İçim Karardı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Şubat 2019
Perşembe
Çarşamba, 7 Mayıs 2003… Sabahleyin internette gazetelerin başlıklarına baktım, içim karardı.
Ünlü ve büyük bir uyuşturucu kaçakçısının Moldavya’daki sevgilisine, Emniyet Şube Müdürlerinden birinin evinden telefon ettiği anlaşılmış ve tahkikat başlatılmış…
Amerikan hükümetinin önemli bir şahsiyeti İstanbul’da bir televizyon mülakatında Türkiye’ye vermiş veriştirmiş; “Ayağınızı denk alın, bizimle beraber olun, sakın ha Suriye ve İran’a yaklaşmayın sonra sizin için iyi olmaz..?” diye tehditler savurmuş. Biz de “Ah mister… Oh mister… Vah mister…” diye kıvranıp durmuşuz…
Amerika son Irak savaşında 140 kayıp vermiş, biz ise Bingöl depreminde 163 ölü vermişiz… Bingöl’de yıkılan resmî binaları yapan müteahhitler hakkında tahkikat yapılacakmış. Tah..ki..kat… Hah hah hay!..
İstanbul Belediye Başkanı “Biz Belediye olarak depreme hazırız ama İstanbul hazır değil…” demiş.
Aşırı lâik gazetenin biri “Kökten dinci bakan Cumhuriyet Bayramı törenlerini organize edecek…” diye mânidar bir başlık atmış. Ne günlere kaldık demek istiyor.
Kökten dinci bakan ne demek acaba? Her halde cuma namazına gidiyor. Ramazan’da da oruç tutuyordur. Hanımı başını eşarpla örtüyorsa sadece kökten değil, köpköktendir o.
Velhasıl gazete başlıklarına bir göz attıktan sonra yüreğim üzüntü ve öfke ile doldu. Şu güzelim memlekette bin türlü rezalet, hıyanet, kepazelik, zillet, acz, esaret içinde sürünüyoruz.
Suriye bizim komşumuz, İran bizim komşumuz. Onlarla niçin iyi geçinmeyecekmişiz? Kasıtlı olarak çökertilen ziraatimiz bize artık ihtiyacımıza yetecek kadar buğday üretmiyor. Sınır komşumuz İran ve Suriye varken ekmeklik buğdayımızı niçin Amerika’dan alıyoruz? Hayvancılığımızı da çökerttiler. Et ihtiyacımızı Suriye ve İran’dan alırsak suç mu işlemiş oluruz? Amerikalı önemli kişi evet diyor.
Amerikalılar Arafat’ı devre dışı bırakmak için kendilerine bağlı bir adamı Filistin başbakanı yaptılar.
Amerika Irak’a, Saddam rejimini devirmek için saldırdığını söylemişti. Devirdi ama gitmiyor. Yirmi birinci asırda dünyanın göbeğinde işgal edilmiş bir ülke, Amerikan sömürgesi olarak idare edilecek…
Yabancı para güçleri TEKEL’i özelleştirerek Türk tütün üreticilerinin bellerini kırmak istiyor. Amerika’da sigara tüketimi yarıya düşerken, bizde iki misline katlandı. Halkımız çılgın gibi Amerikan sigarası tüttürüyor. Vatandaş Marlboro veya Kent’inden derin dumanlar çekiyor ve Amerika’ya küfr ediyor…
1960’lı yıllarda bazı hızlı Amerikan düşmanı kızıl yazarlar ve aydınlar da Amerikan viskilerini yudumlayarak Amerika’ya sövüp sayarlardı.
Bazı Müslümanların rahat ve huzur içinde yaşamalarına akıl erdirmek mümkün değil. Tanıdıklarımdan iki kişi telefon etti. Uzak bir semtte yeni bir lokanta açılmış, nefis kebaplar ve yemekler varmış, aman oraya gidelim dediler. Perhizdeyim gidemem dedim.
1970’li yıllarda genç, hızlı, radikal bir Müslüman tanımıştım. Epeydir izini kaybetmiş olduğum bu zatı gördüm. Aradan geçen zaman içinde çok semirmişti. Lüks bir limuzinle geziyordu. Elbiseleri pahalı, kravatı rengarenk idi. Şimdi, Amerikalılar ve Araplarla ortaklaşa büyük işler yapmış, çok zengin olmuş, bir eli yağda, bir eli baldaymış, radikalliği bırakmış belki namazı da bırakmıştır…
Geçen pazar günü öğle namazını Beyazıt Camii’nde kıldım. Cemaatin içinde bir tek şık giyimli, ütülü elbiseli, ütülü gömlekli, kravatlı, halinden okumuş olduğu anlaşılan, yüksek ve müreffeh tabakadan bir kimse yoktu. Ezan okununca zengin ve seçkin Müslümanlar hangi sıçan deliğine saklanıyorlar acaba? Geçen hafta üniversiteli bir genç bana “Hocam sizin isminiz “f” ile mi, yoksa “v” ile mi yazılıyor?..” diye sordu.
Cumartesi günü Ayasofya civarındaki Cafer Ağa Medresesi’ne gidip biraz oturup temiz hava alayım demiştim. Medresenin avlusuna girdim ki, içerisi bayram yeri gibi. Meğerse, oradaki geleneksel sanat kurslarına devam edip hüner ve marifet öğrenenler yaptıkları el işlerini sergiliyorlarmış. Bir hanımefendiden, üzeri sırlı toprak bir kâse satın aldım. Beki Almaleh adlı diğer bir hanımefendiden de iki nefis ebru aldım. Geleneksel sanatlarımızla meşgul olunması beni mutlu ediyor. İmkânı olan Müslümanların, bilhassa zenginlerimizin böyle kursları teşvik etmesi, yakınlarını buralara gönderip hünerlendirmesi, üretilen sanat eserlerinden satın alması gerekir.
Aynı gün akşam yemeği yemek için Cankurtaran Tren İstasyonu yanındaki Eminönü Belediyesi Sosyal Tesisleri’ne gittim. Yaz geldiği, hava güzelleştiği için bahçe çay içenlerle doluydu. Belediye Başkanı Lütfi Kibiroğlu bey geldi, oradaki küçük mescidi dekore etmek hususunda anlaştık.
Çay sohbeti esnasında muhterem bir zat “Sabataycıları fazla anlatmanız, onların gücünden bahsetmeniz Müslüman halkın moralini bozabilir…” dedi Sabataycılar açığa çıkmaktan, deşifre olmaktan hiç hoşlanmıyorlar. Bir takım Müslümanlar da Sabataycılardan bahsedilmesini istemiyor. O halde gizli kalsınlar, bilinmesinler mi?
Çağdaş bir gazetenin sorumsuz bir yazarı faizle ilgili ilmî ve şer’î bir açıklamada bulunan, görüşünü söyleyen bir ilahiyat profesörüne “Yuh!” demiş. Asıl yuhlanacak kimseler, Müslümanların dinî inançlarına uluorta karışan saygısızlardır. İslâm’ın riba yasağına saldıran zihniyet aynı şekilde tesettüre, domuz eti ve alkollü içki yasağına da karşı çıkıp yuh diyebilir. Medenî, olgun, terbiyeli gazeteciler ve yazarlar halkın, başkalarının dinî inançlarına saygı gösterirler.
Efendi, nezih, temiz bir zat ile sohbet ediyorduk. Bir ara “Bu kafayla gidersek daha kötü olacağız…” dedim. Gözlerini hayretle açarak “Bundan da mı kötü olacağız?” diye sordu. Evet… Bugünkü kötülükler; ileride olabilecek kötülüklerin, başımıza gelebilecek ceza ve azapların yanında hiçtir.
İslâmî kesime mensup bir taife ormanlar arasında lüks bir otele dinlenmeye, toplanmaya gitmişler. Otelin önü her biri birbirinden pahalı, birbirinden lüks, birbirinden gösterişli, birbirinden havalı en süper limuzinlerle, jiplerle dolmuş. 100 bin, 150 bin, 200 bin dolarlık otomobiller. Bunların içinden, çoğu semiz İslâmcı beyler, tesettürlü hanımlar çıkmışlar ve ayaklarının altındaki zemini görmeden otelin lüks kapısına doğru yürümüş ve içeri girmişler. Zemini niçin görmemişler? Çünkü burunları havadaymış. Otomobilleri, zenginlikleri, dünya sarhoşluğu onları çok gururlandırıp kibirlendiriyormuş… 09 Mayıs 2003