Pazartesi

 

İslâm’ın ilk asırlarında yaşamış büyük ve olgun bir zata sormuşlar: “Ölümünüze bir saat kalmış olduğunu size bildirmiş olsalar, ne yaparsınız?”

“İlim öğrenirdim…”

cevabını vermiş.

Tabiî ki, değerli, faydalı ilim… İslâm ilim dinidir; Müslümanlar ilimsiz, kültürsüz ayakta duramazlar, varlıklarını koruyamazlar.

Bir İslâm ülkesi olan Türkiye’nin bugünkü durumuna bakınız:

-Eğitimimiz yetersiz. Bunu sadece ben söylemiyorum; her görüşten, her ideolojiden entelektüeller söylüyor. Hattâ, gazetelerimizden biri, son üniversite seçme sınavlarının neticeleri ilan edilince millî eğitimimizin bitmiş ve iflâs etmiş olduğunu manşetten ilan etti.

-Dünya ülkeleri içinde kitap okuma listesinin sonlarındayız.

-İlmin, kültürün, eğitimin temel âleti ve vasıtası olan edebî-yazılı dilimiz çeşitli sabotajlara ve hıyanetlere uğramış ve pek sade, pek arı, pek duru, pek işe yaramaz hale getirilmiştir. İki-üç yüz kelimelik günlük konuşma ve iletişim lisanı ile edebiyat, fikir, kültür yapmak istiyoruz; olmuyor tabiî.

-Japonya’da bir tek günlük gazete günde 13-14 milyon nüsha basabildiği halde bizim en büyük gazetelerimiz 500 bin tavanını aşamıyor.

-38.5 milyon nüfuslu Polonya’da, haftalık haber-yorum dergisi “Nie” 780 bin basıyor; bizim en büyük haftalık dergimiz ise 15-20 bin satabiliyor.

-Televizyonlardaki açık oturumlarda bazı üniversite profesörlerinin Türkçe’yi bin türlü ıkıntı sıkıntı içinde, kelimeler ağızlarından kerpetenle sökülürcesine zorlukla konuştuklarını, meramlarını zahmetle anlatabildiklerine şahit oluyoruz.

-En hayatî, en temel, en zarurî konularda ciddî, seviyeli, doyurucu kitaplar yazılamıyor.

-Bu ülkede bin yıl boyunca kullanılmış olan yazı sistemi 1928’de yasaklanmış olduğu için, halk ve okumuşlar o tarihten önce basılmış veya yazılmış kitapları, belgeleri, mezar taşlarını, tarihî âbidelerin kitabelerini okuyamıyorlar.

-Okumayı öğrenseler bile, lisanımız birtakım kültürel terörlerle o kadar bozulmuş ve başkalaştırılmıştır ki, okudukları eski metinlerin mânâsını anlayamıyorlar.

-Medenî ülkelerde her evde en az bir kitap dolabı, bazısında kütüphane odası veya salonu bulunduğu halde bizim evlerimizde böyle şeylere çok nâdir olarak rastlanıyor.

-Yine medenî ülkelerde toplu nakil vasıtalarında seyahat eden vatandaşların büyük bir kısmı kitap okuduğu halde bizde böyle manzaralar pek görülmüyor.

Dünyanın ileri, medenî, kalkınmış ülkelerinin liselerinde öğrencilere sosyal ve edebî kültür veriliyor, aşağıdaki sahalarda yeterli bilgi öğretiliyor:

-Ülkenin ana ve resmî dilinin edebiyatı yanında iki yabancı dil,

-Millî tarih ve genel tarih.

-Beşerî ve iktisadî coğrafya.

-Psikoloji,

-Mantık,

-Ahlâk (aksiyon ilmi).

-Metafizik,

-Estetik,

-Sanat tarihi ve kültürü.

-Sosyoloji.

Bizim liselerimizde verilen (yahut verilmeyen) bu kültür son derece yetersizdir.

Medenî toplumlarda fertlerin (bireylerin), ailelerin aylık bütçelerinde kitap, kültür, sanat harcamaları faslı bulunur. Bizde, ayda binlerce dolarlık harcama yapan öyle zengin aileler vardır ki, kitap-kültür-sanat için beş kuruşluk masraf yapmazlar.

Her taraf okul ve üniversite dolu diyeceksiniz. Cahillik iki türlüdür: Okuma yazma bilmeyen cahiller; okula ve üniversiteye gitmiş, diploma almış cahiller.

Zaman zaman dünya basınında, “Dünyanın en başarılı liseleri veya kolejleri” ile ilgili anketler yayınlanır. Bundan birkaç sene önceki ankette Singapur, Güney Kore, Japonya gibi Doğu ve Asya ülkelerinin liselerinin başarılarından, üstünlüklerinden bahs edilmişti. Türkiye liselerinin bu gibi anketlerde isimleri geçmez. Neden?

Eğitim konusunda bir aldatmacadır gider, bizde.

Üzerinde yaşadığımız bu ülkenin ismi Türkiye’dir. Resmî dilimiz Türkçedir. Türkiye’nin liselerinde doğru dürüst, yeterli şekilde Türkçe okutulabiliyor mu, öğretilebiliyor mu?

İranlılar, 1300’lü yıllarda yaşamış olan millî şairleri Hâfız’ın divanını rahatça okuyabiliyorlar da, biz niçin millî şairimiz Fuzulî’yi okuyup anlayamıyoruz? Bu okuyup anlamama kendi kendine mi olmuş, yoksa Pembe renkli birileri bu cahilliği kasıtlı olarak mı tezgâhlamışlardır?

Son yıllarda bütün Türkiye’yi bir cep telefonu histerisi sardı. Halkımızın en fakir kısmı bile en pahalısından cep telefonu almak için çırpınıyor. Cep telefonu denilince gözler parlıyor, kalpler hızlı atıyor. Yurdun on binlerce yerinde cep telefonu mağazaları açıldı. Çanta ile satış yapan seyyar telefoncular ayrı… Biz millet olarak, toplum olarak kitaba, kültüre, ilme, irfana cep telefonu kadar ilgi ve sevgi göstersek daha iyi olmaz mı?

Otomobile, ev eşyasına, yemeye içmeye, giyim kuşama, gezip tozmaya dehşetli para harcıyoruz ama ilme, sanata, kültüre, irfana harcama ve yatırım yapmıyoruz.

Aklı ve parası olan bir Müslüman bu konuda ne yapar? Para harcayarak faydalı ve kıymetli ilim, irfan, kültür edinir. Lüks bir otomobile 50 bin, 100 bin, hattâ 150 bin dolar verenlerimiz var. Bu adamlar, ilim, irfan, kültür, sanat öğrenmek için yılda bin dolar bile harcamıyor.

İlme, kültüre, hikmete, irfana, hüner ve marifete merakımız olmadığı için şu güzelim ülkede bin türlü gerilik ve rezillik içinde sürünüp duruyoruz.

İlmin ve kültürün ışığı ve rehberliği olmadığı için kendimizin, ailemizin, toplumun, ülkenin, devletin problemlerini çözemiyoruz, işe yarar çare ve çözümler üretemiyoruz.

Hikmet veya arı Türkçe karşılığıyla bilgelik kelime ve kavramını dile getiren kaç kişi vardır şu yetmiş milyonluk Türkiye’de?

Pembeler Yeşilleri eziyor, sömürüyor, güdüyor. Niçin? Çünkü onlar daha bilgili ve kültürlü. Bunu bile anlayıp idrak edemiyoruz.

İlme ve irfana önem vermediğimiz için

“Tuncer büyüyünce parlak bir iş sahibi olsun, çok para kazansın, zenginleşsin, tıka basa yesin içsin…”

diye dua ediyoruz. İlmimiz, irfanımız olsaydı “Tuncer büyüsün, adam olsun, iyi insan olsun, iyi Müslüman olsun, iyi Türkiyeli olsun…” diye dua ederdik. Kitap okumuyoruz, zekâmızı ve aklımızı geliştirmiyoruz, kültürümüzü artırmıyoruz ve kendimizi medenî, aydın, ileri, okur-yazar sanıyoruz. Ne gaflet, ne cehalet!.. 14 Eylül 2004