İbretli Cümleler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 07 Şubat 2019
Pazartesi
Okuduğum kitap ve makalelerde önemli bilgilere, görüşlere rastlıyorum. Bunları okuyucularımla paylaşmak için birkaçını aşağıda arz ediyorum:
(1) Merhum Fazıl Ayanoğlu’nun Vakıflar Dergisi’nin 8’inci sayısında (Sayfa: 329-334, Ankara, 1969) “İstanbul’da Yola Kalb Edilen Cami ve saire” başlıklı yazısında şöyle bir paragraf bulunuyor: “13. MİMAR AYAS CAMİİ:…..Mabet 28 Mart 1959 tarihinde Belediye tarafından ve cadde üzerindeki mezarlar Belediye mimarlarından soyadını tesbit edemediğimiz Arif adında birisi tarafından askerî vasıtalara yıktırılmış ve sonra Samatya denizine döktürülmüş olduğunu işçiler haber vermişlerdir. Bu kimsenin şimdi Bakırköyü’nde oturduğu öğrenilmiştir…”
Evet, Adnan Menderes’in on yıllık iktidarı (1950-1960) esnasında bilhassa İstanbul’da, şuursuz bir imar ve geniş yol açmak adına ne büyük cinayetler işlenmiş, nice tarihî cami, türbe, medrese, hazire yok edilmiştir. Bazı mezarlar Vakıflar idaresi tarafından usulüne uygun şekilde başka yerlere nakl edilmiş, bazıları da, yukarıda Fazıl Ayanoğlu beyin anlattığı gibi moloz yığını, arsa toprağı gibi hoyratça kaldırılıp Marmara Denizi’ne dökülmüştür. O zamanlar Bakırköy’ünde oturduğu bildirilen bu Belediye mimarı Arif kimdir? Sabataycıların pîrlerinden Osman Baba’nın dinine mi mensuptur? Bir Türkiyeli, bir Türk, bir Müslüman böyle tarihî, kültürel bir cinayet işleyebilir mi? Belediye’nin mimarı, Hıristiyan da olsa, medenî bir insan, medenî bir vatandaş olarak Müslüman kabirlerine hürmet ederdi. Ya Rabbi! Yakın tarihimizde ne büyük facialar yaşadık. Bunlar bitti mi? Ne münasebet!… Şerefli ve vatansever Vakıfçıları tenzih ediyorum ama ecdadımızın bize miras bırakmış olduğu vakıf gayr-i menkulleri birtakım eşkıya ve haşarat yağma etmek için günümüzde de bin türlü dolap çevirmektedir. Cahiller, bilmiyorlar ki, vakıf malı alan kişi iflah olmaz; hem bu dünyada, hem âhirette bir yığın rezillik, rüsvaylık, azab çeker.
(2) Değerli tarihçi Profesör Halil İnalcık “İnalcık’la Tarihçiliğimiz Üzerine” başlıklı röportajda (Dergi Yansıma, X, 2001, s. 42-47) şu cümleleri sarfetmiş:
“Atatürkçülüğü sanki bütün devletin ve toplumun geleceğinin tek şıkkı olarak almak ve bunu kültüre teşmil etmek, değişmesi çok güç olan kanunlarla baskılarla bunu yapmak doğru değildir… Atatürkçülük bir dogma, bir din, bir mezhep gibi alınmamalıdır. Atatürk kendisi bunu inkâr etmiştir. Kemalizm dedikleri zaman onu benimsememiştir. Kemalizm diye bir şey yok. Modern medeniyet, demokrasi, halk hakimiyeti, bu prensipler var şimdi.”
Muhterem Halil bey çok isabetli konuşmuş. Bugünkü Kemalizmin Atatürk’le ilgisi yoktur. Atatürk’ün adını kullanan birtakım gizli güçler tarafından çıkartılmıştır. Yakın tarihimiz, sosyal ve kültürel yapımız hakkında uzman olan kime sorsanız böyle diyecektir. Zaten ortada çok ibretli ve düşündürücü bir manzara var: Sağcı Atatürkçü solcu Atatürkçü, milliyetçi Türkçü Atatürkçü Marksist Atatürkçü, Celal Bayar Atatürkçü İsmet İnönü Atatürkçü, şucu Atatürkçü bucu Atatürkçü, velhasıl birbirlerine zıt ne kadar grup, hizip, cereyan, zümre, doktrin, lobi varsa hepsi de Atatürkçü. Atatürk’ün localarını kapattırdığı Masonlar Atatürkçü, Atatürk devrinde tutuklanan, muhakeme edilip ağır hapse mahkum edilen ve on beş sene zindanda yatan Nazım Hikmet’çiler de Atatürkçü. Beyler, bu kadar samimiyetsizlik olmaz! Bu kadar zıt, bir yerde ictima etmez…
(3) Yine Prof. Halil İnalcık “Paths to the Middle East. Ten Scholars look back” (ed. Thomas Naff, New York, 1993, pp. 105-141) adlı kitabın kendisiyle ilgili ve “Şeyhin Kerameti Kendinden Menkul” başlıklı bölümde şunları anlatıyor:
“Chicago Üniversitesi’nde geçirdiğim yirmi senelik süre zarfında hiç unutamadığım hatıralardan biri Halvetî tarikatına mensup sufîlerin Türkiye’den oraya gelişleridir. Muzaffer (Ozak) efendinin şeyhliğini yaptığı ve yirmiden fazla dervişin bulunduğu grup üniversitenin şapelinde (kilisesinde) bir sema (âyin) yaptılar. Şapel bu münasebetle öğrencilerle ve diğer ziyaretçilerle doldu….. Gece tam manasıyla bir başarı oldu ve benim üniversite yılları boyunca edindiğim tecrübeler arasında en çok hatırlanacak bir vak’a olarak hafızamda kaldı. Dervişlerin İsm-i Celal’i tekrarlayarak höykürmeleri şapeli ruhanî ve yoğun bir hava ile doldurdu. Ben de aşka gelmiştim. Amerika’nın göbeğinde vuku bulan bu hadise Hazret-i Muhammed’in bir mucizesidir.”
Her zaman yazarım, üzerinde dururum. Batı aleminde İslâm’ı yayabilmenin en geniş yolu tasavvuftur, tarikattır, zikirdir, tarikat âyinidir. Batılılar teknik medeniyet, ilmî araştırma, maddî dünya işleri, toplum teşkilat ve tanzimatı bakımından Müslümanlardan şu anda çok üstündür. Bizim onlardan üstün olduğumuz taraf din, tasavvuf, ibadet tarafıdır. Bu da, lafla, apoloji edebiyatıyla, kuru iddialarla değil; yaşanarak, hal ile gösterilebilir ve onlardan bu yolla İslâm’a adam çekilebilir. Nitekim şu anda çeşitli tarikatlar Batı ülkelerinde güzel İslâmî faaliyetler yapmakta, nice kimsenin ihtidasına vesile ve vasıta olmaktadır. Batı dünyasını Tevhid inancına ve ebedî saadete çekmek için bu devirde en uygun meşrebler Mevlana Celalüddin Rumî, Muhyiddin Arabî meşrebleridir. Elbette ki, diğer turuk-i aliye de muhteremdir ve onlar da hizmet edecekler, fütühata nail olacaklardır.
Batılılar kaal (söz, laf) ile değil, hal ile İslâm’a davet edilmelidir. İslâm alemindeki vasıflı, üstün, ahlâk ve fazilet sahibi, ledün ilmine vakıf, mürüvvet ve firaset nimetine nail, fütüvvet ahlâkı ile ziynetli, gönülleri zengin, ufukları geniş şahsiyetler, bir tarikattan icazetli olarak ve o tarikatın usûl, erkân ve adabına riayet ederek zengin, medenî, ileri, güçlü Batı ülkelerine gitmeli ve İslâm’ın mânevî ve ruhanî üstünlüğünü oradaki aydınların bir kısmına göstermelidir.
“İslâm kapitalizmden de, Marksizmden de, Faşizmden de üstündür…” gibi edebiyatı artık bırakmalıyız.
Peygamberimiz “Âhir zamanda güneşin Batı’dan doğacağını” haber vermişlerdir. Güneşin Batı’dan doğması ne demektir. Bunu ancak ilimde rüsuh (güç) sahibi olanlar bilir. Lakin, âhir zamanda İslâm nurunun, hidayet güneşinin Batı ülkelerinde parlayacağı şeklinde de yorumlanabilir.
İlmi, irfanı, firaseti, ahlâk ve fazileti, mürüvveti, gönül zenginliği, ufuk genişliği ve icazeti olmayanların, kültür bakımından İslâm dünyasından üstün olan Batılılara Hak dini hakkıyla tanıtmaları çok zordur. 15 Nisan 2003