SalıSofu takımından beş arkadaş deniz kenarında piknik yapıyorlar. Yere serilmiş sofra hayli zengin: Maydanozlu kuru köfte, zeytinyağlı patlıcan dolması, peynirler, salatalar, meyveler, çerezler, birkaç çeşit içecek. Neş’e içinde yiyorlar, içiyorlar, birbirleriyle latife ediyorlar. Bulundukları yerden yüz metre kadar ileride denizde bir sandalla dört kişi gezip eğleniyor; birden yanlış bir manevra neticesi sandal alabora oluyor, içindekiler denize dökülüyor. Yüzme bilmiyorlarmış, durumları kötü, bulundukları yerde deniz derin; feryat ediyorlar “Boğuluyoruz, can kurtaran yok mu?” diye avazlarının çıktığı kadar bağırıyorlar. Bizim sofularda hiçbir telaş, heyecan, kıpırdanma yok. Çok yakınlarındaki facia onları hiç alakadar etmiyor. Eskisi gibi yemeklerini yiyor, gülüşüyorlar. İçlerinden biri “Oh olsun! Sandaldakilerin dördü de her halde sarhoştu…” diyor.

Bu çok basit hayalî hikayeyi niçin yazdım? Bugün memlekette yüzbinlerce vatandaş mânevî felaketler içindedir. Gençliğin bir kısmı dinsiz imansız kalmıştır. Denize düşenler maddî ve fanî dünyevî hayatlarını; dinsiz ve imansız kalanlar ise ebedî hayatlarını, ebedî saadetlerini kaybediyor; bundan daha büyük bir felaket olamaz.

Ümmet-i Muhammed’in temel vazifelerinden biri İslâm dininin, Muhammedî mesajın evrensel gerçeklerini halka, insanlığa, gençliğe tebliğ etmektir. Allah ile bezm-i ezelde yapmış oldukları ahd ü vefaya, misâka sâdık Müslümanlar:

– Emr bi’l-mâruf ve nehy ‘ani’l-münker yapmakla mükelleftir. Bu kesin bir farzdır. Ümmetin tamamı bu farzı terk ederse bütün Ümmet mes’ul olur.

– Yeni nesillere, gençliğe, halka okullarda ve hayatta din eğitimi vermek de Müslümanların üzerine kesin bir borçtur.

– İslâmî tebligatın iki şekli vardır. Biri müjdelemek, biri uyarıp korkutmaktır. İman edip Allah’ın emirlerine, Peygamberin sünnetine uyanlar Cennet’e girecek, ebedî mutluluğa kavuşacak; inkârcılar, isyancılar, günahkârlar, zâlimler cehenneme atılacaktır. Emr-i mâruf, nehy-i münker, İslâmî tebliğ, müjdeleme, uyarma, korkutma, dinî propaganda ve telkin işleri:

– Her sınıf insanın aklına, kültürüne, zihniyetine göre yapılacaktır. Küçük bir taşra şehrinde dağıtılacak bir broşür, İstanbul’un Bağdat caddesindeki zihniyete uygun düşmeyebilir. Peygamberimiz “İnsanlarla akıllarına göre konuşunuz” buyurmuştur. İslâmî propaganda yayınları ve hizmetleri ehliyetli, güçlü, üstün kadrolar tarafından hazırlanacaktır.

– Mutlaka ve mutlaka ihlâsla ve istikametle, sırf Allah rızasını kazanmak için yapılacak; bu işlere ticaret, bezirgânlık, din sömürüsü, cemaat veya tarikat hooliganlığı karıştırılmayacaktır.

Türkiye gibi, nüfusu yetmiş milyona dayanmış bir ülkede yirmi otuz çeşit broşür her yıl milyonlarca adet basılıp dağıtılacaktır.

– Bu hizmetler sadece broşür dağıtmakla yapılmış olmaz. Ülkeyi, bütün halkı yeniden İslâmlâştırma seferberliği açılacak ve neler yapılması gerekiyorsa onların hepsi de yapılacaktır.

Şu husus da iyi bilinmelidir ki, iman ve hidayet Allah’tandır. Müslümanların vazifesi, en güzel şekilde tebliğ etmek, çağırmaktır. Nasibi olan bu dâvete icab eder, nasibi yoksa reddeder.

Biz Müslümanlar sadece kendi halkımızı çağırmakla mükellef değiliz. Bütün insanlığa karşı sorumluluklarımız vardır. Norveç’in kuzeyindeki küçük bir şehirde yaşayan bir balıkçının bizim üzerimizde hakları vardır. Onu en uygun, en güzel, en tesirli şekilde İslâm’a davet etmek bizim üzerimize borçtur. Altı milyarlık insanlık alemine karşı bu vazifemizi yapabiliyor muyuz? Bu memlekette her yıl İslâmî hizmet ve faaliyet yapılacak diye milyarlarca dolar para toplanıyor. Norveç’teki balıkçıdan geçtim, İstanbul’da bile halkı, gençliği, ayağı kaymış insanları İslâm’a çağırmak için ciddî faaliyet yapılmıyor.

Son yıllarda bütün dünyada bir İslâm’a yöneliş cereyanı görülüyor, Hıristiyan ülkelerde yekûn olarak milyonlarca insan dinimizi seçmiştir. Onlar İslâm’ı hangi yollardan öğreniyor? Başlıca iki yol var: Ya kitap okuyorlar, yahut iyi ve örnek Müslümanlara bakıyor, onların dindarlıkları, güzel halleri kendilerine tesir ediyor.

Maalesef Avrupa ülkelerinde bulunan milyonlarca Müslüman, oraların halkları için iyi örnek değil, kötü örnek teşkil etmektedir. Bu da, nice insanın hidayetine sed çekiyor.

Türkiye’de dinî dernek kurmak, tekke açmak serbest değil ama Batı dünyasında serbesttir. Biz işbilir, becerikli, güçlü, vasıflı, tesirli Müslümanlar olsak gayr-i müslim ülkelerde İslâmî dernekler, İslâmî kültür merkezleri, dergâhlar, sanat merkezleri açarak dinimizin güzel, üstün, kurtarıcı özelliklerini milyonlarca insana öğretmiş, tanıtmış, sergilemiş olurduk. Bu işleri hakkıyla yapabiliyor muyuz?

Bizdeki akıl, iktidar, vasıf, güç, hikmet olsaydı şimdiye kadar Paris’te, Londra’da, Berlin’de, New York’ta ve daha nice batı şehrinde Mevlevî dergahları kurmuş ve insanları o kapıdan İslâm’a çağırmış olurduk.

İslâm’a sadece lafla, kitapla, broşür ile, kuru propagandayla, basit bir apoloji edebiyatıyla çağırmak yeterli değildir. Kal’in (sözün, yazının) yanında hal de (aksiyon, uygulama) lazımdır. Bizde mükemmel bir İslâmî uygulama var mı?

İnsanlık İslâm’a son derece muhtaç, biz ise gaflet içinde keyfimize bakıyoruz. Yarın Mahkeme-i Kübrada nasıl hesap vereceğiz?

Peygamber Efendimizin bir hadisinden anlaşılacağı üzere dünyanın en büyük ticareti bir insanın hidayetine (doğru yolu bulmasına, iman etmesine) vesile olmaktır. Efendimiz (Salat ve selam olsun O’na) Hazret-i Ali’ye (radiyallahu anh) “Ey Ali, Allah’ın bir kulunun senin vasıtanla hidayete kavuşturulması, senin için üzerine güneşin doğduğu ve battığı bütün şeylere sahip olmaktan daha hayırlıdır” buyurmuşlardır.

Birtakım dinî cemaatler ve tarikatlar cemaat ve tarikat için çalışıyor. Bu, metod olarak son derece yanlıştır. Bütün İslâmî cemaatlerin, tarikatların ana vazifesi iman, İslâm, Kur’ân, Sünnet, Şeriat, hidâyet için çalışmaktır. Cemaat, tarikat, dinî topluluk bir âlet ve vasıtadır, gaye değildir. Gaye saydıklarımdır.

Müslümanlar cahil bırakılmış, uyutulmuş, afyonlanmış, sersemletilmiş, parçalanmış, tefrikaya düşürülmüş, gaflet tuzaklarına düşürülmüş, bütün dikkat ve himmetleri şu fanî ve denî dünyaya yönlendirilmiştir.

Sayıca ezici çoğunluk bizdedir. Muazzam miktarda para ve maddî imkanımız da vardır. Türkiye’de fazla olmasa bile şu globalleşen dünyada büyük hizmet imkânları mevcuttur. Biz bunca fırsattan istifade edip de insanları kurtarmak için gereği gibi çalışmıyoruz. Din baronlarının, onların peşlerine takılmışların böyle şeyler umurunda mı? 09 Ekim 2002