Cumartesi

 

Onaltıncı asırda Hindistan’da

Ekber Şah

adında dinî bakımdan son derece bozuk bir devlet reisi hüküm sürmüştür. Bu adam Müslümanlıktan, Hıristiyanlıktan, Hinduizmden birtakım hükümler alarak, din-i ilâhî denilen yeni bir din türetmiş, bir sürü sapıklık çıkartmıştır. Hindistan’da o zaman Müslüman çoktu ama bu kötü çığırı engellemeye güçleri yetişmemişti. Hattâ din âlimlerinden bazısı Ekber Şah’a dalkavukluk etmiş, bid’at ve zındıklıklarına destek vermiştir. Ekber’in karşısına bir tek büyük zat çıkmış.Allah’ın izniyle Hindistan’ın yeniden Ehl-i Sünnet İslâmlığına dönmesine yol açacak manevî bir inkılap gerçekleştirmiştir. Bu zat İmam-ı Rabbanî’dir.

İmam-ıRabbanî’ye “Müceddid-i Elf-i Sânî”, yâni hicrî ikinci bin yılın müceddidi denir. Ekber’in yerine geçen, oğlu Cihangir Şah zamanında iki buçuk yıl zindana atılmış, evine el konulmuş, büyük sıkıntılara, eziyetlere, eza ve cefalara mâruz bırakılmıştır. İmam iki buçuk yıl hapiste tutulduktan sonra Cihangir yaptığından pişman olmuş ve onu zindandan çıkartmıştır.

İmam-ıRabbanî bu büyük inkılabı siyasetle mi, parayla mı, maddî güçle mi yapmıştır? Hayır, onun dünyevî serveti, parası yoktu. Onun güç kaynakları ilimdi, irfandı, tasavvuftu, Şeriat ahkamıydı, Sünnet-i seniyyeye bağlılıktı. Dinden asla tâviz vermemiştir. Zalimlere asla boyun eğmemiş, yaltaklık yapmamıştır. Onun iki kanadı vardı: Şeriat ve tasavvuf. Onun da büyük kerametleri itikadının sahih olması, Kur’ân ve Sünnet ahkamına sımsıkı bağlı bulunması, yüksek ahlâk ve fazileti, zühd ve takvası, hak yolda sabr u sebat ederek cihad etmesiydi.

İmam-ıRabbanî’den sonra İslâm âleminde onun yolundan giden büyük şeyhler ve mürşidler zuhur etmiş, onlar da muazzam mânevî fütuhata nail olmuşlardır. Halid-i Bağdadî, Bediüzzaman Said Nursî, Süleyman Hilmi Tunahan, Şeyh Şamil, Cezayirli Emîr Abdülkadir böyle büyüklerdendir. Zaten bunların hepsi, ya silsile itibarıyla, yahut üveysî sırlarla İmam-ıRabbanî Hazretleri’ne merbuttur.

İmam-ıRabbanî ve onun metodunu takip eden büyükler, birer fert olarak tek başlarına bir ümmet gibi olmuşlardır. İhlâsları, istikametleri, ahlâk ve faziletleri dolayısıyla ilâhî tevfikat onlara rehber olmuş, çok büyük mânevî zaferler kazanmışlardır. Gerçi Şeyh Şamil ve Emir Abdülkadir hazretleri Ruslara ve Fransızlara, uzun mücadelelerden sonra yenilip esir düşmüşlerse de mâneviyat bakımından onların mağlubiyetleri bile birer zafer hükmünde olmuş, mübeccel isimleri, Allah yolunda cihad eden gaziler defterine yazılmıştır.

İmam-ıRabbanî müceddid-i elf-i sani hazretleri (Allah onun yüce sırrını takdis etsin) biz Türkiye Müslümanlarının da velinimetidir. Çünkü ülkemizde yaygın olan, büyük hizmetler eden, insanları Allah’a ve Resûl-i Kibriyaya imana ve itaate davet eden tarikat-i seniyye-i Nakşibendiyyenin bütün kolları İmam-ıRabbanî’ye bağlıdır ve onun ruhaniyetinden feyz almaktadır. Bu ülkede son üçyüz küsur yıl içinde yapılan bütün iyi ve hayırlı işlerde o yüce zatın mânevî hizmeti ve himmeti bulunmaktadır. Onun ve benzeri büyüklerin ruhaniyetleri üzerimize ilelebed sâyeban olsun.

Türkiye Müslümanları 1945’ten beri kurtulmak, izzet bulmak, esaretten hürriyete geçmek, yükselmek için çalışıyor, çırpınıyor ama yıllardan beri de hayli bocalıyor. Çünkü bazı metodlar yanlıştır, bazı işler bozuktur, niyet ve metodlar Kur’ân’a, Sünnete, Şeriatın ahkâmına uygun değildir. Bu yüzden yarım asrı aşan bir zaman harcanmış, milyarlarca dolar ziyan edilmiş, kurtulmak için çırpınırken biraz daha batılmıştır. İslâmî uyanış hareketinin tamamını karalamıyorum ama İslâm adına, uyanış adına çok yanlış işler yapılmış olduğunu da unutmamamız gerekir.

Kurtuluş mücadelemizde İmam-ıRabbanî ve onun yolundan giden kâmil mürşidlerden alacağımız dersler vardır. Bunları kısaca saymak istiyorum:

1. Tashih-i itikad yani inanç hükümlerinde Kur’ân’a, Sünnete, Ehl-i Sünnet mezhebine, Salih Seleflere uymak; itikadda bid’atlerden uzak durmak,

2. İlmihal ve fıkıh başta gelmek üzere Şeriat ahkâmına sımsıkı sarılmak.

3. Allah’ın, insanlara en güzel model ve örnek olarak göndermiş olduğu Peygamber Efendimizin (Salât ve selâm olsun O’na) Sünnetine uymak, O’nun ahlâkı ile ahlâklanmak, sünnete aykırı bütün bid’atlerden uzak durmak.

4. Zahid olmak yani dünya mallarından, zenginliklerinden, para putundan kendimizi korumak.

5. İhlâslı ve istikametli olmak.

6. Allah’ı hatırımızdan hiç çıkartmamak, devamlı O’nun zikriyle meşgul olmak. Peygamber Efendimize irtibatlı bulunmak (Bu da, O’nun vekili, halifesi, mirasçısı olan ve kendisine sahih bir silsile ile bağlı bulunan muhterem zevattan birine intisap, ondan el almak ile olur.)

7.İbadetlere, bilhassa beş vakit namaza çok önem vermek, bunları hakkıyla dosdoğru edaya çalışmak, farz namazlarını cemaat ile kılmaya gayret etmek.

8. Halka nasihat etmek. Emr bi’l-mâruf ve nehy ani’l-münker yapmak.

9. Büyük ve küçük cihadı terk etmemek.

10. Din konusunda en ufak bir tâviz vermemek.

11. Zalimleri en güzel ve uygun şekilde uyarmak.

12. Benlik putunu kırmak.

13. Dünyayı ve zenginliklerini ayaklarının altına almak, baş tacı etmemek.

Türkiye Müslümanları zalimlere çanak tutmakla, Hıristiyan ve Musevilerle diyalog yapmakla, Siyonistlerle ittifak etmekle kurtulamaz. Kurtulmak bir tarafa büsbütün batar, daha fazla zillet ve hasarete mahkûm olur.

“Din düşmanları çok kuvvetli, onlara dost görünerek, onların suyuna giderek kendimizi kurtarmaya çalışıyoruz…” gibi kuruntular şeytanî vesveselerden ibarettir. Güç ve kuvvet Allah’ındır. Kurtulmak için tağutlara değil, Allah’a sığınmamız lazımdır.

Allah Kur’ân’da, Peygamber vasıtasıyla gönderdiği dinde bize nasıl emretmişse, neler yapmamızı, neler yapmamamızı istemişse, dosdoğru olarak o yolda hareket etmeliyiz.

İzzet, selâmet, kurtuluş, hürriyet bundadır.

Bid’atçilerin, diyalogçuların, reformcuların, yenilikçilerin önemli ve büyük gördükleri birtakım kuruntuların iki rekatlık bir nafile namaz kadar değeri ve kıymeti yoktur.

Kur’ân’da “Allah katında (hak ve geçerli) din (ancak) İslâm’dır” buyuruluyor. Resûlullah Efendimiz’in gelişinden sonra diğer dinlerin hükümleri kalmamıştır. Din olarak İslâm’ın üstünlüğü ve yegane hak din oluşu prensibinden fedakârlık yapan, taviz veren diyalogçular son derece hatâlı bir yoldadır. Hazret-i İsa, âhir zamanda nüzul ettiği vakit Hıristiyanların yanına gitmeyecek, Müslümanların arasına katılacaktr. (Selâm olsun O’na)

Resûlullah ve O’nun mirasçıları ve halifeleri paradan, maldan, altından, gümüşten, ziynetli meskenlerden, fâhir dabbelerden, lüks hayattan, aşırı tüketimden uzak durmuşlar; kendi istekleri ile fakrı, zühdü, çileli yolu seçmişlerdir.

Resûlullah Efendimizin ve O’nun vekillerinin yolunu bırakıp, dünya pislikleri içine dalıp, sonra kurtulacaklarını sananlar ahmak ve nasipsiz kişilerdir. 02 Mart 2003