Çarşamba

Hicrî İkinci bin yılın müceddidi İmamı Rabbanî

Hazretleri’nin Mektubât’ı ibret gözüyle okunacak olursa o büyük mürşidin, imamın, rehberin, âlimin Müslümanlara şu öğütleri verdiği kolaylıkla görülür ve anlaşılır:

(1)

İslâmî gündemin en önemli birinci maddesi tashih-i itikadtır, yâni inanç konusundaki bilgilerini doğrultmaktır.

Bu da, Peygamberin, Ashabın, Selef-i Sâlihîn’in, eimme-i müctehidînin yolundan gitmekle olur. Zamanımızda itikad konusunda çok sapıklıklar, bid’atler ortaya çıkmış, milyonlarca Müslüman bunlara saplanmıştır. Başta inanç hükümleri olmak üzere dinî konuların ve hükümlerin ayağa düşmesi, herkes tarafından tartışılır olması çok büyük bir felâket ve belâdır.

Bu konular tartışılamaz, onlar hakkında keyfî, indî; heva, heves ve re’ye dayanan görüşler ve yorumlar ileri sürülemez.

Ehl-i Sünnet ve Cemaat anacaddesinin büyükleri ne demişlerse onlara aynen tâbi olunur. İtikad ve din konularını tartışan bir ümmet iflah olmaz, necat bulmaz.

“Büluğ çağına gelmiş her Müslüman içtihad yapabilir”

demek İslâm dinini ve Şeriatını yıkmak demektir.

Zerre kadar aklı, vicdanı, iz’anı olan bir Müslüman böyle bir şeyden kaçınmalıdır. Din dışı ilmî konuların uzmanlığı var da, dinî ve şer’î konuların yok mu? İtikadî, dinî, fıkhî, şer’î konularda uluorta konuşmak, işkembe-i kübrâdan ahkâm kesmek büyük bir edebsizlik, terbiyesizlik, kendini bilmezlik ve şımarıklıktır.

(2) İtikadda, fıkıhta, şer’î hükümlerde, muamelâtta, bütün İslâmî bilgi ve aksiyon sahalarında

Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebi

üzere olmak gerekir. Ehl-i Sünnet bir cadde-i kübradır

(ana yoldur),

onu bırakıp da küçük, dar, yan sokaklara, politikalara, çıkmaz sokaklara girmek akıllıca bir iş olmaz.

Ehl-i Sünnet,

diğer İslâmî fırkalar ve hizibler gibi bir fırka değildir,

İslâm’ın kendisidir.

On dört asırdan beri Ehl-i Sünnet yolundan, temel ve esasta yanılmaları mümkün olmayan çok büyük bir rabbanî ve

‘âmil âlimler, kâmil mürşidler, hakikî şeyhler, büyük mutasavvıflar, sâlihler kafilesi

geçmiştir. Akıllı Müslüman elbette bu geniş nuranî kafilenin peşine düşer. Aşırı giden, gulüvve sapan, orta yoldan ayrılan, ehl-i sünnet Müslümanlarını sapıklıkla, küfürle, şirkle

(Allah’a ortak koşmakla)

suçlayan aşırıların peşlerine düşenlerin hallerini görüyoruz.

(3)

İmamı Rabbanî hazretleri Şeriat-Tarikat ikiliği diye bir şey kabul etmez. Ona göre tasavvuf ve tarikat Şeriat’ın bir parçasıdır, bir devamıdır.

Tarikat ve tasavvufta Şeriata aykırı bir şey yoktur. Nitekim hakikî tarikatliler ve mutasavvıflar, ibadetleri çok dikkatle, titizlikle, dosdoğru yapmaya çalışırlar; ihlâsa ve istikamete büyük önem verirler. Hakikî tasavvuf ve tarikat nefs-i emmareyi terbiye eder, dizginler; büyük cihad yaptırır.

İmamı Rabbanî hem büyük bir din âlimi idi, hem de büyük bir Nakşî şeyhi idi.


Altmış üç yıllık ömrü boyunca İslâm için, Müslümanlar için çalışmış, çok feyizli hizmetler yapmıştır. O, söylediklerini hayata tatbik eden bir İslâm büyüğü idi. Allah’tan başka her şeye (mâsivaya) sırt çevirmiş, tam bir zühd içinde yaşamıştır.

(4) İmamı Rabbanî bütün farz ibadetler, onların en önemlisi olan beş vakit namaz konusunda Müslümanlara çok kıymetli öğütler vermiştir. Farz vakit namazlarının cemaatle kılınması hususunda da Ümmet-i Muhammed’i uyarmıştır. Kendisi de ölünceye kadar salavat-ı hamseyi (beş vakti) cemaatle kılmıştır. Ölümünden bir müddet önce hastalanmış, yatağa düşmüştü. Hasta halinde iken bile, ezan okununca kalkıp cemaate katılıyordu. Beş vakit namazı ve cemaati terk eden bir İslâm toplumu ağzıyla kuş tutsa kurtulamaz; necat, felah ve selâmete kavuşamaz. Ağrı dağı kadar altın dağıtılsa hayır ve hasenat yolunda, yine namazın yerini tutmaz, onu telâfi etmez.

Zamane Müslümanları büyük ölçüde namazı terk etmişlerdir. Namaz kılanlar da cemaate gelmiyor, kadınlar gibi münferiden kılıyor.

İslâm dünyasında yüzlerce kötülük ve eksiklik var; hiçbiri olmasa sadece namaz ve cemaat konusundaki terk, tehâvün

(hafife alma),

önemsememe olsa, o tek noksan ve suç bile Müslümanları batırmaya yeter de artar.

(5)

İmamı Rabbanî hazretleri sultanlara, devlet büyüklerine, valilere, idarecilere nasihat etmiştir.

Münker işler yapanları, zulm edenleri uyarmıştır.

Bu yüzden zindana atılmış ve çok çile çekmiştir.

O bize emr-i mâruf ve nehy-i münker (İyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak) konusunda iyi bir örnek ve model olmuştur.

(6) İmamı Rabbanî hazretleri Müslümanları iyi ve güzel ahlâka çağırmış, faziletli olmalarını tavsiye etmiş; yalancılık, iftira, dedikodu, gıybet, kendini beğenmek gibi rezail huylardan kaçınmak ve temizlenmek hususunda sıkı tavsiyede bulunmuştur. İyi Müslüman iyi ahlâklı, edebli, terbiyeli, faziletli kişi demektir.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, gelmiş geçmiş insanların en faziletlisi, en ahlâklısı idi. Hakikî ‘âmil âlimler, evliyaullah, ehlullah, sülehâ da böyledir.

Ahlâksız Müslüman

(İmanı varsa)

elbette Müslümandır ama kötü Müslümandır, moloz Müslümandır, kalitesiz Müslümandır.

Bu devirde İslâm dünyasında ahlâk son derece bozulmuştur. Hemen hemen dünya üzerinde örnek bir İslâm toplumu göstermek mümkün değildir. Fısk, fücur, isyan, tuğyan, günah, yalan, dolan, iftira, gıybet, içki, kumar, fuhuş, zina, faizcilik, para ve mal sevgisi, gösteriş, israf, aşırı tüketim, kibir, gurur, böbürlenme, dünya şehvet ve ihtirasları yaygın hale gelmiştir. İnsanlar hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya yönelmişlerdir. Milyonlarca insanın dini imanı para olmuştur. Başıboş bırakılan nefisler azgınlaşmış, sanki kudurmuştur.

İslâm dünyasında yeteri kadar ve gereken güç ve seviyede din öğretimi, halk eğitimi, emr-i mâruf ve nehy-i münker, nasihat faaliyeti yapılmamaktadır.

Petrolden elde edilen trilyonlarca dolarlık büyük servetler hayır yolunda kullanılmıyor. İslâm dünyası balkanlaşmış, paramparça olmuştur.

Yüz milyonlarca Müslüman rasyonalist, pozitivist, hedonist zihniyet bataklıklarına düşmüştür.


Müslümanların bir kısmı fakr u zaruret, sefalet, miskinlik içinde sürünür, kan kusarken, zengin Müslümanlar Nemrudlar, Firavunlar, Neronlar gibi israflı, günahkâr bir hayat sürüyor. Nice İslâm ülkesinin hapishaneleri gayretli, mücahid, hamiyetli, doğruyu söyler Müslümanlarla doludur. İslâm dünyasında yeterli ahlâk, yeterli fazilet olsaydı bu gibi kötülükler olmazdı; kötülükler, iyiliklere nisbetle az ve marjinal kalırdı.

Biz Türkiye Müslümanları genellikle iyi, faydalı, gerekli kitapları alıyoruz ama onları doğru dürüst okuyup da içindeki bilgileri hayatımıza tatbik etmiyoruz. İşte Ramazan yaklaşıyor ve ben eminim ki, geçen yıllarda olduğu gibi, bu yıl da halka ve gençliğe faydalı dinî nasihat broşürleri bastırılıp dağıtılmayacaktır.

Mâlî ve iktisadî kriz olduğu için geçen sene beş yıldızlı günah otellerinde ve restoranlarında lüks, gösterişli, israflı, gururlu, kibirli, cakalı, tantanalı, debdebeli, bid’atli, haramlı ziyafetler verilemedi. Bu sene bazı din baronları ve din cemaatleri maddî imkân bulurlarsa bu gibi kötü ziyafetler verecektir. Bir yanda milyonlarca fakir Müslüman ekmek ve yemek bulamıyor, öte yanda zengin Müslümanlar beş yıldızlı, içkili, fuhuşlu, fısklı, fücurlu otellerde su gibi para harcayarak ziyafet veriyor.
Tabiî ki, bunlara çağırılanların içinde bir tek fakir Müslüman yoktur. Tuzu kuru, semiz, üst tabaka Müslümanlar, İslâmcılar… İftara çağırılan oruç tutmaz fasıklar nutuklar attıktan sonra, yatsıya beş dakika kala alelacele, yalap şalap akşam namazı eda olunur. Allah kabul etsin, iyi hazımlar beyler! 26 Eylül 2002