Pazar

 

Düşmanın savaş uçakları çok güçlü, çok modern, çok üstün, çok tesirli. Bizimkiler ise 60’lı yılların modeli, geri teknolojili. Onların tankları, topları, gemileri, silahları, vasıtaları hep ileri, bizimkiler ise pek geri. Böyle silahlarla savaşı kazanmamız mümkün müdür?

Bugünkü siyasî, sosyal, kültürel savaşta durumumuz, yukarıda anlattığım gibidir. Bizim medya organlarımız güçsüz ve yetersizdir. Bu gazete, bu dergi, bu televizyonlarla savaşı kazanmamız mümkün değildir.

Ne yapacağız? Biz de, çağ seviyesinde; karşıtlarımızınkinden daha güçlü, daha üstün, daha tesirli gazetelere, dergilere, televizyonlara sahip olacağız. Bu iş için gerekli para var ama kalifiye elemanlar ve kadrolar yok.

Öyle Müslüman televizyonlar var ki, idare ve kontrolları solcuların, yaramazların, islâmî harekete karşı olanların elindedir. Niçin? Çünkü biz yarım asırdan beri hâfız, müezzin, imam yetiştirip durduk; lakin güçlü gazeteciler, yazarlar, televizyoncular, aydınlar, uzmanlar yetiştiremedik.

Çıkardığımız gazetelerin, dergilerin, kurduğumuz televizyon kanallarının çoğunun birinci gayesi, birine veya birilerine para temin etmek, şöhret ve alkış kazandırmak, nefs-i emmarelerini tatmin etmek, riyasete geçmelerine yol açmak oldu. Bu gayelerle İslâm’a, gerçeğe, Türkiye’ye; vatana, millete, devlete hizmet etmek ne mümkün.

Ben çok eminim ki, şu anda kriz bitse gerginlik sona erse, her şey normalleşse, Müslüman kesimin üst tabakası ve halk yine yan gelip yatacaktır. Yine din sömürücüleri avanta kapmaya, hortumlamaya, kendi müridlerine iş temin etmeye, eski mıncıklamalara devam edeceklerdir. Zira bugünkü kültürle, bugünkü ahlâk ve karakterle uyanmanın imkanı yoktur.

İslâm’da gaye şahıslar değil, din ü devlete hizmettir. Bu dünya eski padişahlara bile yar olmamıştır. Bugün islâmî kesimde sürü sepet padişah taslağı var. Bunlar Ümmet-i Muhammed’den bol para istiyor, bol alkış ve övgü istiyor. Bunlar şöhret, riyaset, itibar delisidir. Bunların birine dünyayı verseniz, yine de yetinmez, yanında Ay’ı da ister.

Müslümanlara Şeyh Şâmil, Emîr Abdülkadir gibi reisler ve yol göstericiler gerekiyor. Bunların her ikisi de hem Şeriat âlimi, hem tarikat şeyhi, hem de emîrü’l-mü’minîn idi. İkisi de dünyalık peşinde koşmamıştır. İkisi de canla başla ve gerçek uğrunda savaşmıştır. Sonunda ikisi de düşmanlara esir düşmüştür ama o esaret bile onlar için en büyük şeref olmuştur. Birini Rus Çarı, diğerini Fransız İmparatoru Osmanlı devletine vermiştir. Şeyh Şâmil hazretleri İslâm dünyasında o kadar büyük ve haklı bir şöhret ve sevgi kazanmıştı ki, hacca gittiğinde halk kendisini görmek istemiş, onu Kâbe’nin damına çıkartarak hacılara göstermişlerdi. Allah her ikisine de rahmet eylesin.

Zamanımızda, dinleri İslâm olmamakla beraber samimi ve güçlü mücadele adamları görülmüştür. Bunlardan biri Hindistan’da adem-i şiddet (şiddetsizlik, non violence) hareketiyle İngiliz sömürgecilerine karşı halkı uyaran Gandhi’dir. Bu adam, bir Mecusî olmakla birlikte paraya, dünya zenginliklerine, maddî menfaate asla önem vermemiş, bir kuruş bile çıkar elde etmemiş; biri beline sarılmış, ötekisi omzuna atılmış iki peştemal içinde, başı kabak, yalın ayak, elinde baston yerine kaim bir sopa olduğu halde yılmadan mücadele etmiştir. Sonunda mücadeleyi kazanmıştır.

Diğer bir gayr-i müslim dâva adamı ise, Güney Afrikalı Mandela’dır. Bu zat tam yirmi sekiz sene zindanda yatmış. Genç bir insan olarak girdiği hapishaneden bir enkaz olarak çıkmış, yine dâvasına hizmet etmiş, sonunda ülkesine devlet başkanı seçilmiş ve o korkunç, o faşist, o zalim ırkçı rejime son vermiştir.

İslâm’ın, Müslümanların dâva adamlarına ihtiyacı vardır, deve adamlarına değil.

Bu din ve bu Ümmet, İslâmî hizmet ve faaliyetleri rant konusu yapan sahtekâr ve düşük adamlarla yücelmez. Böylelerinin peşinden giden Müslüman kütlelerin burunları pislikten kurtulmaz.

Müslümanların başındaki bazı adamlar din rantı, dâva rantı, mukaddesat rantı yemeye devam ettikleri müddetçe; düzenin kemiklerini yalamaya devam ettikleri müddetçe; kendi menfaatleri, şöhretleri, nefsleri, riyasetleri için çalışmaya devam ettikleri müddetçe Müslümanlar kurtulamayacaktır.

Müslümanların bir sürü din baronuna, racaya, mihraceye, hazrete, sahte şeyhe, sahte mehdiye, sahte mücahide ihtiyaçları yoktur. Müslümanların bir tane imama, emîre, başa ihtiyaçları vardır. Bu zatın İmamı Şâmil, Emîr Abdülkadir gibi ihlaslı, istikametli, alim, fazıl, zâhid, mücahid, muttaki, sâdık, sâlih, ehil bir önder olması gerekir.

Müslümanların başını çeken zatlar ben ben ben demeye devam ettikleri müddetçe işlerimiz düzelmeyecektir. Daha çok paralar toplanacak, çarçur edilecek, çok tantanalar yapılacak, çok kuru gürültüler kopartılacak, çok yalanlar söylenecek, çok emanetlere hıyanet edilecek, çok vaadler çiğnenecek; fakat kurtuluş güneşi doğmayacaktır.

Borçlar Niçin Ödenmiyor?

Borcun ödenmesi, ticarî hukukun ve ahlâkın birinci maddesidir. Zamanımızda tâcirlerin önemli bir kısmı borçlarına riayet etmiyor, vâdeleri geldiğinde ödemiyor. Bono imzalıyorlar, zamanı geliyor ödemiyorlar, çek yazıyorlar, günü geliyor, karşılıksız çıkıyor. Şu anda ülkemizde büyük ve vahim bir iktisadî-ticarî kriz yaşanmaktadır. Bono ve çeklerin belki de yarısı ödenmemektedir. Ancak bu hal, sadece kriz yüzünden değildir. Normal zamanlarda da borçların önemli bir kısmı ödenmemekteydi.

Borcun ödenmemesi zaruretlerden ve sıkıntılardan mıdır? Bir kısmı böyle olabilir. Diğer kısmı ise ahlâksızlıktan, karaktersizlikten, namussuzluk ve şerefsizliktendir.

Ticaret, iktisat, maliye hayatında karşılıklı güven ve itimad kalmayınca işlerin bozulması kaçınılmazdır. Ciddî, yüksek, kaliteli, ruh soyluluğuna sahip insanlar, ortada yazılı bir vesika olmasa, sadece söz vermiş bulunsalar bile borçlarını öder, taahhütlerini yerine getirirler.

Dindar, sofu, zahid taciri ve iş adamını diğerlerinden farklı kılan üstünlüklerin başında, onun borçlarına son derecede sadık olması, taahhütlerini titizlikle yerine getirmesi gelir.

İslâm, Müslümanlık, dindarlık, islâmî sistem konusunda yaldızlı laflar edenlere soruyorum: Ticaret ve iş hayatıyla ilgili ahlâkınız ne kadardır? 17 Mayıs 1999