Çarşamba

Bir insan için en büyük felâket imansızlıktır. İmanı olmayanlar bunu anlayamaz. İman insana ebedî saadet (sonsuz mutluluk) sağlar. İmanı olmayan ve ömrü ölümüne imansız olarak bitişen, dünyayı imansız olarak terkeden kimse mahvolmuş demektir.

Zamanımızda maalesef birtakım şer güçleri imana karşı savaş açmışlardır. Genç nesillerin imanlı yetişmesini istemiyorlar. Yaratık olan insanların Yaratanlarını bilmesini, O’na iman etmesini, O’na ibadet etmesini istemiyorlar.

Onbinlerce, yüzbinlerce gencin dinle, imanla ilgisi yoktur. Hayat onlar için yemek içmek, eğlenmek, şehevî zevklerini tatmin etmek, para kazanmak, hayattan zevk ve kâm almaktan ibarettir. İnsan nereden geliyor, nereye gidiyor? Varoluş ne demektir? Ölümden sonra varlığımız devam edecek mi? Yaptıklarımızın hesabını verecek miyiz? İyiliklerimiz için mükafat görecek miyiz, kötülüklerimiz için ceza alacak mıyız? Din nedir, ibadet ne demektir, âhiret nasıl bir yerdir? Yaratan, insanlara bir haberci, müjdeleyici, uyarıcı göndermiştir, ona bir Kitab vahyetmiştir, emirlerini ve yasaklarını bildirmiştir, sınırlar koymuştur. Gençlere bunlar gereği gibi anlatılmıyor. Okullardaki din derslerinin pek tesiri yoktur.

Bir insana yapılabilecek en büyük iyilik ona Yaratanını tanıtmak, Allah’a ve Peygamber’e iman etmesine vesile olmaktır. Vesile olmaktır diyorum, çünkü imanı Allah verir, Müslümanlar ancak vesile olabilir.

Peygamberimiz Hazret- i Ali’ye şöyle demiştir: “Ey Ali, Allah’ın, bir kulunu senin vasıtanla imana kavuşturması, senin için üzerine güneşin doğduğu ve battığı her şeye sahip olmaktan daha hayırlıdır.”

Müslümanların en birinci vazifesi iman için çalışmaktır. Bunu herkes kendi kafasına göre yapamaz. Ümmet teşkilâtı olacak, bütün Müslümanların başı olan bir İmam-ı Kebir veya Emîrü’l-mü’minîn bulunacak, Ümmet’in içinde bir hiyerarşi olacak, âmil ve rabbanî âlimler, kâmil mürşidler, hakikî şeyhler, ehliyetli ve uzman kadrolar olacak ki, ülke çapında imanî hizmetler yapılabilsin.

İslâm tarihinde her biri tek başına bir ümmet olan bazı büyük şahsiyetler yetişmiş ve imanî hizmetler sahasında büyük fütuhata nâil olmuşlardır. Bunlardan biri Bediüzzaman Said Nursî Hazretleridir. O, büyük hizmetlerini ve fütuhatını parasız, imkânsız, teşkilâtsız gerçekleştirmiştir. İlahî tevfik, yardım, başarı gelince neler olmaz ki.

Zamanımızda, Bediüzzaman’ın yaşadığı yıllara nisbetle çok büyük hürriyet ve imkânlar var. Müslümanlar zenginleşti, din hizmetleri için milyarlarca dolar toplanıyor. Ülkede kör topal da olsa demokrasi ve çoğulculuk var; fakat eski fütuhat yok. İhlâsa ve istikamete münâfi (aykırı) çok haller, davranışlar görülüyor.

Müslümanlar tâğutî şer güçleriyle, insî ve cinnî şeytanlarla gereği gibi savaşamıyor. Para var ama şevk, neş’e, sâfiyet, heyecan yok. Dini imanı para olan, nefs-i emmarelerine put gibi tapan din sömürücüleri islâmî hareketi kirlettiler. Gençliğin bir kısmı imansız kalmış, onların umurunda mı?

17 Ağustos zelzelesinden sonra milletin hamiyetli kişileri ve grupları felâketzedelere yardım etmek için seferber oldular, büyük fedakârlıklar yaptılar; enkaz altından yaralıları çıkartmak için takatlerini aşan himmetler sarfettiler. Yıllardan beri bu memlekette imansızlık, dinsizlik zelzeleleri milyonlarca vatandaşımızı, vatan evlâdını tehdit etmektedir. Samimî Müslümanların, imansızlık felâketine mâruz gençliği kurtarmak için var güçleriyle çalışması gerekmez mi?

İslâmî hizmet ve faaliyetler yapmak üzere Müslümanlardan toplanan milyarlarca dolar nereye gitmektedir? Misyonerler uzak ülkelerden gelerek bu İslâm toprağında Nasranilik propagandası yapıyor da, Müslümanlar halkı ve gençliği irşad etmek, doğru yola çekmek için niçin islâmî tebşirat (müjdeleme), dâvet, tebliğ broşürleri çıkartıp dağıtmıyorlar?

Müslüman halktan “Camiye yardım… İslâm’a yardım… Hayır hasenat parası…” olarak toplanan paralarla lojmanlara doğalgaz tesisatı ve kombi sobaları yaptırılıp alınıyor da, niçin iman, İslâm, Kur’ân, Sünnet, Şeriat nurlarını yayacak neşriyat yapılmıyor? Kâfirler, zâlimler, münâfıklar darılır ve kızar mı? Yoksa bazılarımız Allah’ın gazab ve azabından çok tağutî güçlerin gazabından mı korkuyoruz?

Zengin, yüksek, okumuş tabaka başı boş kalmıştır. Onların aklına, kültürüne, zihniyetine, psikolojisine uygun tebliğ ve dâvet yapılamıyor. Birtakım câhil ve çapsız adamlar İslâm’ı gecekondu dini haline getirmişlerdir. Taşlıtarla, Dikenlitarla, Çamurlutarla, Kenarköy, Uzakköy, Perişanköy… Şimdi yapılan hizmet ve faaliyetler varoş standartlarına göredir. Müslümanların Bağdat Caddesi’nde, Ataköy’de, Etiler’de, Boğaz sırtlarındaki lüks sitelerde, bir villası üç milyon dolar eden Kemer Country mahallesinde bir şey yaptığı, yapabildiği yok.

Bir caminin mihrabında üç mikrofon var. İmamın ağzı seviyesinde kıyam mikrofonu, beli hizasında rükû mikrofonu, yerde secde mikrofonu. Daha bitmedi, bir de yakasında, kablosu sarkan mandallı bir seyyar mikrofon var. Mikrofon, hoparlör, ışıldak, fırıldak, zırıldak, cami kaloriferi, cami helâsı, imam ve müezzin meşrutası, meşrutaya doğalgaz tesisatı konusunda pek hassas, pek hamarat, pek işgüzar olan bazı hocalar niçin halkı ve gençliği İslâm’a dâvet edecek neşriyat yapmakta bu kadar faal değiller?

Birtakım şeyhler, hocalar, hocaefendiler, mürşidler, mücahidler göklerde uçuyor. A mübarekler biraz da yere inip yürüsenize. Beni Âdem’in seyyidi olan Resûl-i Kibriya Efendimiz (Salât ve Selâm olsun O’na) bir kere mi’raca çıktı. Şimdiki zamane mübarekleri ise gökten aşağı inmiyor. Kuş mudur bunlar?

Köylüleri, işçileri, gecekondu halkını, ilkokul tahsillileri, fakir tabakayı, tabanı; kırık dökük bir edebiyatla dine çekmek mümkün ama okumuş, zengin, cin gibi yüksek tabaka çocuklarını böyle ucuz edebiyatla dine ve imana çekmek ne mümkün?

Yarın Mahkeme-i Rûz-i Ceza’da, huzur-i Rabbülâleminde, âhirete imansız gidenler, Müslüman kodamanlardan, pabucu büyüklerden, güç ve imkân sahiplerinden dâvâcı olacaklardır. Onlar bizi, “Bizim anlayacağımız şekilde dine imana çağırmadılar” diye dâvâcı olacaklardır.

Kendi şahsî saltanatları, keyifleri, rahatları, tantana ve debdebeleri, kaprisleri ihtirasları uğrunda her fedakârlığı yapan birtakım din baronlarının büyük mes’uliyeti, vebali, suçu vardır.

Hûd Sûresi’ndeki “Sana nasıl emrolunduysa öyle dosdoğru ol” mealindeki âyet nazil olunca Resûlullah Efendimiz, “Hûd Sûresi beni kocalttı” buyurarak sorumluluk yükünün dehşetine Müslümanların dikkatini çekmiştir. Din baronlarında bu hassasiyet var mı? Onlar kendilerini lâ yüs’el ve lâ yuhtî (sorumsuz ve hatâ etmez) mi sanıyor?

İmansız kalanlar imansızlıkları yüzünden yanacak. Bazı iman edenler ise onlara yardım etmedikleri, gereği gibi dâvet, tebliğ, çağrı yapmadıkları için yanacaklar. 29 Haziran 2000