Hz. Fatıma ve Biz
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 18 Şubat 2019
Çarşamba
Sultan Adülhamid zamanı âlimlerinden ve hukukçularından
efendinin
adlı kitabının (İst. 1313 Matbaa-i Âmire) 76. sayfasında
ilgili şöyle bir menkibe okudum!
“Tafsilatı siyer kitaplarında yazılı olduğu vech ile bir gün Resûlullah efendimiz Hazret-i Fâtıma’nın evini şereflendirdi. Onu deve yününden bir elbise giymiş olduğu halde pek melûl ve mahzun (üzüntülü, hüzünlü) bir halde görerek mübarek gözleri yaşardı. Üzgün halinin sebebini sorunca
diye sordu. Resûlullah efendimiz
bu gibi belâlalara sabr ve tahammül etmenin âhirette mükâfata sebep olacağını beyanla, Yüce Allah’ın merhametli olduğunu, kullarının münacat ve dualarının O’nun katında küstahlık olmayacağını buyurdu. Bunun üzerine Hazret-i Fâtıma abdest alıp iki rekat namaz kıldıktan sonra Allah’a dua etti. Bu esnada Cebrail aleyhisselam geldi, Resûlullah efendimize
dedi. Peygamberimiz tekrar Hazret-i Fâtıma’nın hânesine gitti ve ona hitaben
buyurdu ve mübarek elini onun göğsü hizasına koyarak
diye dua etti. Hazret-i Fâtıma bundan sonra hiç açlık çekmemiştir.”
Müslümanlar Peygamber efendimizin, Ehl-i Beyti’nin, Ashabının, yâran ve dostlarının hayat hikayelerini, menkibelerini dikkatli bir şekilde ve devamlı olarak okumalı, ders ve ibret almalıdır.
Bakınız Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya efendimizin sevgili kızı Hazret-i Fatıma annemiz kaba deve yününden bir elbise giyiyor, evinde yiyecek bir şey olmadığı için sevgili çocukları
efendilerimizle üç gün aç kalıyor ve küstahlık olacağından korkarak Allah’a yiyecek hususunda münacatta bulunmaktan çekiniyor. Babasına sorduktan ve küstahlık olmayacağını öğrendikten sonra duâ ediyor.
İşte Rasulullah efendimiz, onun mübarek Ehl-i Beyt’i, Ashab-ı Güzin’i böyle sabırlı ve tahammüllü insanlardı. Allah’ın hikmeti icabı başlarına gelen belâ, musibet ve sıkıntılara karşı sabr ederlerdi.
çok zaman aç kalırlar, sabr ederler, kimseden bir şey istemezlerdi. Onlar bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu, buradaki sıkıntılarına sabırla katlanmak gerektiğini iyi bilirler ve Müslümanlara da bu konuda örnek olurlardı.
Zamanımızın tahammülsüz, sabırsız, çürük çarık bazı Müslümanlarına bakalım. Eski büyüklerimiz bulmazlarsa sabr ve şükr ederler, bulurlarsa Allah yolunda sadaka olarak dağıtırlardı. Şimdikiler, bunca nimete şükürden vaz geçtik, şikayet ediyorlar. Allah meselâ tavuk kızartması ikram ediyor, çürük Müslüman hem yiyor, hem de
diye küstahlık ediyor, küfran-ı nimette bulunuyor.
Allah, nimetlerini çoğalttıkça câhiller, gafiller ve fâsıklar daha da azıyor. Kitabullaha ve Sünnete aykırı olarak israf etmek, aşırı şekilde tıkınmak zamanımızın âdeti haline gelmiştir. Eline imkân ve para geçiren herkes en pahalısından, en lüksünden giyiniyor, yiyor içiyor, saray gibi meskenlerde oturuyor. Fakirleri, işsiz ve aşsızları düşünen ve Allah’ın kendisine verdiği nimetleri onlarla paylaşan kaç kişi çıkar milyonlarca Müslüman içinden?
Zamane insanları maalesef lükse, israfa, konfora, gösterişe mübtelâ olmuştur. Şu beyinsizlere bakınız: Mütevazı bir otomobile binmeyi şerefsizlik sanıyor. Bunların böcek kadar aklı yok!
Zengin olan halktan kopuyor. Lüks lokantalarda en pahalı yemekleri tıkınan adamlarda zerre kadar iz’an, vicdan, insaf olsaydı daha ucuz bir yerde yemek yerler ve artan parayı bir fakire verirlerdi.
Hicaz valisi Eyüb Sabri Paşa’nın Banet Süad Kasidesi şerhinde okudum, Hazret-i Davud aleyhisselam hükümdar olduğu halde son derece zühd ve riyazet içinde yaşar, üç gün hiç iftar etmemek şartıyla oruç tutar, demircilik yaparak helal kazanç temin eder, şahsî ihtiyaç ve masraflarını kendi elinin emeğiyle temin edermiş.
Kudüs-i şerifi Haçlılardan geri alan büyük Müslüman, büyük Sultan Selahaddin Eyyubî hazretleri kaç ülkenin hükümdarı olduğu halde, öldüğünde terekesinden
cenazesini kaldırmaya yetecek parası çıkmadığı için eşinin dostunun verdiği paralarla kefenlenmiş, tabuta konulmuş, toprağa sırlanmıştır.
Biz, Peygamberler, Ehl-i Beyt, Sahabe-i güzin, evliyaullah, kâmil mürşidler kadar olamayız ama bugünkü halimizle Kur’an’ın, Sünnetin, Şeriatın, hikmetin sınırlarını aşmış olduğumuzu bilelim ve aklımızı başımıza toplayalım.
Helal para ile israf etmek haramdır, günahtır; haram para ile israf bin kere haramdır.
Müslümanları dolandırarak, millet ve ülke parasını zimmetlerine geçirerek Nemrud’lar ve Firavun’lar gibi israflı, lüks, tantanalı, debdebeli, şaşaalı, gösterişli, kibirli, gururlu hayat sürenler yarın Mahkeme-i Rûz-i Ceza’da nasıl hesap verecekler?
Şu şaşkına ve serseme bakınız. Ucuz ve mütevazı yaşamaktan utanıyormuş… Asıl utanılacak şey bu utançtır.
Azgın, israflı, gösterişli zenginlerin Allah’ın melekûtuna girmeleri, bir devenin iğne deliğinden geçmesinden zordur. Ya içmeye ayranı olmayan birtakım züğürtlerin helaya atla gitmelerine ne demeli.
Kendilerini paraya, lükse, ihtişama, servete, tantanaya vermiş birtakım sahte Müslüman önderler ne zaman uyanacaklar? Mevt meleği gelince mi? O zaman pişmanlık fayda vermez ki… 09 Ağustos 2001