Cuma

 

Bir kısım Sabataycıların bana kızmalarını, kin beslemelerini tabiî görmek gerekir. Adamcağızlar sessiz sedasız, saman altından su yürüterek “işlerini” yürütüyorlardı. Onları, Sabetaizmi, ülkemiz üzerindeki hakimiyet ve saltanatlarını, yaptıklarını ortaya koyduk, konuyu Türkiye’nin gündemine soktuk. En fazla korktukları şey başlarına geldi: Açığa çıktılar, deşifre oldular, gizlilik bitti… Şimdi benden intikam almak istiyorlar. Sen misin bizi açığa çıkartan, bizi afişe eden… Bu işi yaparken, açıkça, mertçe Sabataycı olduklarını söylüyorlar mı? Hayır. Onlar çift kimliklidir. Bazen iki kimlik bile yetmez, çok-kimlikli olurlar. Birtakım militan, fanatik, aşırı Sabataycılar kendilerini Alevî veya Bektaşî olarak gösteriyor. Gizli Yahudi olduklarını söylemek işlerine gelmediği için. Yahudi olmak suç mudur? Ben böyle bir şey söylemiyorum.

Suç olan şunlardır:

  • Yahudi olduğu halde kendisini Müslüman, Alevî ve Bektaşî göstermek.
  • Sünnîlerle Alevîleri kışkırtıp birbirine düşman etmek, memlekette kardeş kavgası çıkartmaya çalışmak.
  • İnsanlığın ve halkımızın en temel hakkı ve hürriyeti olan din, inanç, vicdan, fikir, görüş, tenkit, inandığı gibi yaşamak hürriyetine karşı çıkmak, bunu keyfî olarak kısıtlamak.
  • Dünyanın hiçbir medenî, demokrat, ileri, dengeli ülkesinde resmî ideoloji diye bir şey olmamasına rağmen, ülkemizde böyle bir şeyi halka empoze etmek.
  • Atatürk’ü istismar etmek, onunla ilgisi olmayan bir ideolojiyi ona mal etmek.
  • Türkiye’nin millî gelirini, servetlerini, imkânlarını âdil olmayan bir şekilde paylaşmak; ülke rantlarının arslan payını hak etmedikleri halde almak.
  • Tarihî devamlılığa karşı olmak, tarihî devamlılığa karşı tarihî ârızayı, tarihî kopukluğu, tarihî kazayı savunmak.
  • Dünyanın bütün medenî, ileri, demokrat, hukukun üstünlüğünü ana ilke olarak kabul etmiş, evrensel insan haklarına bağlı ve saygılı ülkesinde, hiçbir üniversitede başörtüsü yasağı olmamasına rağmen, bizde böyle bir yasağı jakobence desteklemek, savunmak. (Fransa’da bütün üniversitelerde başörtüsü serbesttir. Aksini söyleyen katmerli yalancıdır.)

    Sabataycı dediğimiz, onlardan olumsuz işler yapanları tenkit ettiğimiz zaman “Bu adam ırkçılık yapıyor!” diye yaygara kopartıyorlar. Gerçeği aksettirmediklerini, yalan söylediklerini kendileri de biliyorlar ama ellerindeki son paslı ve küflü silâh budur. Bir toplumu, bir halkı, bir zümreyi tenkit etmek ırkçılık mânasına gelmez.

    “Siyah Afrikalılar geri kalmıştır” dersek zencileri tenkit etmiş oluruz, ırkçılık yapmış olmayız. “Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Ortaasya Türk ülkeleri sağlıklı idarelere kavuşamadılar, olumsuzluklarla karşılaştılar, bu ülkelerde kokuşma aldı yürüdü” demek oralardaki Türkleri kötülemek, ırkçılık yapmak mânasına gelmez. Sabataycıların yakın tarihimizde bu ülkede çok büyük tesirleri, ağırlıkları, baskıları, icraatı olmuştur. Bunlardan bahsetmek, bazı hususları tenkit etmek ırkçılık değildir.

    Irkçılık yapıyor zırhının altına girecekler ve kimse onları tenkit etmeyecek… Oh ne âlâ! Bazı Farmasonlar da kendilerini lâ-yuhtî, dokunulmaz sanıyor. Mason olmak, masonluğu tutmak nasıl suç değilse, onlara karşı olmak, onları tenkit etmek, onların olumsuz taraflarını ortaya koymak da suç değildir. Çağdaş Türkiye bir olumsuzluklar ülkesidir. Bu olumsuzlukların mimarları tenkitten, uyarıdan hiç mi hiç hoşlanmıyorlar.

    Türkiye lisansız kalmıştır. Yeni Türk nesilleri dedelerinin mezar taşlarını okuyamayacak kadar câhil bırakılmıştır. Zengin, edebî, yazılı kültür Türkçesi katl edilmiştir. Halk yığınları, Ömer Seyfeddin’in, Sait Faik’in kitaplarını bile “Sadeleştirilmiş”, zengin ve güzel Türkçe’den “Arı, öz, uydurma” Türkçe’ye çevrilmiş metinlerinden okuyabilmektedir.

    Millî eğitimimiz iflâs etmiştir. Bunu sadece ben söylemiyorum, uzman eğitimciler de aynı görüştedir. Üniversitelerimiz büyük bir kriz ve yozlaşma içindedir. Siyaset bozulmuş, kalitesiz ve hattâ zararlı hale gelmiştir. Büyük medya mafyalaşmıştır. Sanat, mimarlık, şehircilik dejenere olmuştur.

    Bir toplumu ayakta tutan bütün ana değerler kasıtlı olarak tahrip edilmiş, erozyona tâbi tutulmuş, onların yerlerine sun’î ve değersiz değerler konulmuştur.

    Yakın tarihimizde yapılan suikastlardan, büyük yanlışlıklardan, zorla kimlik değiştirtme çabalarından dolayı toplum çözülme, dağılma noktasına gelmiştir.

    Türkiye Güney Kore, Tayvan, Singapur gibi başarılı olamamıştır. Ülke korkunç, ölümcül bir borç batağına batırılmıştır.

    “Parçala, böl ve hükm et” siyasetine uygun olarak Türkiye halkı Türk-Kürt, Sünnî-Alevî, Dinci-Laik, Sağcı-Solcu gibi birbirine düşman kamplara ve kesimlere ayrılmış ve iç savaş, kardeş kavgası kundakçılığı yapılmıştır. Sabataycılar Türkiye’yi bir Japonya yapabilselerdi onları tenkit edebilir miydik? Onları sadece ben tenkit etmiyorum. Profesör Yalçın Küçük de tenkit ediyor, maskelerini düşürüyor. Efendiler, ırkçılık mırkçılık safsatalarını bırakalım da, Türkiye gündeminin en birinci maddesi olan Sabataycılık meselesini ilmin, hikmetin, ciddiyetin ışığında seviyeli olarak tartışalım. Yakın tarihimizde onlar ne yapmak istediler, neler yaptılar, ortaya nasıl bir tablo çıktı? Korkmayalım, tartışalım. Yeter ki, iyi niyetli ve samimî olalım.

    Militan ve agresif Sabataycıların en büyük hatâsı, bu ülkede İslâm’ı ve Müslümanları bir tehlike ve tehdit olarak görmeleridir. Neye karşı tehlike ve tehdit? Tabiî ki, devlete, millete ve vatana karşı değil. Kendi menfaatlerine, ideallerine, hakimiyetlerine karşı bir tehdit ve tehlike.

    Onlar, dindar zümreyi iç-düşman olarak görürken ırkçılık yapmış olmuyorlar da, biz Sabataycıları tenkit ettiğimiz zaman mı oluyor? “Efendiler biraz insaf…” demek istiyorum ama onların insaftan nasibi pek azdır.

    Hiçbir vatandaş kendi iradesiyle, kendi isteğiyle Sabataycı olarak doğmamıştır. Binaenaleyh, çoğunluğu teşkil eden Müslümanlara baskı yapmayan ve kendi halinde yaşayan, Türkiye’yi bir Sabataycı sömürgesi haline getirmek istemeyen Sabataycılara bir şey dediğimiz yoktur.

    Benim millî kimliğime, benim millî kültürüme ve kişiliğime, benim tarihime, benim mukaddesatıma, benim millî değerlerime karşı olan, Ülkemdeki olumsuzluklarda büyük payı bulunan, Tarihî devamlılık çizgisine dönülmesine karşı çıkan, Tarihî ârızaları ve ideolojileri bir din gibi empoze eden, Baskı ve terör yapan, İnsan haklarına, Tabiî Hukuk’a aykırı tabular ve yasaklar koyan ve bunları militanca savunan, Bütün demokrat, medenî, ileri, âdil hukuklu ülke ve rejimlerin üniversitelerde serbest bıraktığı başörtüsünün bizde yasak kalması için sonuna kadar direnen… birtakım zümreleri, güçleri, azınlıkları elbette tenkit edeceğiz. Tehditlerinden, düşmanlıklarından korkacak da değiliz. 14 Mayıs 2005