İlkel Bedevî Toplumlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 29 Ocak 2019
Salı
(3) Medeniyet yazıyla, kitapla olur.
(4) Yazıdan yazıya, kitaptan kitaba, tahrirî metinden tahrirî metne büyük farklar vardır.
(5) İpe sapa gelir, tutarlı, parlak gibi görünen bir konuşma yazıya çekilirse, onun değersiz bir söz yığınından ibaret olduğu görülebilir. Bizde yüzde 99, hattâ binde 999 böyledir. Farz edelim, söz yazıya çekildi ve beğenildi. Bunu İngilizce’ye, Fransızca’ya, Almanca’ya çevirtiniz ve o ülkelere mensup bir bilirkişi heyetine havale ediniz; bizim ciddî, değerli sandığımız o yazıya belki de hiç not vermeyeceklerdir.
(6) Geri, ilkel, bedevî, şifahî kültürlü toplumlar anadillerinin mükemmel bir gramerini ve zengin bir lügatini bile yazamazlar.
(7) Böyle toplumlar, ülkelerinin tabiî, beşerî, iktisadî coğrafyasını da geniş, mufassal, zengin, ciddî, seviyeli bir şekilde kitaplaştıramazlar.
(8) Öyle toplumlar vardır ki, mazilerinden ve ecdatlarından kendilerine miras kalmış olan tarihi, kültürü, kimliği anlamaktan, anlatmaktan, idrak etmekten âcizdir.
(10) İlkel, şifahî, geri toplumlar, kendilerine hizmet ve rehberlik edecek vasıflı idareciler yetiştiremezler. Bol bol arivist yetiştirirler.
(11) Bilgi, aksiyon ve estetik boyutları yetersiz olan güdük ve vasıfsız Müslümanlar kemmiyete (niceliğe) önem verirler, her şeyi kelle sayısı, rakam çokluğu ile değerlendirirler; keyfiyete, niteliğe önem vermezler.
Böyle toplumlar din sömürücülerine, mukaddesat baronlarına kulak verir, onları destekler, onların peşlerinden giderler.
(13) İlkel, şifahî kültür ve zihniyetli Müslüman toplumlar din hizmetleri ve faaliyetleri için her yıl milyarlarca dolar toplarlar, bu muazzam paraları plânsız, programsız, stratejisiz, hesapsız kitapsız harcarlar ve bu minval üzere kırk yıl çalışıp çabalarlar ve arkalarına baktıkları vakit, bir arpa boyu yol gitmemiş olduklarını görecek kadar bile şuura ve akla sahip değildirler.
(14) İlkel ve bedevî toplumlar bundan yüz yıl önce borulu gramafonlara meftun ve hayrandılar. Şimdi de televizyonlara, cep telefonlarına, dijital fotoğraf makinalarına.
(15) Geri, ilkel, bedevî, şifahî kültürlü toplumlarda otomobil bir vasıta ve ihtiyaç olarak görülmez; sahibini yücelten, ona itibar ve değer kazandıran bir fetiş olarak görülür.
(16) İlkel, geri, şifahî, bedevî toplumların fakirliği bir felâket ise zenginliği bin felâkettir.
(17) Zevzek ve şifahî toplum olma haliyle kurtuluş, vasıf, üstünlük bir arada bulunmaz.
(18) Dışa açılan, başka kültür ve medeniyetlerle temasa geçen, az buçuk hürriyet ve serbestliğe sahip olan ilkel, bedevî, şifahî bir toplum hızla yabancılaşır, kendi kimliğini, kültürünü, kişiliğini yitirir, çözülmeye ve dağılmaya başlar.
(19) İlkel ve şifahî toplumların da müzeleri vardır ama onları yerli halk gezmez, yabancı turistler doldurur.
(20) İlkel ve şifahî toplumlar kendi değerlerini yitirince, parayı put ve mabut haline getirirler. Para en büyük değer olunca büyük bozulmalar ve kokuşma başlar.
(21) İlkel, şifahî, geri, bedevî toplumlar eğitime ve din hizmetlerine önem vermezler. Onlar en akıllı, en kabiliyetli, en istidatlı, en yetenekli çocuklarını doktor, mühendis, işletmeci olarak yetiştirirler. Eğitime ve din hizmetlerine gereken önemi ve değeri vermedikleri için toplumun iki ana temelinin yıkılmasına yol açarlar.
Onlar ucuz, kolay, işporta işi, fantezi reçetelerin peşinden koşarak ömürlerini, imkânlarını, fırsatları boşa harcarlar.
(23) İlkel ve şifahî toplumlar, sayıca on milyonlarca olsalar bile, hem tiraj, hem de tesir bakımından yeterli olan, “birinci ligte yayın yapan” bir medya kuramazlar.
(24) İlkel ve şifahî toplumlar zenginleştikçe azıtırlar, kudururlar, çılgınlaşırlar, zevk ü sefaya, israfa, lükse yönelirler.
(mücerret)
(müşahhas)
Meselâ okul denilince birkaç katlı bir betonarme binayı, mâbet denilince kubbeli ve minareli bir yapıyı anlarlar.
(26) Müslümanlar için çok lüzumlu, çok zarurî, çok faydalı değerli bilgileri kitaplara, risalelere, talimatnamelere yazmakla ve bunları bol miktarda dağıtmakla iş bitmez. Halkın, okur-yazarların, gençliğin beynine, zihnine bu bilgiler nasıl sokulacaktır? Bunun çaresini bulmak gerekir. Çünkü ilkel, şifahî, bedevî yığınlar okumazlar, okusalar da anlamazlar.
(27) İlkel ve şifahî toplumlar derin düşünceleri algılayamaz. Onlar sloganlarla, peşin hükümlerle (önyargılarla), klişeleşmiş lâflarla, tekerlemelerle, vecizelerle ömür geçirirler.
Yüksek bir üniversitede yüksek tahsil yapmış olan bir kişi, şayet kültür ve zihniyet itiarıyla ilkel kalmışsa ona asla medenî denilemez. Böyle yüksek tahsilli ilkeller çoktur.
(29) Bundan üç dört bin yıl önce Mezopotomya’da yazı, keskin bir alet ile çamur levhalar üzerine kazınarak yazılıyor, bunlar fırında pişirilerek sağlamlaştırılıyordu. Bizim müzelerimizde ve dünyanın belli başlı müzelerinde, böyle üzerlerinde çiviyazılı metinler bulunan binlerce levha vardır. Bugün yazı, basım, çoğaltma çok ucuzlamış, kolaylaşmıştır ama ilkel, şifahî, bedevî toplumlar bu imkân ve fırsattan yararlanamazlar.
(30) Bir medeniyet bin yılda gelişir, yükselir; kırk elli yılda çöker, biter.
Bu boyutlar doğru, iyi ve güzel şeyleri meydana getirirler. Bunlardan biri eksik olan bir toplum, diğer ikisiyle ayakta duramaz. Üçünün birden yeterli ve gerekli seviyede bulunması gerekir.
(32) Bir toplumu medenî yapan birinci vasıta ve unsur zengin, yazılı, edebî lisandır. Toplum bunu kaybederse, sadece günlük iletişim diliyle düşünmeye başlarsa kısa zamanda dejenere olur.
(33) Müslüman, Tevhid inancına sahip imanlı kişi demektir. Zâhirde muvahhid görünen, bâtınen parayı ve maddî menfaati putlaştıran, mâbut edinen, dinî tâbirle “Dini imanı para olan” kimse münâfıktır, müşriktir.
(34) Çocuklarını paraya, zenginliğe, lükse, konfora, israfa, dünyanın geçici zevklerine ve rahatlıklarına yönlendiren Müslüman bir toplum intihar yoluna girmiş demektir.
(35) İlkel, bedevî, şifahî Müslüman toplumlar bu fanî dünyayı kendileri için yalancı ve sahte bir cennet haline getirmek için var güçleriyle çabalayıp dururlar. 02 Haziran 2004