Cuma

YIllardan beri “İstanbul’da büyük bir zelzele olacak…” diye söylendi, yazıldı duruldu. Konuyla ilgili açık oturumlar yapıldı. Uzmanlardan birisi, “Depreme karşı dayanıksız binalar tesbit edilsin, bunların sağlamlaştırılması mümkündür” şeklinde görüş beyan etti. Herkes tedbir alınsın dedi ama bunlar lafta kaldı. Nihayet zelzele oldu ve bir sürü aksaklık meydana geldi.

Yeni yapılmış yahut inşaat halindeki bazı binalar çöktü, nice hânümanlar yıkıldı, canlar gitti. Zelzele bölgesinde böyle çürük çarık binalar yapılması büyük bir cinayet değil midir? Teorik olarak kanun ve nizamlar binaların zelzeleye dayanıklı olmalarını şart koşuyor ama uygulamada buna riayet edilmiyor. Suçlular sadece hırsız müteahhidler midir? Sistemin (yahut sistemsizliğin), ilgili ve sorumlu resmî dairelerin, bürokratların sorumluluğu yok mudur?

Enkaz altından ölü ve yaralıları toplama, evleri yıkılan veya hasar gören zelzelezedelere yatacak, yiyecek, su ve tıbbî yardım yapılması gibi konularda büyük eksiklikler görüldü.

Çıkan büyük yangınlar söndürülemedi. Petrol tankları patladı, deniz kirlendi.

Şimdi herkes perişanlık, şaşkınlık, tedirginlik içinde. Salıyı çarşambaya bağlayan gece İstanbul’daki açık yerler, parklar, korkudan evlerine giremeyen vatandaşlarla doluydu. Çimenler üzerine yataklar serildi, tüplerde çaylar demlendi, sofralar kuruldu yemekler yendi. İhtiyarlar, çocuklar, hastalar sarsıldı.

Geceyi evde geçirmeyi düşünüyordum. Bende televizyon yok, olanlara telefonla sordum, ne yapayım dedim. “Uzmanlar ve bilenler evlerde kalınmamasını tavsiye ediyor” dediler. Bir battaniye, bir yastık aldım, Recep beyin Sultanahmet Camii altında ve Küçük Ayasofya Caddesi başındaki lokantasına gittim. Civardaki bir okulun bahçesinde bana bir divan üzerine yatak seriverdiler, bir de ilave battaniye verdiler. Martılar ve köpeklerin acı çığlıkları beni epeyce uyutmadı. Sabah ezanı okunurken kalktım, üzerime çiğ yağmıştı.

Onaltıncı asırda İstanbul’da şiddetli bir zelzele olmuş, tam yirmi iki gün aralıklarla şehri sarsmış durmuş. Marmara Denizi’nde büyük dalgalar oluşmuş, sahildeki surları aşıp şehrin aşağı mahallelerini suyla doldurmuş. Bu seferki zelzele kaç gün sürer acaba? İnşallah bundan sonra şiddetli sarsıntılar olmaz, yaralar sarılır, acılar azaltılır.

Kanun ve nizamlara aykırı olarak çürük bina yapılması önlenebilir mi acaba? Ben hiç sanmıyorum. Böyle binalar yapıp can ve mal kaybına yol açanlara ceza verilir mi? Onu da zannetmiyorum. Ümitsiz miyim? Hayır gerçekçiyim.

Üçüncü Gün

Son zelzele bize Türkiye’mizde bazı şeylerin bitmiş olduğunu gösterdi. Bitmeyen sadece bir kısım halk. Onlar yakınlarını, komşularını, vatandaşlarını kurtarmak için canla başla, gerektiğinde tırnaklarıyla enkaz kaldırarak insanlıklarını isbat ettiler.

Gözcü gazetesi manşet atmış, “Bize Hammurabi Kanunları Lazım” demiş. Hammurabi kanunlarına göre yaptığı ev yıkılan usta idam ediliyormuş. Bundan binlerce yıl önce hazırlanmış kanunlar bile adalete uygun. Gözcü gazetesine bu manşeti yüzünden bir ceza verilemez. Hammurabi kanunlarının propagandasını yapmak, bize onlar lazım demek suç değildir. Lakin bir gazete, “Bize Şeriat Kanunları Lazımdır. Bir ustanın yaptığı ev yıkılırsa ve altında insanlar ölürse, o ustanın idam edilmesi gerekir” diye manşet atmış olsaydı, Şeriat propagandası yaptığı için aleyhinde dâva açılır ve kimbilir kaç sene ağır hapis cezası istenirdi.

Bu satırları peşembeyi cumaya bağlayan gece yazıyorum. Sultanahmet yine ana baba günü. Erkekler, kadınlar, çocuklar yataklarını, yorganlarını, battaniyelerini sırtlamışlar kapağı parka atıyorlar. Çadır kuranlar bile var. Halk dehşet içinde binalardan kaçıyor. Ben seyretmedim ama televizyonda uzmanlar, “İkinci fay hattı harekete geçebilir, evlerinizde kalmayın” demişler. Çok yorgunum, geceyi nasıl açık havada geçireceğim?

Fırsatçılar harekete geçmiş. Bir bayat ekmeği 500 bin liraya satmışlar. Yağmacılar dükkanları ve evleri soymak için harekete geçmiş. Toplanan yardımlar inşaallah yerli yerine, felâketzedelere ulaşır. Bu ülkede bir Fak-Fuk Fonu vardı, orada trilyonlarca lira toplanmıştı. Ne oldu acaba? Bu kurumun akıbetini bilen var mı?

Zelzele sürüp giderse ve tehlike devam ederse köydeki evime göçetmeyi düşünüyorum. Gerçi son sarsıntılarda evin hasara uğrayıp uğramadığını bilmiyorum. Oturulamayacak hale gelmişse bahçeye bir çadır kurarım. Henüz havalar müsait. Bağ evimde elektrik ve telefon yok. Yazılarımı nasıl gönderirim?

Ben zelzeleyi pozitivistler, ateistler, rasyonalistler gibi görmem. Fay hatları, kırılmalar, yerin deprenmesi… bunlar elbette birer izahtır. Lakin işin ötesi vardır. İnanmayanlar bunları anlayamaz. Bu kainatın, şu yeryüzünün, zeminin ve âsumanın bir Yaratıcısı ve Sahibi vardır. Küçük bir sinek bile O’nun izni, yaratması, iradesi olmadan kanadını çırpamaz. Zelzelenin bu tarafını da düşünmek gerek.

İslam dini, “Öyle bir musibetten korkunuz ki, o içinizden sadece kötülere isabet etmez, topunuzun birden üzerine gelir” diyor. Bu memleketin başında bir süreden beri iki büyük bela vardır. Biri azgın, saldırgan, amansız din düşmanlığı; ötekisi ise Müslüman kesimdeki alçak ve rezil din sömürücüleri. Müslümanlar dinî bir farz olan emr-i mârufu ve nehy-i münkeri terketmişlerdir. İşte bence zelzele din düşmanlarına ve vazifelerini yapmayan Müslümanlara bir ihtardır. Her şeyin doğrusunu Allah bilir. 21 Ağustos 1999