İlkel Adam Kimdir?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Salı
(1) Cep telefonu, otomobil, televizyon, elektronik ev eşyasına; ilimden, irfandan, kitaptan, kültürden, sanattan daha fazla değer verir; hattâ bu ikinci kategoridekilere hiç değer vermez.
(2) Yaşamak için yemez, yemek için yaşar.
(3) Henüz acıkmadan sofraya oturur, doyduktan sonra sofradan kalkmaz, çatlayıncaya kadar tıkınır.
(4) Lüks, pahalı, gösterişli bir otomobilin kendisine değer kazandıracağını sanır.
(5) Üniversite bitirmiştir ama dedelerinin, atalarının, ninelerinin mezartaşlarını bile okuyamayacak kadar cahildir.
(6) Zengindir, parası vardır, kazancı iyidir; lakin lüks evinde bir tek el dokuması, kök boyalı halı ve kilim yoktur. Fabrika halısıyla yetinir.
(7) Lüks evinde barı vardır, kütüphanesi yoktur.
(8) Kitap almaz, kitap okumaz, kitapla ilgilenmez.
(9) Yabancı bir ülkeye gezmeye gider de oradaki bir müzeyi bile gezmez.
(10) Şifahî (sözlü) kültürlüdür, yazılı kültürle ilgisi yoktur.
(11) Mantık bilmez. “Mantık nasıl bir bilgi dalıdır, tarifini yapınız…” diye sorsalar aval aval bakar.
(12) Parayı ana değer olarak kabul eder, dini imanı paradır.
(13) Futbol kulübü tutar gibi siyasî parti, tarikat, cemaat tutar.
(14) Onda marka fetişizmi hastalığı vardır. Kaliteye değil, markaya para verir.
(15) Gittiği lokanta ve restoranlarla, yediği yemeklerle öğünür.
(16) Evine vapur ve trenle gitse yolculuğu bir saat sürecek ama o, lüks otomobili ile iki saat çileye katlanır, halkın içine girip de toplu taşıma vasıtalarıyla seyahat etmez.
(17) Bildiği ve bilmediği her şeyi bildiğini zanneder.
(18) Yalan da olsa övgülerden çok hoşlanır, doğru da olsa uyarı ve tenkitlerden nefret eder.
(19) Yaşına, fizikî yapısına hiç yakışmayan kıyafetlere bürünür ve soytarıya benzer.
(20) En çok kullandığı kelime ben’dir. Ben şöyle dedim, ben böyle yaptım, ben oradaydım, ben ben ben…
Daha önce de yazmıştım ama tekrar yazıyorum ve şu cümlelerini ezberlemenizi rica ediyorum: “PKK terörünün tozdumanı içinde birtakım kişiler uyuşturucu ve silah ticareti yapmaktadır. Bu işte milyarlarca dolar dönmektedir. Bu uyuşturucu ve silah ticaretinin kökü kurutulmadıkça terör bitmez.”
Türkiye Yahudi Hahambaşısı cesur konuştu, birtakım dinsiz ve ahlâksız Yahudiler için
mealinde bir söz etti. Sayın Diyanet İşleri Başkanımızın da birtakım sözde Müslümanları böyle keskin bir şekilde uyarmasını ve tenkit etmesini bekliyoruz. Maalesef bugün İslâmcı kesimde haram yiyen, saçı bitmedik yetimlerin haklarına el uzatan, ihalelere fesat karıştıran, bin türlü dolap ve dalavere çeviren, her pisliğe bulaşan alçak münafıklar bulunmaktadır. Bunların ağır uyarılara, ağır zılgıtlara ihtiyacı vardır.
Sultanahmet’te turizm bürosu arkasındaki ulu çınarın harika bir güzelliğe sahip iki dalı budama bahanesiyle kesilmiştir. Bütün İstanbul severleri, ağaç severleri bu vandallığı protestoya çağırıyorum. Böyle ağaç budanmaz. Ayrıca şu husus da devamlı olarak protesto edilmelidir. Üzerinden birkaç ay bile geçmeden yeni yapılan yollar ve kaldırımlar berbat bir hale gelmiştir. Hiçbir medenî ülkede, yere kum döşeyip onun üzerine yalap şalap taş koyarak yol ve kaldırım yapılmıyor. Birtakım adamlar İstanbul halkını enayi yerine koyuyorlar. Gidip Beyoğlu’nun perişan haline bakınız. Birtakım müteahhitler kolayca zengin olacak diye şehri berbat etmeye, belediye bütçesini ziyan etmeye kimsenin hakkı yoktur. Sayın Kadir Topbaş beyefendi’yi Beyoğlu yolları dolayısıyla göstermiş olduğu hassasiyetten dolayı tebrik ediyorum.
Din sömürüsü yapmamakla iş bitmiyor. Din sömürüsü, mukaddesat bezirgânlığı yapanları da en ufak bir şekilde desteklemeyeceksin. Onları desteklersen, dolaylı şekilde din sömürüsü yapmış olursun. Fakirlerin senin üzerinde hakları vardır. Zekâtlarını, Kur’an’ın öngördüğü şekilde, öncelikle miskinlere ve fakirlere vermekle mükellefsin.
Miskinler aç sürünürken, pahalı cep telefonu ile caka satan sahte fakire yardım yapma. Önce çok aç olan kardeşini doyur. Sakın unutma: Şeriat ve fıkıh, tüzelkişilere yani derneklere, vakıflara, tarikatlara, cemaatlere zekat verilmesine izin vermiyor. Zekatını mutlaka hakikî kişilere vermelisin. Aksi takdirde zekatını ödemiş olmazsın ve sorumluluktan kurtulamazsın.
Anasına babasına küfür ve hakaret eden kimse soysuzdur. Ecdadına, tarihteki büyüklerine hakaret ve düşmanlık eden de aynı şekilde soysuzdur. Kusurları ve hatâları da olsa ecdadımızı, atalarımızı, tarihî büyüklerimizi saygı ve rahmet ile anmalıyız. Birtakım yeni yetmeler ucuz bir Osmanlı düşmanlığı yapıyorlar. Bunlara asla kapılmamalıyız. Ecdadımız, eski büyüklerimiz bizim velinimetlerimizdir. Peygamberimiz “Ölülerinizi rahmetle anınız” buyuruyor. Osmanlı düşmanlığı yapan birtakım İslâmcıları araştırınız…
Günümüzde büyük, şiddetli ve genel bir bozukluk var. Bu bozukluk, düzelmek bir tarafa kat kat çoğalacaktır. Herkes tedbirini buna göre alsın. İleride her şey düzelecek, ortalık güllük gülistanlık olacak kuruntularına kapılmayınız. Geleceğe ait hesaplarınızı bugünkü korkunç ve dehşetli bozukluğun ve fesadın artacağını bilerek yapınız.
Dükkandan (Bedir Yayınevinden) telefon ettiler, bir zat müracaat etmiş, bir
açmak istiyormuş, yardımcı olur mu diye sormuş. Memnuniyetle ederim dedim. Pilav sarayı, börek sarayı, çorba sarayı… Zaten bunların propagandasını yapıp duruyorum. Pilav sarayında birkaç çeşit zengin pilav olmalı; mesela
Yanında turşu veya cacık. Nefis bir karışık komposto… Pilavlar çok lezzetli olmalı, fiyatlar uygun, dekorasyon sanatlı… Hem para kazanılır, hem hizmet edilir.
Gazeteler yazdı, okumuşsunuzdur. Büyük bir dergi beklenen İstanbul depremi ile ilgili araştırma yapmış, etraflı bir yazı yayınlamış. Tahminlere göre bir milyondan fazla insan ölecekmiş. Bizim resmî ağızlara sorarsanız birkaç onbindir bu rakam. Depremde sadece binalar yıkılmayacak, başka felâketler de olacakmış.
(1) Felâketten sonra şehir susuz kalacakmış. (Böyle bir zamanda fırsatçılar bir şişe suyu 500 dolara satarlar.)
(2) Şehirde onbinlerce yangın çıkacakmış. Enkazın altındaki bodrumlarda falan sağ kalanlar yangınların alevleri ve ateşi ile kavrulacaklarmış.
(3) Kışın olursa, milyonlarca insan soğuktan kırılacakmış.
(4) Gözü dönmüş onbinlerce yağmacı çılgınlar gibi, kuduzlar gibi para, mücevher, altın aramaya başlayacak, yüzük ve bilezikleri almak için ölü ve yaralıların parmak ve bileklerini keseceklermiş.
Uluslararası büyük dergi “Vakit henüz geç değildir, hemen harekete geçilmeli…” diyor. Gölcük ve civarındaki dehşetli depremden bu yana yedi yıl geçti, yedi yıl boyunca dehşetli bir deprem edebiyatı yapıldı, uzmanlar çelişkili demeçler verdiler, deprem komisyonları kuruldu, raporlar yazıldı ama asıl yapılması gerekenler yapılmadı.
İstanbul’da, şiddetli bir depremde yassı kadayıf gibi olacak, bir enkaz yığını haline gelecek elli bin bina vardı, bunlar güçlendirilmedi, tahliye edilmedi, yıkılmaları gerekiyorsa yıkılmadı. Büyük bir depremin senaryosu halktan gizlendi. İlgililer ve sorumlular halkı korkutmamak, paniğe düşürmemek için tehlikenin büyüklüğünü sakladılar, gizlediler. Bu arada, birtakım rantçılar, “Bizim yaptığımız inşaatlar sağlam zemindedir” propagandasıyla binalarını iyi fiyatlarla çabucak sattılar. Genel bir ahlâk fesadının bulunduğu bir ülkede elbette depremin de rantı olur.
17 Ağustos 1999 depreminden birkaç gün önce güneş tutulması olmuştu. Geçen hafta yine güneş tutuldu. Bazı profesörler ve belediyeciler, güneş tutulması ile deprem arasında bir ilişki olmadığını iddia ettiler. Birkaç ilim adamı olabilir dedi, lâkin onlar azınlıkta kaldılar.
Her neyse, İstanbul depremi hakkında uzun bir yazı yayınlayan ve dehşetli senaryolar ortaya koyan yabancı dergi en azından realist hareket etmiş, İstanbul’u ve Türkiye’yi bekleyen felâketi haber vermiştir. Bu bir uyarıdır. Bu kaçıncı uyarıdır? İstanbul ve Türkiye dedim, çünkü büyük bir İstanbul zelzelesi sadece bu şehri ve civarını değil, bütün ülkeyi saracaktır, yere serecektir.
Tabiî birtakım sorumlu ve güçlü şahsiyetlerin büyük depremle ilgili başka tehlike senaryoları da vardır. Felâketten sonra halk yığınları akın akın dine yaklaşacaktır. Milyonlarca insan Allah diye bağıracaktır. Camiler dolacaktır. Yüzde yüz olmasa bile ahlâkta bir düzelme olacaktır. Bazılarına göre böyle şeyler irticadır ve zelzele kadar tehlikelidir, tehdit oluşturmaktadır. Bazı gazeteciler, fikir adamları “Zelzele Allah’tandır, zelzele bizim için bir uyarı ve cezadır…” diyerek suç işleyebilirler. Bunların da hesabına ve icabına bakılmalıdır.
1977’de pederim rahmet-i Rahman’a kavuştu, cenazesi bir cuma günü, cuma namazını müteakip Fatih Camii’nden kaldırılacaktı. Şeyh Mehmed Zahid Efendi hazretlerine gittim, namazı kıldırmasını istirham ettim. Çok mürüvvetli, iyi kalpli bir insandı, kabul buyurdular, gelip namazı kıldırdılar. 1995’te validem ahirete intikal etti, rahmetli oldu. Şeyh Mahmud Efendi hazretlerine rica ettim. O da lütf etti, geldi Fatih Camii’ndeki cenaze namazını kıldırdı.
İnşaallah benim de cenaze namazımı hakikî ve icazetli bir şeyh efendi kıldırır. Yakın tarihte yaşamış bir kısım gerçek ve icazetli şeyh efendilere yetiştim. Sohbetlerinden istifade ettim, dualarını aldım, bereketlendim. Tarikat-ı aliyye-i Nakşibendiyye meşayihinden Adanalı Sami Efendi Hazretlerinin de dualarını aldım. Cerrahî tarikati şeyhi Muzaffer Efendi Hazretlerinin çok sohbetlerinde bulundum. Onun meşrebi biraz değişikti ama gerçek ve icazetli şeyh idi. Nice ecnebînin hidayetine vesile olmuştur. Değerli tarihçi Profesör Halil İnalcık beyefendi “Chicago üniversitesinde on küsur yıl hocalık yaptım. Bu müddet esnasında en önemli hadise İstanbul’dan gelen Şeyh Muzaffer’in, dervişleri ile birlikte üniversite şapelinde (kilisesinde) bir zikir ayini yapması ve sonra sorulara cevap vermesiydi…” diye yazmıştır. Mekke’de Medine’de Suriyeli Şazelî şeyhi Abdülkadir İsa Efendi Hazretleri ile görüşmüştüm, o da gerçek ve icazetli şeyh idi. Siyasî baskı ve zulümler yüzünden vatanından hicret etmiş (Dini yüzünden hicret edenlere selâm olsun!) ömrünü İstanbul’da tamamlamıştır.
Şeyh Muzaffer Efendi Dar-ı Bekâya irtihal ettiklerinde bendeniz Şile cezaevinde mahbus bulunuyordum. Gazetelerde Müslümanların ona hüzünlü ve güzel (hüznün de güzeli vardır) bir cenaze töreni yaptıklarını, tabutunu Fatih Camii’nden Karagümrük’e eller üzerinde tekbir getirerek, ilâhî okuyarak taşıdıklarını yazmıştı. Onun cenazesini Mahmud Efendi Hazretlerinin kıldırdığını duyunca memnun olmuştum. Bir zat, “Cenazesini Mahmud Efendi kıldırdığına göre, Muzaffer’in Müslüman olduğunu anladım…” gibisinden bir lâf etmiş. Tarikat taassubu…
Şeyh Musa Topbaş Efendi Hazretleri… Diğer bütün icazetli gerçek şeyhler… Onlar İslâm dinine, Muhammed Ümmetine hizmet ettiler, hizmet ediyorlar. Hepsine hürmet ederim. Eskiden gençliğimde bayramlarda şehrin belli başlı şeyhlerini ziyaret ederdim. Sonra İstanbul büyüdü, benim de yaşım ilerledi, gidemez oldum.
Bütün tarikatları severim, onlara taraftarım. Yeter ki, Şeriat dairesi içinde hizmet versinler, faaliyette bulunsunlar. Hangi tarikatın şeyhi olursa olsun, bütün şeyhlere hürmet ederim. Yeter ki, gerçek şeyh olsunlar, icazetli şeyh olsunlar. Benim nazarımda (Büyüklerden böyle öğrendim) isimleri ne olursa olsun, bütün tarikatlar Tarikat-ı Muhammediyedir. Nakşî, Kadirî, Rufaî, Mevlevî, Halvetî, Cerrahî, Şabanî, Şâzelî ve diğerlerinin yolları birdir.
Hakikî şeyhlere ne kadar hürmet ediyorsam, sahtelerine de o nisbette kızıyorum. Gerçek tarikatları tenzih ederek söylüyorum, zamanımızda bazı sözde tarikatlar holding gibi çalışıyor, para basıyor. Böyle tarikat olur mu? Birtakım cahil tarikatçılar (Dikkat buyurun tarikatlı demedim…) şeyhlerini erbab haline getiriyor. Şeyh kimdir? Resûl-i Ekrem Efendimizin (Salât ve selâm olsun O’na) bu devirdeki vekil, vâris ve halifelerinden biridir. O Resûl nasıl bir ahlâka sahipti? Birkaç madde sayayım:
(1) Hoşlanmadığını bildikleri için, Ashab-ı kiram hazeratı, Peygamberimiz bir meclise geldiğinde ayağa kalkmazlardı. Âdemoğullarının Seyyidi olan o yüce zat böylesine mütevâzı idi.
(2) Resûlullah bir topluluğa sonradan katıldığı zaman baş köşeye geçmezler, nerede boş bir yer varsa oraya ilişverirlerdi.
(3) O kadar mütevâzı ve alçakgönüllü idi ki, kölelerle birlikte yemek yerdi.
(4) Şatafattan, lüksten, israftan, debdebeden uzak bir hayat sürerdi.
(5) Genellikle binit olarak uysal ve mütevâzı bir katıra binerlerdi.
(6) Zühd sahibi idiler, dünyaya ve dünya mallarına sırt çevirmişlerdi. Para biriktirmezler, Kur’ânî tabirle asla kenz yapmazlardı.
(7) Hazret-i Aişe radıyallahu anha validemiz ağlayarak anlatmıştır: “Buğday ekmeği ve et; bu ikisini Resûlullah ömrü boyu bir kere bile doyasıya yememiştir…”
Gerçek bir Şeriat alimi, gerçek bir şeyh Resûlullah Efendimiz’in Sünnetine ve ahlâkına uyan kişidir. Uymuyorsa, tam tersini yapıyorsa elbette gerçek şeyh ve alim değildir. Onbeş seneden beri Millî Gazete’deki yazılarımda din sömürücülerine çatıp duruyorum. Onlara Din Baronları adını taktım ve tâbir tuttu. Benim tarikat, tasavvuf, şeyh konusunda fikir ve görüşlerimin özeti, yukarıda yazdıklarımdan ibarettir. Gerçek ve icazetli şeyhlere hürmet ve bağlılık, sahtelerinden uzak durmak. 06 Nisan 2006