İmanı Korumak
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
ÇarşambaBir Müslümanın en büyük, en önemli, en hayatî değeri imanıdır. Ona sahip olduğu için ebedî saâdete nâil olacaktır. Onu yitirirse her şeyi biter, varlığı mahvolur.
Dünyanın fitne ve fesat yangınında ilk kurtarılacak şey imandır. Bugünün Müslümanları iman konusunda yeterli hassasiyete, şuura, azme, iradeye sahip midirler? Maalesef. Şimdi milyonlarca insan para, zenginlik, dünya için çalışıyor.
Din ve iman işleri bazıları için bir hobi haline gelmiştir. Emekli olduktan sonra namaza başlar, cami yaptırma ve yaşatma derneği üyesi olur ve kendini kurtardığını sanır. Zehi gaflet!
Şuurlu bir Müslüman bütün varlığıyla, servetiyle, imkân ve enerjisiyle dinini ve imanını korumak için çalışacaktır. Sadece kendisininkini değil; âilesinin, çocuklarının, halkın.
Hakikî İslâm büyüğü din ve iman için çalışandır. Bediüzzaman iman için çalıştığı için büyüktür.
Kendi nefsi, kendi şöhreti, kendi riyaseti, kendi beşerî ihtirasları, kendi kaprisleri için çalışan din baronları iri de olsalar asla büyük değildir.
Din bir vicdan işidir… Elbette vicdan işidir ama sadece vicdan işi değildir. Bir Müslüman dinini ve imanını uygun bir şekilde yaşayamıyorsa o eksik bir Müslümandır.
Türkiye Müslüman bir ülkedir ve bu ülkede çoğunluğu teşkil eden Müslümanların en az Masonlar ve ateistler kadar din, inanç, fikir, vicdan, inandığı gibi yaşamak hürriyetine sahip olmaları gerekir.
Hiçbir siyasî rejimin, hiçbir resmî ideolojinin din hürriyetini kısıtlamaya hakkı yoktur. Din hürriyeti evrensel bir değerdir, kısıtlanamaz.
Saatleri 30’lu yıllarda durmuş kafalar, “Biz ne kadar izin verirsek, ancak o kadar dindar olabilirsiniz” diyorlar. Böyle bir düşünce temel insan haklarına, hukuka, sağduyuya aykırıdır.
İmana ait bilgilere itikad denir. İtikadın sahih olması gerekir. Sahih İslâm itikadı Kur’an’a, Sünnete, İslâm büyüklerinin o iki ana kaynaktan çıkardığı hükümlere uygun olanıdır.
Bir adam “İslâm’ın tek kaynağı Kur’andır. Sünnet ve icmâ kaynak değildir” diyorsa yanlış yoldadır, sapıtmıştır, sapıtmaktadır, uyarılması, reddedilmesi gerekir. Böyle bir adama islâmî bir cemaat reisi ödül veriyorsa durum çok vahim demektir.
Müslümanın kimliği ile dini aynı şeydir. Dinini kaybeden kimliğini de kaybeder.
Oğlunun kızının dinini, imanını, ebedî saâdetini düşünmeyip, sadece para kazanmasını, zengin olmasını, iyi yaşamasını düşünen ana babalara ben Müslüman demem.
Bir din baronuna bağlanmış, bende olmuş; baron bir sürü dine aykırı iş ediyor, nice haltlar yiyor ve bizim bendeler “O ne yaparsa bir hikmet dahilinde yapar, bizim ona kayıtsız şartsız itaat etmemiz gerekir. Onu alkışlamamız, ona para toplamamız gerekir…” diyor. Böyle Müslüman olur mu? Böyle dindar olur mu?
Halk yığınları hakikî din hizmetkârlarını tanımıyor, desteklemiyor. Abdülhalim Akkul adında bir hocaefendi vardı. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra vaizlik vazifesinden atıldı, maaşı kesildi, perişan oldu. Eve ekmek temin edebilmek için ciğerparesini, oğlunu bir dökümcünün yanına çırak vermek zorunda kaldı. Nazlı yetişmiş çocuk bu zor ve ağır işe dayanamadı, verem oldu öldü. Bir kış günüydü, tâziyet için hocaya gidenler evde soba yanmadığını görmüşler. Odun alacak parası yokmuş. Bir toplantıda zengin bir Müslüman hocaya “Kabahat sende”, demiş, “vaazlarında ağır konuşmasaydın…” Eminim ki, bu zengin, bağlı bulunduğu din baronuna çuvalla para verip durmuştur.
Her yıl yurt içinden ve Avrupa’daki Türklerden din hizmetleri için milyarlarca dolar yardım toplanıyor. Bu paraların büyük kısmı ile imanî, islâmî, Kur’anî hakikatler yayılmalı, İslâm’a yapılan saldırılar reddedilmeli, gençlik ve halk için işe yarar dinî yayınlar yapılmalıdır.
“Bizim hocaefendimiz uçuyor… Bizim şeyhimiz (hâşâ) her şeyi biliyor… Bizim büyüğümüz mehdidir, gavstır, kutubtur, şudur budur… Bizim fırkamız din ile özdeştir… Bizi tenkit eden, bizi desteklemeyen kâfir olur, müşrik olur, münâfık olur…” gibi hezeyanlar sarfedenlere yazıklar olsun.
On altı yaşından küçük çocuklara yaz tatillerinde din ve Kur’an dersi verilmesi yasaklandı. Bu yasağı çiğneyenler için hapis cezası getirildi. Peki, Müslümanlar çocuklar ve gençler için niçin yüzlerce çeşit faydalı, tesirli, gerekli broşür hazırlatıp da bunları milyonlarca adet çoğaltıp dağıtmıyorlar? Böyle bir şey yasak değil ki.
Şimdi bütün Müslümanların elbirliğiyle iman, din, Kur’an, din hürriyeti için çalışmaları gerekiyor. Lakin bir de bakıyorsunuz ki, ilahiyatçının biri çıkmış, “Bu millet Farmason Afganî’nin peşinden giderek kurtulabilir. Onun talebesi ve yine mason Abduh, onun talebesi reformcu ve bozuk fikirli Reşid Rıza da büyük önderlerdir, büyük müctehid ve mücedditlerdir…” diye propaganda yapıp duruyor. Bu profesör Ehl-i Sünnet İslâmlığının nesini beğenmiyor? Sevad-ı Azam’ı (Ana caddeyi) bırakıp, cumhur-i ulemayı bırakıp da şiî olduğu halde takiye yaparak kendisini sünnî gibi gösteren, Müslümanları aldatan, din düşmanı Farmasonların localarına üye olan ihtilalci Afganî’nin mi peşinden giderek kurtulacağız?
Meşrebleri, mezhepleri farklı da olsa, Müslümanlar Ehl-i Sünnet dairesi içinde kalmalıdır. Dinde tartışma ve münazaa (çekişme) başlarsa sonunda ne din kalır ne iman.
İlahiyatçı profesör bilsin ki, biz Ehl-i Sünnet yolundan sapmayız, vaz geçmeyiz. Fedakârlığı onun yapması gerekir. Farmason Afganî’yi bize büyük din önderi, kurtarıcı rehber, peşinden gidilecek adam olarak reklâm etmekten vaz geçmesini tavsiye ediyoruz.
İslâm bir dindir, ideoloji değildir. İslâm şiddeti, terörü kabul etmez. Amerikalı ve Avrupalıları korkutan barışçı ve mutedil (ılımlı) Müslümanlar değil, terör ve şiddeti vasıta olarak gören aktivist Müslümanlardır. Amerika’da şu anda on dört milyon Müslüman var. Bu rakam kısa zamanda otuz milyon olabilir. Ancak, o ülkede İslâm’ı tasavvuf, mistisizm, evrensel tarafı ile yaymaya çalışmak gerekir. Kırarak, dökerek, korkutarak, nefret ettirerek din propagandası yapılmaz.
Türkiye’de de Müslümanlar tasavvuf büyüklerinin, pîrlerin metodlarıyla çalışmalıdır.
Biz Mevlana’nın, Yunus Emre’nin, Hacı Bayram Velî’nin, Hacı Bektaş Velî’nin ve diğer tasavvuf ulularının meşrebleri, neş’eleri, metodları ile çalışsak nice fütuhat olacaktır. Dinden elbette zerre kadar tâviz verilmeyecektir ama nefret de ettirilmeyecektir.
Din düşmanlığını kaldırmanın ve yenmenin birinci şartı, din sömürüsünü önlemek, çirkin ve akılsız kaba dindarları sahneden atmaktır. 03 Mayıs 2001