İktisat ve Ahlâk
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Cuma
Bundan beş altı sene önceydi. Ticaret, iktisat hayatı iyiydi, memlekete bol turist geliyordu, çok para kazanılıyordu. Anlatacağım zatın turistik eşya ve halı satan mağazası vardı. Birkaç sene içinde zengin olmuş, bayağı para kazanmıştı. İlk önce elli bir bin dolara lüks bir araba aldı. Altı ay sonra bir lüks araba daha edindi. Eskiden Fatih’te oturuyordu, karşı tarafa geçtiler, Bağdat caddesi civarında pahalı bir eve yerleştiler.
Zenginlik adamın başını döndürmüş, kendisinde akıl, iz’an, vicdan, sağduyu, hikmet diye bir şey bırakmamıştı. Onbeş senelik karısının üzerine genç ve fıkırdak bir kadın daha almış, onun için ikinci bir ev açmıştı.
En pahalı mağazalardan lüks elbiseler, gömlekler, ayakkabılar satın almış, kendi aklınca güzel giyinmeye başlamıştı. Yeterli kültürü ve zevki olmadığı için palyaço ve soytarı kıyafetine büründüğünün farkında değildi.
Lüks lokantalara gidiyor ve en pahalı yemeklerden birer buçuk porsiyon yiyordu. Hayli kilo almış, duba gibi olmuştu.
Lüks ve gözde mevkilerin birinden yazlık satın almıştı.
Velhasıl vur patlasın, çal oynasın, gel keyfim gel, kekâh bir hayat sürüyordu.
Eline geçen parayı sermaye olarak kullanacağına verimsiz sahalara yatırıp harcıyordu.
Hanutçuluk usulüyle 100 dolarlık bir halıyı turistlere bin dolara satıyordu. Onun yüksek fiyatlara sattığı halılar Paris, Londra, New York, Frankfurt, Milano mağazalarında daha ucuzdu.
Nihayet iktisadî ve ticarî buhran başladı, işler durgunlaştı, bozuldu. Bizimki birkaç sene içinde eridi bitti. Yuvaları yıkıldı, damları başına çöktü, önce birinci otomobil elden gitti, sonra ikincisi. Şimdi kara kara düşünüyor, memleketin iktisadî sistemine söğüp sayıyor. A zavallı, suçlu arıyorsan aynaya baksana! Hangi Yahudî tacir senin gibi yapıyor. Sen türedi, sonradan görme, ne oldum delisi, şaşırmış, akılsız bir kimse olmasaydın bu hallere düşer miydin?
Türkiye’deki iktisadî, ticarî, mâlî işlerin iyi gitmemesinde sistemin bozukluğu kadar, hattâ ondan daha fazla bizde iş ve ticaret ahlâkı olmayışının tesiri vardır.
Eskiden bu memleketi ayakta tutan direkler ahîlik, fütüvvet ahlâkı, loncalar, esnaf teşkilatı idi. Bunlar yıkıldı, yerlerine bir şey konulamadı ve bugünkü kaos meydana geldi.
Koca koca, cilt cilt kitaplar yazılmıştır, kapitalist ekonominin yükselişinde püriten Protestan ahlâkının rolü üzerine.
İktisat, ticaret, sanayi, finans hayatında ahlâk, prensip, fazilet olmazsa bu işlerin sonu da olmaz.
Bazıları haramyiyicilikle, namussuzlukla, gayr-i meşru yol ve metodlarla iktisadî ve ticarî sahada ilerlenebileceğini sanırlar. Böyle bir şey mümkün değildir. Başta bir miktar ilerleme ve kalkınma olsa bile sonunda çöker, yıkılır, biter.
Yazımın başında orta bir taciri örnek olarak gösterdim. Şimdi de büyük, hem de çok büyük bir iş adamımızı anlatayım:
Güney Kore’li büyük iş adamları yüzde yüz millî ve yerli bir otomotiv sanayii kurmuşlar ve her yıl en ileri ülkelere milyonlarca araba üretip satmaktadırlar. Bu yetişmiyormuş gibi nice ülkelerde kendi markalarının fabrikalarını tesis etmişlerdir. Bizim zenginimiz ise, sömürgeci ülkelerin patenti ile, montajlama metoduyla geri, çağdışı, dış piyasalarda rekabet edemeyecek ikinci kalite otomobiller üreterek iç piyasayı tokatlamaktadır.
Ayrıca yabancılarla birlikte yoğurt, reçel, ayran, maden suyu, gazoz ve salça fabrikaları kurmuş olup bu yolla da milyonlarca dolar kazanmaktadır. Türkiye de Güney Kore gibi bir sanayi, ihracat, iktisat devi olsun… Onun böyle bir derdi ve çilesi yoktur. Ucuz, kolay, az zahmetle büyük paralar kazanıyor ya, gerisi önemli değildir.
Türkiye’den niçin bir Krupp, bir Agnelli, bir Ford, bir Sony veya Samsung patronu gibi dünya standartlarında vasıflı, güçlü, üstün iş adamı ve sanayici çıkmıyor? Bizdeki kaht-ı rical (adam kıtlığı) sadece politika, devlet idaresi, edebiyat, sanat, sosyal ilimler, hukuk sahasında değildir, aynı zamanda iş, ticaret, sanayi, ihracat sahasında da dehşet verici bir yetersizlik müşahede edilmektedir.
Ülkemizde çok iyi ustalar ve işçiler bulunmaktadır. İstanbul’da küçük bir atölyede yılda yirmi adet kadar, patentinin müddeti bitmiş spor İngiliz otomobilleri üretiliyor. Ben bu iş yerini gezdim ve yapılan otomobilleri gördüm. Son derece güzel, zarif, şık arabalardı. Bunları üretebilen bir ülke elbette ki, seri halinde yerli otomobil yapabilir ve bunları en ileri ülkelere satabilir. Lakin dış sömürgeciler böyle bir şeyi istemiyor. İçimizdeki sömürgeci ortakları da onların isteklerine boyun eğiyor.
İktisat, ticaret, sanayi, ihracat, ziraat, hayvancılık, arıcılık, balıkçılık, çiçekçilik, fidancılık, el sanatları gibi sahalarda bize en fazla lazım olan şeyler şunlardır:
(1) Önce beyin. Memlekette yoksa dışarıdan getirtilecektir.
(2) Sonra çağ seviyesinde çok iyi, çok güçlü, üstün bir eğitim.
(3) Temel öğretimden sonra gençleri ikiye ayırmak, istidadı olanları liselere, diğerlerini meslek liselerine, çıraklık eğitimine yönlendirmek. Almanya’da böyle yapılıyor.
(4) İş, çalışma, sanayi, iktisat, ticaret, ziraat hayatında eski geleneksel ahlâkı, disiplini, terbiyeyi hakim kılmak için yeni düzenlemeler yapmak. Ahîliği, fütüvvet ahlâkını, loncaları canlandırmak için çalışmak.
(5) Japonya’yı, Güney Kore’yi, Taiwan’ı, Singapur’u örnek almak, o ülkelere müşahitler göndermek, araştırmalar yaptırtmak, raporlar hazırlatıp bastırmak. Oralardan beyin, mühendis, usta getirtmek.
(6) Ürünlerinin büyük kısmını ileri ülkelere ihraç edebilecek otomobil, elektronik cihaz fabrikaları kurmak; tarım, hayvancılık, çiçekçilik sahasında Hollanda, Danimarka gibi ileri ve başarılı ülkelerle rekabet edebilecek bir hale gelmek.
Türkiye’nin bugünkü iktisadî, ticarî, malî durumu yürekler acısıdır. Gazetelerde çıkan haberler, şişirme masa başı yorumlar kimseyi aldatmasın. İktisadî durumun iyi olduğuna dair işkembe-i kübradan çıkma nutuklar ve beyanların hiçbir kıymeti yoktur. Tekrar soruyorum: Benim ülkem niçin bir Güney Kore, bir Taiwan kadar sanayide, ticarette, üretimde, ihracatta, döviz rezervine sahip olmakta başarılı olamıyor? Ülke, millet, devlet gırtlağına kadar borca batırılmıştır. Bunun sorumlusu köylüler, işçiler, küçük esnaf, ev kadınları mıdır? Yoksa bu memleketi idare eden politikacılar, büyük bürokratlar, derin devlet sorumluları mıdır?
Adriyatik’ten Çin Denizi’ne kadar büyük bir Türk dünyası varmış. Yirmibirinci yüzyıl Türk yüzyılı olacakmış… Bu kafayla, bu gidişle mi? 15 Nisan 2000