İki Büyük Zelzele
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
PerşembeSon dört yıl içinde Türkiye, biri siyasî, sosyal, kültürel; diğeri jeolojik olmak üzere iki büyük zelzele gördü. Her ikisinin de artçıları devam edip duruyor. Biri 28 Şubat örtülü darbesi, ötekisi 17 Ağustos 1999 depremi.
Bu ülkenin halkı, bu iki zelzeleye de layıktı. Peygamber “Siz ne halde iseniz öyle idare olunursunuz” buyurmaktadır. Fesada uğrayan, inancı zayıflayan bir toplum elbette faziletli, yüksek, âdil bir idareye kavuşmaz.
17 Ağustos zelzelesi ilahi bir ihtardı.
Bu memlekette yaşayan halkın ezici çoğunluğu Müslümandır. Başlarına bunca felaket gelen bu Müslümanlar acaba olanlardan ders ve ibret alıp da kendilerini islah etmeye başladılar mı? Üzüntüyle görüyorum ki, herhangi bir toparlanma, kendini islah hareketi görülmüyor.
28 Şubat’tan, 17 Ağustos’tan sonra Müslümanların Allah’a yönelmeleri, dine sarılmaları, ibadetleri titizlikle eda etmeleri gerekmez miydi?
Camilere bakıyorsunuz, eski hamam eski tas. Ramazan’da cemaat biraz artacak; bayramdan sonra mâbetler yine boşalacak.
Kur’an-ı Azimüşşan’da Allah, “Hepiniz toptan Allah’ın ipine (Dinine, Kitabına) sarılınız. Sakın parçalanıp ayrılmayınız. Tefrikaya düşerseniz gücünüz elden gider” diye Müslümanları uyarıyor. Müslümanlar bu ilahî ihtara niçin kulak asmıyor?
Müslümanlar ağır baskılar, zorlamalar, diretmeler karşısında. Tehditler, hakaretler, zulümler yağmur gibi yağıyor. Peki ehl-i iman ve İslâm niçin namazla Allah’a sığınmıyor?
Yine eski gaflet, yine eski gevşeklik, yine eski uyuşukluk.
Müslümanları uyarmakla, onlara nasihat etmekle, dindarları birleştirmekle vazifeli hacılar, hocalar, şeyhler, hazretler niçin umumî bir islamî uyanış, derlenip toparlanış seferberliği başlatmıyorlar?
Birtakım militan, fanatik, beyinsiz kişiler “Bizi hazretimiz kurtarır” edebiyatına devam ediyorlar. Hayır! Bizi hazretler değil ancak Allah kurtarabilir. Bunun için Allah’a sığınmamız O’na müracaat etmemiz gerekir. Bu da öncelikle ibadet etmekle, namaz kılmakla, yalvarmakla olur.
28 Şubat’tan ve 17 Ağustos’tan sonra ne beş vakit namazlarda, ne de cumalarda bir artış oldu.
Ülkemizde bir sürü mehdi, nüzul etmiş İsa aleyhisselam, kutub, gavs, bulunmaz Hind kumaşı, Müslümanları kurtarıcı, koca mücahid falan var. Bu zevat ehl-i imanı niçin salâha çağırmıyor?
Öncelikle itikad tashih edilmeli, yâni inanç meselelerinde Kur’an’a, Sünnet’e, din büyüklerinin akidelerine uygun bilgi sahibi olunmalı. İnanç konusunda zındıklıklardan, bid’atlardan, sapıklıklardan uzak durulmalı. Münafıklar hakikî ve ilahî İslam’ı kaldırıp onun yerine, Şeriatsız ve fıkıhsız yeni bir İslâm türetmek istiyor. Bu işin taşeronluğunu da birkaç ilahiyatçı yapıyor. Şimdiye kadar bu bozuk adamlar bir sürü sapıklığa ve büyük tahribata sebebiyet verdiler. Hocalar, mocalar, önderler, hazretler bu zındık ve sapıklarla niçin mücadele etmiyor?
Peygamber bir hadîs-i şerifinde “Namaz dininin direğidir. Kim o direği ayakta tutarsa dinini ayakta tutmuş olur. Kim de o de direği yıkarsa dinini yıkmış olur” buyuruyor. Müslümanlar bu hadîs-i şerife niçin kulak verip de mucibince (gereğince) amel etmiyorlar?
Zavallı on milyonlarca Müslüman karanlık gecede yağmura ve fırtınaya tutulmuş, kurtların hücumuna uğramış çobansız bir koyun sürüsüne dönmüş durumda. Peki çoban kılığındaki bazıları ne iş yapar? Onların bir kısmı kepenek giymiş kurtlardır. Müslümanları soyup soğana çevirirler. Bir kısmı ise çobanlık sorumluluğuna sahip değildir. İstisnâî olarak birkaç hakikî çoban vardır, onların da sayısı ve ağırlığı yetmiyor.
Hadîste “Hepiniz çobansınız ve her çoban kendi sürüsünden sorumludur” buyurulmaktadır. Biz niçin çobanlık vebal ve mes’uliyetini müdrik değiliz?
Bir kısım Müslümanlar günlük dedikodularla nur topu günlerin kanına giriyor. Filan politikacı ne yapmış, falan siyasî ne yapmak istiyormuş? Feşmekân ne demiş, şu mâhut kişinin kafasının içinde kaç tilki varmış?.. Bu dedikodular Müslümanlara ne kazandırıyor?
Niçin ciddî şekilde oturup da çareler ve çözümler üretmiyoruz? İçine düştüğümüz siyasî, sosyal, kültürel, iktisadî bataktan nasıl çıkacağız? Ümmet-i Muhammed’i birleştirmek için neler yapılması, nasıl çalışılması gerekir? Niçin gündemimize bu gibi soruları koyup da müzakere etmiyoruz?
Müslüman yığınlar birtakım vahim gerçekleri bilmiyor. Meselâ birtakım din sömürücüleri yüzlerce trilyonluk, hattâ bazısı katrilyonluk servetlere sahip ve nâil olmuşlardır. Bu paralar nasıl, hangi metodlarla kazanılmıştır? Helâl mi, haram mıdır bu karunî servetler?
Ramazan’da birtakım büyük veya iri adamlar beş yıldızlı otellerde iftar-show ziyafetleri tertipliyor. Bin kişilik muazzam ziyafetler. Alt katta içkili fışkılı bir eğlence, orta katta iftar-show, üst katta dans ve şampanya…
İslâm dini, İslâm Şeriatı, Muhammed aleyhissalatü vesselamın sünneti bu gibi iftarlara cevaz veriyor, yeşil ışık yakıyor mu? Vermiyorsa, yeşil ışık yakmıyorsa bunları tertipleyenler bu cür’eti ve cesareti nereden alıyorlar? Şeytandan mı, Tağutlardan mı, İblisten mi?
İslâm dini zekat ve sadakalarla sosyal yardımı emrediyor? Peygamber “Komşusu açken, tok yatan bizden değildir” diyerek ne kadar ağır konuşmuştur. Peki, Ramazan’da fakir fukara halkın yardımına koşuyor muyuz?
İslâm bazı ticaretleri haram kılmıştır. Bu haram ve yasak ticaretlerin birincisi din ve mukaddesat ticaretidir. Din ticareti, mukaddesat bezirganlığı yapan alçak, rezil, kepaze, domuz tıynetli adamlar karı satanlardan, cana kıyan eşkıyadan daha alçak, daha suçlu kişilerdir. Bu namussuzlara hangi teşkilat, hangi yüksek şahsiyetler, hangi otorite “Dur!” diyecektir?
Müslümanları -haddim olmayarak- uyarmak istiyorum. Yapamayacağınız zor işlerin edebiyatını bırakınız ve namaza başlayınız. Camilere gidip cemaatle namaz kılınız. Güzel, uygun, sevdirecek şekilde namaz ve cemaat propagandası yapınız. Sakın nefret ettirmeyiniz, kaş yapayım derken göz çıkartacak aşırılıklardan ve kabalıklardan uzak durunuz.
Din bezirgânı, mukaddesat sömürücüsü münafıklara yüz vermeyiniz, bu gibi habîslerin peşinden gitmeyiniz. Din sömürücülerini alkışlayanlar, onlara tâbi olanlar, onların peşinden gidenler İslâm’ı (bilmeyerek de olsa) yıkmaya çalışmış olurlar.
Bazı hizmetler çok zordur, çok külfetlidir. Lakin namaz ve cemaat çok kolaydır. Bari bu iki şeyi, yâni namaz ve cemaati ön plana çıkartalım. Dinimiz “Allah’ın eli (yardımı, nusreti) cemaat üzerinedir” buyuruyor. Büyük cemaatler halinde Rabbimize yalvaralım, ola ki, kurtuluruz. 15 Aralık 2000