Pazar

 

Hastasınız, doktorlar sizi muayene ediyor ve tedaviniz için gerekli ilaçları reçetelerine yazıyorlar. Siz bu ilaçları satın alıyorsunuz, fakat kullanmıyorsunuz. Nasıl iyi olacaksınız?

Biz Müslümanlar da hastayız. Mâneviyat doktorları bize reçeteler yazmışlar, hangi ilaçları alacağımızı, neler yapıp yapmayacağımızı bildirmişler. Biz bu ilaçları kullanmıyoruz, öğütleri tutmuyoruz. Elbette iyi olamayız.

Çocukluğumda ve gençliğimde din hayatı üzerinde ağır baskılar vardı. Yeterli mâneviyat doktoru yoktu, reçete yoktu, ilaç yoktu. Öyle günler geçirdik ki, uzak köylerde bazen Müslüman cenazelerini kaldıracak imam bulunamadığı için ölüler ortada kalıyordu. Ezan-ı Muhammedî okumak bile yasaktı. Anayasada din hürriyeti yazılıydı ama uygulamada yoktu. “Cami Kıyımı” adlı kitabımda yazdım, yakın tarihimizde bu ülkede başta tarihî camiler olmak üzere on bin Selçuklu, Beylikler, Osmanlı eseri yıkılmış, yok edilmiştir.

1945’te İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada demokrasi rüzgarları esmeye başladı; bizde de tek parti sisteminden çoğulculuğa geçildi. 1950’de seçimleri Demokrat Parti kazandı, Ezan-ı Muhammedî okuma yasağı kaldırıldı, biraz hürriyet geldi. Elli yıl içinde onbinlerce çeşit din kitabı yayınlandı, eski asırlarda yaşamış büyük İslâm âlimlerinin ve mürşidlerinin faydalı eserleri tercüme edildi. Bu eserler, yekûn olarak on milyonlarca adet satıldı. Velhasıl elimize ilaçlar geçti ama biz düzelip iyi olacağımıza büsbütün battık. Çünkü reçeteleri hayata uygulamıyoruz, ilaçları nefislerimize ve topluma tatbik etmiyoruz.

Müslümanların islah olması için bir tek kitap bile yeter. Meselâ Hüccetülislâm Zeynüddin İmamı Gazali hazretlerinin İhyau Ulumi’d-din’i okunsa, içindeki ilaçlar kullanılsa üstün ve vasıflı Müslümanlar yetişir, nice bozukluk giderilmiş olur.

Heyhât ki, biz din kitaplarımızı okumuyoruz, okusak da anlamıyoruz anlasak da hayata uygulamıyoruz.

Şu adama bakınız: Güzel ciltli kitaplar almış, özel bir kütüphane kurmuş. Neler yok ki… Tefsir, hadîs külliyatları; vaaz, irşad, tasavvuf kitapları, fıkıh eserleri… Kitaplarını zevkle, gururla seyrediyor. Eşine, dostuna, misafirlerine “Bakın benim işte böyle güzel, yaldızlı ciltli, nefis kapaklı dinî kitaplarım var…” diyor. Diyor ama, bu Müslüman hâlâ on sene, yirmi sene önce otlamaya başladığı yerde otluyor. İlim, kültür, ahlâk, hayır hasenat, güzellik ve estetik bakımından kendisinde bir ilerleme, olgunlaşma görülmüyor. Demek ki, bunca kitabın, bunca mânevî ilacın bir faydasını görmemiştir. Çünkü onları kullanmıyor.

Resulullah Efendimiz “İki günü birbirine eşit olan zarardadır” buyurmuşlardır. Vasıflı, akıllı, firasetli Müslüman, her günü, bir önceki günden daha üstün olan kimsedir.

Bilgide, ilimde, irfanda, kültürde ilerlememiz şart.

Tabiî ki, bu bilgi ve kültür faydalı bilgi ve kültür olacaktır. Resûlullah Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) “Ya Rabbi! Faydasız ilimden Sana sığınırım” buyurmuşlardır.

Vasıflı ve iyi Müslüman ibadette, hayır hasenatta, bütün güzel ve doğru şeyleri yapmakta her gün daha ileriye giden kimsedir.

Daha doğru, daha bilgili, daha iyi, daha güzel, daha hayırlı olabilmek. Din bize bunu tavsiye ediyor, bunu emrediyor.

Yalanın haram olduğunu bilmiyor muyuz? Çok iyi biliyoruz ama günlerden bir gün “Bugünden itibaren artık hiç yalan söylememeye cehd ü gayret edeceğim” diyemiyoruz.

Dinimiz sadece mânevî hastalıkları tedavi edecek reçeteler ve ilaçlar vermiyor, maddî sağlığımızı korumanın yollarını da gösteriyor. Bu konudaki İslâmî öğütleri de tutmuyoruz. Tuzları kuru olan zengin, varlıklı Müslümanların yeme içmeleri İslâm’a uygun mudur? Değildir ve cezasını çekiyorlar.

Müslüman “iyi insan, iyi vatandaş” demektir. Biz iyi insanlar, iyi vatandaşlar olabiliyor muyuz?

Hadîs-i Şerif’te “İman yetmiş şu kadar şubedir. Birincisi Kelime-i Şahadet’i (kalben tasdik ederek) söylemek, sonuncusu yolda gelip geçene eziyet veren bir şeyi kaldırıp atmaktır” buyuruluyor. Biz ülkemizi, şehirlerimizi, gezmeye gittiğimiz kırları, ormanları temiz tutuyor muyuz? Koskoca Türkiye’yi maalesef büyük bir çöplük olarak kullanıyoruz.

Kur’ân bize “Dosdoğru olmayı” emr ediyor. Nasıl bir doğruluktur bu? Allah’ın emrettiği gibi doğru olmaktır. Bu doğruluk konusunda da Peygamberimiz bizim için en güzel bir örnek ve modeldir. Biz, doğruluk hususunda acaba 10 üzerinden kaç not alırız? Sınıfı geçer miyiz, yoksa imtihan sonunda yüzümüz kara mı çıkar?

Müslüman haram yemez.

Müslüman faiz, riba ve bunlara benzer gayr-i meşru kazançları yemez.

Müslüman rüşvet almaz, ihalelere fesat karıştırmaz.

Bırakın haramı, Müslüman şüpheli, şaibeli kazanç ve gelirlerden bile bucak bucak kaçar.

Biz böyle miyiz?

Behey dangalak, behey alçak! Zengin olmak istiyorsun, çocuklarına büyük bir servet bırakmak istiyorsun ve bunun için korkunç ve kuduz bir hırsla haram kazançlar peşinde koşuyorsun. Sende böcek kadar akıl olsaydı çocukların için böyle ateşli bir servet biriktirmezdin. Bunların azab, ateş, felaket olduğuna aklın ermiyor. Zeki ve kurnazsın, hattâ hayli de hilekârsın ama sende akıl yok.

Resulullah Efendimizin zamanında Mescid-i Saadet’e zekat olarak toplanan hurmalar gelmiş, bir yığın halinde duruyormuş. Hazret-i Hasan o tarihte çocukmuş, hurma yığınının yanında oynarken, karnı aç olduğu için bir hurma almış, tam ağzına götürüp yiyeceği sırada Resul-i Kibriya Efendimiz sevgili torununa öyle sert bir bakışla bakmış ki, şaşıran çocuk hurmayı bırakmış, ağlamaya başlamış. Evet, bu din, Peygamber torunu bile olsa, insana haketmediği bir hurmayı bile yedirmez. O hurmalar zekattı, peygamber ve ailesi, aşireti fakir ve muhtaç da olsalar zekat alamazlardı.

Kureyş kabilesine mensup üst tabakadan bir kadın hırsızlık yapmış, yakalanmış. Ashabtan bazıları bu kadının affedilmesi için Peygamber’e gelmişler, ricada bulunmuşlar. Efendimiz onlara “Allah’a kasem ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsa onu da cezalandırırım” buyurmuşlardır.

Dini imanı para olan, mal olan gafiller ve azgınlar bunları dinlemezler.

Altın Buzağı’ya tapan fâsık ve fâcirler yüzünden İslâmî hareket son derece kirlenmiştir. Aynaya bakalım, “Onların dinleri paraları, kıbleleri karılarıdır” denilen uğursuz insanlardan biri biz miyiz?

“Ben iyiyim, ben çok iyiyim, benim hiç hatam ve yanlışım yok. Bütün hatalar, bozukluklar başkalarında…” Böyle sayıklayanlar bir zaman gelecek, gaflet uykusundan çok feci ve berbat şekilde uyanacaklardır. Ne buyurulmuş? “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar…” Ancak ölümden sonra uyanmanın faydası olmaz. Artık tövbe kapıları kapanmış, fırsatlar elden gitmiştir.

Kurtulmak, selamet bulmak, iyi olmak için bütün ilaçların hepsine lüzum yoktur. Akıllı, firasetli, vicdanlı Müslüman on hadîs-i şerifteki reçeteler ve ilaçlarla kurtulabilir. İkisinin meâlini yazayım:

– Sana yapılmasını istemediğin şeyi sen de başkasına yapma.

– (İyi ve olgun) Müslüman odur ki, insanlar onun elinden ve dilinden selâmette olurlar.

Yazık, şu bunca şifa verici ilaç içinde bin türlü hastalıkla kıvranıyoruz. 27 Ekim 2003