı, suç mu? Değil. Peki, biz bu yaz tatilinde çocuklarımıza dağıtmak ve okutturmak maksadıyla kaç çeşit broşür hazırlattık ve bunları kaç milyon adet bastırttık?

Din ve Kur’ân dersi vermek yasak ama bilgi, kültür, sanat, beceri, hüner dersleri ve kursları yasak değil.Peki bizler öğrencilerimiz için böyle kursların hazırlığını yaptık mı? Bu ülkenin iki yüz kadar geleneksel sanatı var. Bunların on kadarı yaşıyor, geri kalanının çoğu çökmüş, unutulmuş, bitmiş vaziyette. Yaz aylarında bunları canlandırmak için kurslar açılsa, ehliyetli öğretmenler bulunsa ve on binlerce, yüz binlerce çocuğumuz, gencimiz, halkımız bunları öğrense, bazıları ileride bu sanat ve zenaatlerle ekmek yese, para kazansa iyi olmaz mı, hayırlı bir iş yapılmış olmaz mı?

Vahim bir bozulma ve kötüleşme var ama, halkın ve gençliğin tamamı bozulmuş, kötüleşmiş değil. Milyonlarca vatandaşımız, gencimiz henüz bozulmamıştır. Ancak onlar rehberlik bekliyor, hizmet bekliyor, uyarı, yol gösterme bekliyor. Biz bunları onlara sunabiliyor muyuz?

Bu yazımın başında, geçen cumartesi gecesi yatsı için Sultanahmet Camii’ne gittiğimi yazdım. O gece orada çok üzücü, çok düşündürücü, çok vahim bir hususu öğrendim, gördüm. İleride bu konuda uzun bir yazı yazacağım, şimdilik sadece bir kaç satırla bilgi vermek istiyorum:

Bundan birkaç sene önce, o ulu mâbedimize çok kıymetli iki hüsn-i hat levhası konulmuştu.

Birincisi: Değerli hattatımız yüksek mimar Ali Toy beyin yazmış olduğu, caminin bânisi (kurucusu) cennetmekân Sultan Birinci Ahmed Han hazretlerinin, Resûlullah Efendimizin (Salât ve selâm olsun) kadem-i şerefleri emaneti ile ilgili kıt’asıydı. Çividî zemin üzerine talik hatla ve altın yaldızla yazılmıştı. Güzel bir çerçeve içindeydi.

İkincisi: Değerli hattat Fuad Başer bey tarafından yazılmış ve nefis bir şekilde tezhiblenmiş bir hilye-i şerif levhasıydı. Onun çerçevesi de çok zarif ve güzeldi.

Bu iki levha da kıble duvarında değildi. Yani camilerin kıble duvarları süslenemez bahanesi yoktu ortada. Peki, kaç seneden beri o camide bulunan o iki güzel, sanatlı, zarif levha niçin bir resmî makam tarafından kaldırtılmıştır?

Kıble duvarlarındaki iğrenç, berbat, zevksiz, değersiz saatlerden, dolaplardan, hoparlörlerden, ışıldaklardan, vantilatörlerden, şamdanlar üzerindeki fanuslardan ve diğer ıvır zıvırlardan rahatsız olmayanlar, bunlara bid’at demeyenler o iki nefis sanat eserini niçin kaldırttılar? Vantilatör, ışıldak, fırıldak, zırıldak bid’at olmuyor, rahatsız etmiyor da güzel şekilde yazılmış tezhiblenmiş, çerçevelenmiş âyet, hadîs levhaları mı oluyor?

Müslümanlar! Bu işin üzerinde durunuz. 15 Mayıs 2003