İki Konu
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Okuma yazma bilmese, yahut ilkokul üçüncü sınıftan tasdiknâme almış az tahsilli biri olsa, sosyal sınıfların en alt tabakasına da mensup olsa, her mümin benim kardeşimdir, hepsini severim ve benimserim. Ancak şu husus iyi bilinmelidir ki, kültürü ve irfanı yeterli olmayan cahil halk tabakasının kendi re’y, heva ve hevesi ile iki şeye karışması son derece sakıncalıdır. Bu iki şey devlet idaresi ve siyaset ile din işleridir. Bu iki konu doktorluk, mühendislik, uçak pilotluğu, denizaltı kaptanlığı gibi uzmanlık sahalarından daha önemlidir. Bu konulara cahil olanlar, uzman olmayanlar nasıl karışmıyorlarsa, yetersiz Müslümanların da devlet idaresi ve din sahasında kendi kafalarına göre hareket etmemeleri, sözü ayağa düşürmemeleri gerekir.
Devlet idaresi ve politika konusunda hüküm verebilmek, ahkâm kesebilmek, fikir yürütebilmek için siyasî kültüre mâlik olmak, bu konularda uzman olmak, tecrübe ve birikime mâlik bulunmak gerekir.
diyenler büyük hatâ etmektedir. Osmanlı devletinin altı yüz küsur sene ayakta kalabilmesinin sırrı, önüne gelene devlet idaresi ve din konusunda konuşma hakkı verilmemesindendir. 1908’de ilân edilen habîs meşrutiyetten sonra söz ayağa düştü ve herkes devlet ve siyaset işleriyle dinî konulara burnunu soktu ve o koca imparatorluk on yıl içinde battı. 1908’den sonra bir gazetede çıkmış şöyle bir karitatür görmüştüm:
Bakkal, çakkal, balıkçı, kayıkçı, küçük esnaf, çiftçi, cami kapısında enam ve koku satan işportacı, ev kadını… Bunlar elbette din kardeşlerimizdir, elbette sevgi ve saygıya layıktırlar.
Dinî ve şer’î konularda ancak icazetli din âlimleri konuşabilir, ruhsat ve fetva verebilir. Tabakat-ı fukahanın yedi derecesi vardır. En üst derece
derecesidir, en altı ise
olanların derecesidir. Bu derecedeki âlimler ancak muteber kitaplara bakarak halka fetva verebilir. Zamanımızda bir takım cehele, bırakınız fetva vermek, kalkmışlar bol bol içtihad yapıyorlar. Hangi ilimle, hangi irfanla, hangi icazetle?
Namaz kılmak, oruç tutmak, sakal sünnetini ihya etmek hiçbir kimseye içtihad yapmak yahut fetva vermek hakkını ve selahiyetini kazandırmaz. Önüne gelen ehliyetsiz, liyakatsiz, icazetsiz kişinin dinî ve şer’î konularda hüküm kesmesi, fetva vermesi, müctehidlik taslaması din hayatında anarşi meydana getirir, Ümmet-i Muhammed’i çökertir.
Türkiye’de hakikî, icazetli, selahiyetli ulemanın sayısı bir elin parmakları kadar bile kalmamıştır. İmam-Hatip ve ilahiyat diplomaları kesinlikle İslâmî mânada icazet sayılmaz. Dinî ve şer’î konularda Hacı Zihni Efendi’nin “Nimet-i İslâm”, Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen hocanın “Büyük İslâm İlmihali” gibi kitapları okunmalı, zihinlerdeki soruların cevapları o kitaplardan aranmalıdır.
Şafiî olan kardeşlerimiz de kendi mezheblerinin muteber fıkıh ve ilmihal kitaplarına müracaat etmelidir. Selefilerin, mezhepsizlerin, telfik-i mezhep taraftarlarının, Necdilerin kitapları kaynak olarak kabul edilemez.
Mealciler denilen bir taife veya fırka var. Arapca bilmezler, din ilimlerini tahsil etmemişlerdir. Ellerine bir Kur’ân tercümesi alırlar, bir de hadîs külliyatı bulurlar ve başlarlar kendi kafalarından din konusunda fetva vermeye, içtihad yapmaya, esip tozmaya. Böyle şey olur mu? Bu yol Müslümanları selaha ve necata mı götürür., yoksa fitne ve fesada mı?
“Bana göre… Benim görüşüme göre… Benim anlayışıma göre… Bence…” Dinî konularda böyle konuşmak çok yanlıştır, ayıptır, gülünçtür, maskaralıktır.
Birçok sahalarda olduğu gibi din hayatında da bir hiyerarşi vardır. Bu hiyerarşiyi tanımamak, dinî konularda herkese hürriyet tanımak din hayatının çökmesine yol açar.
Müslümanlar devlet idaresi ve siyaset işlerinde de, işin uzmanı olan politika satrancını iyi bilen güvenilir ve ehliyetli kimselere tâbi olmalıdır. Demagoji, şarlatanlık, soytarılık, hokkabazlık yapanların sözlerine kapılmamalı, peşlerinden gidilmemelidir. Yetmiş milyonluk şu ülkede, Müslüman kesim içinden siyaset satrancını başarılı ve üstün şekilde oynayacak yedi kişi çıkmaz. Farz edelim ki, yedi kişi var bu sahada uzman olan, yol gösterebilecek yeterliliği sahip bulunan, işte Ümmet-i Muhammed onların dediklerine tâbi olmalıdır.
Bakkal, çakkal, kayıkçı, balıkçı, yorgancı, çiftçi, ilkokul tahsilli velhasıl herkesten ve her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. Hizipler, fırkalar, cemaatler birbirleriyle boğuşup ve çekişip duruyor. Birinin kara dediğine ötekisi ak diyor. Arada bir sürü din sömürüsü yapılıyor, milyonlarca dolar para toplanıyor. Şer güçlerinin casusları, ajanları, provokatörleri İslâmî kesimin içine sızmış, her grubun içine girmiş. Bütün insî ve cinnî şeytanlar Müslümanları bölmek, parçalamak, faydasız işlerle uğraştırmak, enerji ve imkanlarını boşa harcatmak için seferber olmuşlar. Birtakım ahmaklar kendi meşreb ve fırkalarını İslâm ile özdeşleştiriyor ve kendilerinden farklı düşünen Müslümanları küfürle bile itham edebiliyor… Böyle bir ortam içinde Müslümanlar toparlanıp da kurtulabilir mi?
İbahiye mezhebine bağlı birtakım zındık ilahiyat profesörleri Sünnet’i, Hadîs-i şerifleri, tasavvufu, ahkam-ı şer’iyeyi, fıkhı hiçe sayarak iblisçe fetvalar ve ruhsatlar veriyor. Cahil kalmış halkın bir kısmı da bu herifleri din âlimi sanarak peşlerinden gidiyor, sapıtıyor. Birtakım kaçıklar resullüklerini, bine yakın deli (zır deli veya hınzır deli) mehdiliğini ilan etmiş vaziyette. Ortalık binlerce yalancı şeyh, yalancı kutub, yalancı gavs, naylon müctehid, sahte mücahid, şeytan kurtarıcı ile dolmuş vaziyette. İçinde -hâşâ sümme hâşâ- “Allah gerçek bir Janus’tur” cümlesi bulunan ve Hak Teâlâ hazretlerini iki çehreli bir Roma putuna benzeten zındıklık kitapları faydalı İslâmî eser olarak kapış kapış yayılıyor, okunuyor. Bir takım bayağı herifler de din rantı yiyor, hem de düzenin haram ve kirli kemiklerini yalamak için it gibi koşuşturuyor. Hıyanet, ahmaklık, zekâ özürlülüğü, beyinsizlik, sorumsuzluk kol geziyor.
Aklı ve vicdanı olan Müslümanlar böyle bir ortam içinde ve böyle bir devirde, eğer icazetli din alimi değillerse ve siyaset satrancını bilmiyorlarsa kendi heva ve hevesleri ile hareket etmezler; hakkıyla bilenlere tâbi olurlar. 24 Ocak 2000