Perşembe

 

İktisadî kriz son bahara bitecekmiş, işler düzeliyormuş, alınan tedbirler iyi neticeler verecekmiş… Ben bu dualara âmin diyemiyorum. Son derece köklü değişimlere gidilmedikçe, mevcut sistem değiştirilmedikçe işlerin düzelmesi mümkün değildir. Devlet günde yedi trilyon lira iç borç faizi ödemektedir. Milyonlarca memura, resmî işçiye, emekliye ödenen maaşlar bütçenin takati üzerindedir. Faizcilikten, rantçılıktan hâlâ vaz geçilmemiştir. Kokuşma bütün hızıyla, şiddetiyle, yaygınlığıyla, yoğunluğuyla devam etmektedir. Bu şartlar altında, “gelecek seçimleri kazanmak isteyen” partilerin alacakları ucuz tedbirlerle bugünkü derin, korkunç, genel kriz aşılamaz. Zaten bu ülkenin siyasetini, iktisadiyatını, sosyal yapısını, kültürünü popülist politikacılar ve çapsız idareciler bugünkü feci hale getirmemiş midir?

Okuyucularıma hitap ediyorum: Herkes tedbirini alsın. Sonbahara kriz daha da şiddetlenecek, kış mevsiminde ülkeyi sarsacak hale gelecektir. Bugünkü koalisyonun bu ağır yükü taşıyacak takati olmayacaktır.

Küçük, hem mutlu, hem de putlu bir azınlık dışında krizin maddî yönü halkın yüzde doksan beşini vuracaktır. Memurlar, işçiler, küçük esnaf perişan olacaktır. Ben felaket dellallığı yapmıyorum. Görünen köy kılavuz istemez. İşin uzmanı değilim. Lakin uzman olanlara soruyor, onların görüşlerini öğreniyorum. Meselâ bu konularda Türkiye’nin önde gelen uzmanlarından İlhan Kesici bey vardır. Devlet Planlama Teşkilatı’nın başında bulunmuş, siyasî ve iktisadî konularda ülkenin nabzını tutan, içteki ve dıştaki basını takip eden; raporları, kitapları tedkik eden bu zat, yakın geleceğimiz için çok karanlık bir tablo çizmektedir.

Peki bu kötü gidişe dur denilemez mi, işe yarar çareler, çözümler bulunamaz, tedbirler alınamaz mı? Elbette alınır. Lakin bugünkü kafalarla, zihniyetle alınamaz. Böyle reçeteler çok acı ilaçları ihtiva edecektir. Popülist, gelecek seçimleri kazanma hesabını yapan politikacılar acı reçeteler yazamaz.

O halde nereye gidiyoruz? Tek cevap: Kötüye gidiyoruzdur. Şundan korkuyorum ki, gün gelecek büyük bir yıkım olacaktır.

Trilyonlar, katrilyonlar vuranlar, fâiz ve rant gelirleriyle Karun gibi zengin olanlar geleceklerini emniyette sanmasınlar. Allah zâlimleri, ülkeyi ve halkı sömürenleri, devleti bu hale getirenleri sevmez ve korumaz. Gün gelecek onlar da ilahî silleyi yiyerek hâk ile yeksan olacaklardır. Tarihte hep böyle olmamış mıdır?

Müslümanları Tenkit Etmek

Geçenlerde, dinî hizmetlerle meşgul olan bir zat aleyhimde ileri geri konuşmuş, “Bu adam her gün Müslümanları tenkit ediyor” demiş. Lâ havle çektim. Be mübârek, böyle bir devirde Müslümanları tenkit etmeyeyim de ne yapayım?.. Camilere serinletme cihazı alınması yahut önümüzdeki kış için kalorifer tesisatı yapılması için mi çalışayım? Yahut da, İslâm’a kâfirlerden daha fazla zarar veren yiyici, hortumlayıcı, götürücü sahte İslamcıları mı destekleyeyim? Yoksa siz benim “Demirel ne dedi, Ecevit ne yaptı, Mesut Yılmaz niçin böyle konuştu, Tansu Çiller hangi sebeple bu davranışın içindedir?” gibi günlük, boş, faydasız, gelip geçici, birkaç saat bile devamlılığı olmayan dedikodularla mı uğraşmamı ve okuyucularımı bunlarla uyutup afyonlamamı mı istiyorsunuz?

Din iman elden gidiyor, Şeriat’a küfrediliyor, bu memleketin çoğunluğunu teşkil eden Müslüman halkın, ABD ve İngiltere’deki Müslümanlar kadar hakkı ve hürriyeti yok ve bütün bunlara rağmen din baronları, sahte İslamcılar, mukaddesat bezirgânları, din sömürücüleri hâlâ günlerini gün ediyorlar. Dünya yıkılsa onların umurunda değildir. Onların lisanla, zâhiren muvahhid göründüklerine bakılmamalıdır. Onlar kendilerine inanmış, benliklerine tapan kişilerdir. Kimi kandırdıklarını sanıyorlar? İslâm’a hizmet iddiasıyla ortaya çıkacak kişilerin önce Peygamberin, sonra Ashab-ı Güzinin, daha sonra da her asırda gelip geçmiş Sâlih Seleflerin ahlâkı ile ahlâklı olmaları gerekmez mi? İslâm dininde, Müslümanları aldatıp, oyalayıp, afyonlayıp, onları şartlı refleksli mahluklar haline getirip, beyinlerini yıkamak suretiyle dolandırılmalarına cevaz var mıdır? Peygamberimiz yiyecek bir şey bulamıyor, aç kalıyordu da kimseden bir şey istemiyordu. Vefat ettiklerinde zırhı birkaç ölçek buğday mukabilinde Medineli bir Yahudide rehin bulunmaktaydı. Böyle bir Peygamberin dinine, dâvasına, Şeriatına hizmet etmek için çıkacak kimselerin de onun ahlâkına benzer bir ahlâk sahibi olmaları gerekmez mi?

İslâm dininde Müslümanları aldatarak, onlara yalan söyleyerek, emanete hıyanet ederek, câhil ve saf bağlıları sömürerek zengin olmak var mıdır?

İçinde bulunduğumuz devirde, yıkıcı ve ümitsizlik verici olmamak şartıyla Müslüman kesim içinde faydalı ve müsbet özeleştiri yapmak, yine faydalı uyarılarda bulunmak farz-ı kifâye derecesinde bir vazifedir. İşte ben bu acı işi yapıyorum. Profesyonel gazeteci değilim. Geçimimi yazı yazarak temin etmiyorum. Benden başka da böyle tenkitler ve ikazlar (uyarılar) yapan hemen hemen yok gibidir. Siz de kalkmışsınız bu yüzden benim aleyhimde bulunuyorsunuz.

Soruyorum: Siz ne gibi işlerle meşgulsünüz? Demirel, Ecevit, Yılmaz, Çiller… Fethullah Hoca… Diğer başka hocalar… Enver Ören bey… Bunların dedikodusunu yaparak kendinizi tatmin ediyorsunuz ama bu gibi mâlâyâni sözlerin sizin ne dünyanıza, ne de âhiretinize yararı var mıdır?

Sizin cemaatiniz, hizbiniz, fırkanız, tarikiniz hakmış, ötekiler bozukmuş… Bu gibi hezeyanlar İslâm ahlâkına yakışır mı?

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz “İnsanların hayırlısı, insanlara yararı dokunandır” buyurmuştur. Sizin insanlara, Müslümanlara ne gibi gerçek hizmetleriniz vardır? Dedikoduyla, hizipçilikle, meşreb taassubuyla, günlük gelip geçici boş şeylerle hizmet mi olurmuş. Dilinizden selâmette olmak isterim. 06 Ağustos 1999