Hüzün ve Üsküdar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Cumartesi
Aradan altmış küsur yıl geçtikten sonra bir gün merhume teyzem Hamdune hanımla birlikte o sokağa gitmişler, evin kapısını çalmışlar. Açan kişiye
demişler. Eksik olmasınlar evdekiler
diyerek onları içeriye almış ve iki ihtiyar kadın orada mezarlığa bakan sedire oturup hıçkıra hıçkıra ağlamışlar.
Üsküdar Belediye Başkanı
beyefendi ile hususî kalem müdürü
beyefendinin gayret ve himmetleriyle yayınlanmış olan
(1999 İst.) başlığını taşıyan güzel kitabı tedkik ederken birden bire hatırıma annemle teyzemin o eski küçük Üsküdar evine gidip ağlamaları geldi.
Benim Üsküdar ile ilgili hatıralarım
kadar dayanır. 1940’da Galatasaray mektebinin Ortaköy’deki ilk kısmına yatılı olarak kaydedilmiştim. Mektep binası deniz kenarındaydı.
Üsküdar o zamanlar bugünkü gibi taş ve beton yığını değildi.
Nüfusu azdı, halkı muhafazakârdı, dindardı. Vapur iskelesine çıktınız mı tramvaylar vardı. Bir hattı ta Kısıklı’ya kadar giderdi. Kadıköy tramvayına binerseniz aktarma yaparak Bostancı’ya, Moda’ya, Fenerbahçe’ye kadar uzanabilirdiniz.
50’li yıllarda Sultantepesi’nde Kazanlı Abdullah beyin köşkünün bir bölümünde kiracı olarak ikamet ettik. Abdullah bey Bolşevik ihtilâlinde Rusya’ya gitmiş ve bir daha dönmemiş.
Bizim kiracılık zamanımızda
vardı. Naciye hanımın zevci
beymiş.
Şimdi Müslüman tabibler bu güzel töreyi devam ettiriyor mu?
Kazanlı Abdullah beyin köşkü geniş bir bahçe içindeydi.
Gece yatakta, denizden geçen buharlı gemilerin uskur
gümbürtülerini duyardım. Fecir vakti, Beşiktaş’taki Sinan Paşa Camii’nde okunan ezanlar da duyulurdu. Bitişikteki köşk vaktiyle
Biraz yukarıda
vardı.
Fıstıkağacı civarında da oturduk.
Fıstıkağacı’ndan Üsküdar’a doğru inerken her taraf boştu, kırlık araziydi. Bostanlar vardı. Sağ tarafta Selanik Dönmeleri Mezarlığı -ki halen duruyor- yer alırdı. Çok eskiden oralarda bülbüller öter, halk dinlemeye gelirmiş. Şimdi bülbül falan kalmadı, her yeri kargalar sardı. Çılgın ve kuduz yapılaşma esnasında
Köprü’den Üsküdar’a küçük buharlı gemiler sefer ederdi.
Bugün gazetesini çıkardığım yıllarda
Vapurun yaşlı bir çaycısı vardı. Garsonu yoktu, önce çayı demler, sonra bardakları tepsiye doldurur, müşterilere dağıtırdı. Bana
diye sormazdı. Onun devamlı müşterisiydim. Çok güzel çay yapardı. Eminönü’ndeki son vapuru kaçırdığım zaman Kabataş’a yollanır, oradan karşıya araba vapurlarıyla geçerdim. O tarihte Boğaz’da köprü olmadığı için bu vapurlar sabaha kadar çalışırdı. Yandan çarklı tarihî ve antika bir
vardı ki, ona binmekten ayrı bir haz alırdım.
Üsküdar İskelesi’nin karşısındaki
arkasında bahçeli ahşap evler ve konaklar mevcuttu. Bunların hepsi yıkıldı, yerlerine suratsız beton binalar yapıldı. Bu yeni binalar ne kadar çirkin ve iğrenç…
Eski köşkler, ahşap evler, yalılar tarihe karıştı. Tek katlı, tahta kepenkli küçük dükkanlar, salaş kahveler, Arnavut kaldırımları yok oldu. Eski insanlar, çarşaflı, siyah başörtülü ürkek ve hüzünlü kadınlar, utangaç çocuklar, mütevekkil halk başka bir âleme göçtü. Gerçekten hüzün verici bir değişim oldu. Bunu herkes anlamaz.
Üsküdar Belediyesi’nin neşrettiği
başlıklı albüm gerçekten sanatkârâne bir kitap. Belediye Başkanı Yılmaz Bayat beyi ve esere emek veren diğer kişileri tebrik ediyor ve buna benzer daha nice güzel kitaplar yayınlamaya muvaffak olmalarını niyaz ediyorum.
“O Müslüman benim gibi düşünmüyor; benim meşrebimden ve mezhebimden değil; görüşleri ve tercihleri başka. O halde o kötü bir Müslümandır, yanılmaktadır…” Böyle hüküm verenler ne büyük bir hatâ ve şaşkınlık içindedirler.
Müslümanlar çeşitlilik içinde birlik teşkil ederler. Müslümanların meşreblerinin, mezheblerinin, görüşlerinin, tercihlerinin, tarikatlarının bir olması gerekmez.
Önemli olan Müslümanın itikadının sahih olması, Şeriat’ın kesin emirlerini yerine getirmesi, yasaklarından kaçınmasıdır. Meşrebi yüzünden Müslümanı tenkit etmek, sapıklıkla suçlamak büyük bir kendini bilmezliktir.
Müslüman Hanefî veya Şafiî olabilir, Nakşî veya Kadirî olabilir, medrese veya tekke zihniyetli olabilir, şu veya bu metodu uygun görebilir. Kimsenin bu yüzden ona hakaret etmeye, onu dışlamaya hakkı yoktur.
Bizim dinimiz İslâm dinidir. Mezhebimiz, tarikatımız, meşrebimiz, tercihimiz, görüşümüz, uygun bulduğumuz metod ve çalışma sistemi din değildir, din ile özdeşleştirilemez.
Mezhebi, meşrebi, tercihi, metodu, fırkayı, hizbi, cemaati din ile özdeşleştirenler sapıktır. Aşırılıkları ve fanatizmleri ile İslâm kardeşliğini zedelemekte, ümmet içine fitne ve fesat sokmakta, nifak ve şikaka sebebiyet vermektedirler. 21 Mart 1999