Pazar

 

Bugün size 80 sayfalık küçük bir kitaptan ve içindeki çok önemli bir paragraftan bahsedeceğim. Kitabın ismi

“Maraş’tan Sonra..?”

1979’da Birikim yayınları içinde basılmış. Hafızam beni yanıltmıyorsa bu kitap

12 Eylül 1980’den sonra askerî idare tarafından toplatılıp yasaklanmıştı.

Kitap bir nevi

strateji kitabı.

O tarihte Sovyetler Birliği çökmemişti, Türkiye solcuları Marksist sistemi ülkemiz için bir kurtuluş olarak görüyorlardı.

“Maraş’tanSonra..?”

kitabı Türkiye’nin sosyal, etnik, dinî, mezhebî yapısını

(tabiî Marksist açıdan)

inceliyor, bir iç savaş çıkarsa neler olabileceğini, Marksistlerin neler yapması gerektiğini anlatıyor. Aslında bu kitabı çok iyi tetkik etmek, içindeki can alıcı cümleleri ve paragrafları tespit edip bir rapor hazırlamak gerekir.

Kitabın 51’inci sayfasında yer alan ve aşağıda okuyacağınız paragrafta aynen şöyle deniliyor:

“Açıktır ki, bu görevi yerine getirebilmek için özellikle Sünnî-Türk topluluklara yönelik bir propaganda kampanyası zorunludur.

Ancak bu kampanya söz konusu kesimlerde egemen ideoloji dikkate alınarak yürütülmelidir.

Barış, kardeşlik vb. şimdiye kadar benzer kampanyalarda kullanılmış olup, dinsel ideolojide de yeri bulunan motiflere dayalı bir propagandanın fazlasıyla etkili olacağı söylenemez. Çünkü faşist propaganda aynı ideolojide varolan karşıt temaları kullanarak ötekileri etkisiz hale getirebilmiştir.

Bu yüzden Sünnî ideolojiyi derinliğine kavrayan ve faşist ideoloji ve tutum ile bunun çelişkilerini gösterebilecek

“propagandacı”lara gerek vardır

burada. Bu nitelikte kadrolar

yöredeki demokrat ve sosyalist Sünnîler

içinde olabileceği gibi, özel bir eğitimle de oluşturulabilir.

Ayrıca son yıllarda ülkemizde de ortaya çıkan radikal eşitlikçi İslâmî akımların yöredeki temsilcileri ile ittifak yapılabilir.

(Bu akımlar genellikle MSP’ye karşı radikal tavır almakta, Libya ve özellikle İran’daki bilinen hareketlere yakınlık duymaktadırlar.)


Paragraftaki şu cümleyi tekrar yazıyorum:

“…Bu yüzden Sünnî ideolojiyi derinliğine kavrayan ve faşist ideoloji ve tutum ile bunun çelişkilerini gösterebilecek “propagandacı”lara gerek vardır burada.

Bu nitelikte kadrolar yöredeki demokrat ve sosyalist Sünnîler içinde olabileceği gibi, özel bir eğitimle de oluşturulabilir.

Ayrıca son yıllarda ülkemizde de ortaya çıkan radikal eşitlikçi İslâmî akımların yöredeki temsilcileri ile ittifak yapılabilir.”


Bu sütunlarda defalarca yazdım:

Müslüman kesime, cemaatlere, tarikatlara, islâmî zümrelere birtakım ajanlar, casuslar, muhbirler, istihbaratçılar, yönlendiriciler, provokatörler, kışkırtıcılar sızmıştır, sokulmuştur, yerleştirilmiştir.

Bunlar neler yaparlar?

1. Müslümanları parçalayabildikleri kadar parçalarlar. Cemaatleri, tarikatları, hizipleri, grupları, fırkaları çoğaltırlar; bunların aralarına fitne fesat, nifak şikak, kin, nefret, düşmanlık, rekabet, tepişme çekişme tohumları saçarlar. Tá ki, Müslümanlar bin parça olsunlar, vahdet-i islâmiyye tahrip edilsin ve ümmetin gücü kırılsın.

2.

İslâmcılarla – Türkçüleri, ümmetçilerle – milliyetçileri birbirine düşman ederler.

Bu strateji ve siyasetin

pîri meşhur Tekin Alp’tir.

Bu kişinin asıl adı

Moiz Kohen

‘dir.

İslâm’a düşman bir Türkçülük ve milliyetçilik akımının baş hocasıdır ve kurucusudur.

Kitaplarından birine

“Kahrolsun Şeriat!”

başlıklı bir bölüm koymuştur. Akıllı, vicdanlı, izanlı, edepli, vatansever Türkçüler ve milliyetçiler İslâmiyet’e son derece hürmetkârdır.Bir kısmı dindardır, namaz kılarlar, oruç tutarlar, bir kısmı ise, pek dindar değildir; lâkin her hal ü kârda bu tür gerçek Türkçüler ve milliyetçiler, İslâm’ı din olarak benimserler, ona dil uzattırmazlar, toz kondurtmazlar, dindar Müslümanlarla hiçbir zaman çekişmezler.

3. İçimizdeki ajanlar ve casuslar, kraldan ziyade kralcı görünerek, zâhiren kendilerini son derece sofu ve dindar göstererek cemaatleri ve hizipleri birbirine düşman edecek şeytanlıklar yaparlar. Bir cemaat içindeki ajan, bir şeye aktır derken, öbür cemaatteki karadır der. Bu şeytanların peşine düşen ahmaklar

(herkesi kasdetmiyorum, aklı başında olan Müslümanlar üzerlerine alınmasınlar)

bunlara uyarlar, İslâm ittihadını, uhuvvetini ve vifakını kendi elleriyle dinamitlerler.

4. İçimizdeki ajanlar ve casuslar,

İslâmî hizmet ve faaliyetlerin ihlâslı, samimi, doğru, ehil, dürüst, firasetli şahıslara ve kadrolara verilmemesi için

elden gelen gayreti gösterirler. İslâmî hizmet ve faaliyetlerin, din sömürücülerine, arivistlere, ehliyetsiz ve liyakatsiz şarlatanlara, döküntülere verilmesi için çalışırlar.

Yakın tarihimizde maalesef

ateist, İslâm düşmanı, Kur’ân düşmanı en azılı Marksistlerle sıkı işbirliği yapan birtakım radikal ve hızlı İslâmcılar

görülmüştür. Soruyorum, samimi ve sağduyulu bir Müslüman nasıl olur da Allah’ın Resulünün azılı ve agresif düşmanıyla işbirliği yapabilir? Böyle bir dostluk, böyle bir işbirliği, böyle bir sıkı fıkılık mantığa ve vicdana sığar mı?

Şu hususu da belirtmem gerekir: Türkiye’de Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana

Marksist hareketin beyni ve kurmayları Sabataycılardır.

Zaten Çarlık Rusya’sını yıkan

Ekim 1917 ihtilâlini yüzde doksan dokuz Yahudi asıllılar yapmıştır.

Birtakım radikal İslâmcılar,

İsrail’e ve Siyonizm’e muhalif

gibi görünüyorlar ama

en azılı Sabataycı solcularla da işbirliği yapıyorlar.

Ben bu yazıyı yazacağım, buna benzer başka yazılar da kaleme alacağım ve

Müslümanlar uyanıp içlerine sızmış olan ajan, casus ve provokatörlere dikkat edecekler, uyanacaklar ve onlardan uzak duracaklar…

Bendeniz olmayacak dualara âmin demem. Zamanımızda İslâmî kesime hâkim olan kültür ve zihniyet gecekondu, taşra, varoş, kırsal kesim kültürü ve zihniyetidir. Buna

marjinal kültür

de diyebiliriz.

Kırsal kesim ve varoş kültürüyle köy olmaz, kasaba olmaz. İslâm dini medeniyet dinidir, metropol dinidir, yazılı kültür dinidir.

Büsbütün ümitsiz olmayalım,

elbette bu ümmet-i merhume içinde medenî, yazılı kültür sahibi, vasıflı Müslümanlar da vardır.

Sayıları az da olsa onlara küçük bir hizmette bulunmak beni memnun, bahtiyar ve mesud kılar. 17 Temmuz 2006