“İpek Osmanlı Dokuma Sanatı”
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 20 Şubat 2019
Çarşamba
hem boyutları ve hacmi, hem muhtevası itibarıyla gerçekten büyük ve değerli bir kitap. 23/36,5 cm’lik kalın ve lüks kağıda Londra’da dört renkli olarak nefis bir şekilde basılmış, zarif ciltli bir sanat ve kültür âbidesi. Yayınlayan Türk Ekonomi Bankası İletişim ve Yayıncılık Şirketi adına Azimuth Editions Limited Şirketi. Hazırlayanlar: Nurhan Atasoy, Walter B. Denny, Louise W. Mackie ve Hülya Tezcan. Eser renkli resimli örnekler vererek Osmanlı medeniyetinin ipekli dokuma sanatını ve zenaatini inceliyor.
Benim bir sözüm vardır, müsaadenizle onu bir kere daha tekrarlayayım: “Bir gram kültür ve sanat bin ton dedikodudan ve güncel hava civa haberlerden daha kıymetlidir.”
Osmanlı’nın dünyevî ve siyasî imparatorluğu yıkıldı, onların mirascısı olan biz Türkler Anadolu ve Trakya’ya sıkıştık kaldık ama Osmanlı mimarîsi, Osmanlı sanat eserleri, Osmanlı medeniyet ve kültürü yaşamaya devam ediyor. Muhteşem Kanunî Sultan Süleyman’ın bıraktığı o üç kıt’aya gölge salmış devlet yok artık. Lakin Mimarbaşı Koca Sinan’ın Misak-ı Millî sınırları içinde ve dışında bina etmiş olduğu camiler, köprüler, kervansaraylar, hanlar, hamamlar göz kamaştırmaya devam ediyor.
Bizim müzelerimiz ve dünya müzeleri çeşit çeşit Osmanlı sanat eserleriyle dolu. Osmanlı kültürüne, Osmanlı sanatına, Osmanlı estetiğine, yabancılar bizden daha fazla ilgi duyuyor, bu konularda onların uzmanları bizimkilerden daha fazla ve daha güçlü. Eski İznik çinilerinden binlerce parça dünyanın çeşitli müzelerinde ve koleksiyonlarında zevkle ve iftiharla teşhir ediliyor, korunuyor. Dışarıdaki binlerce objeye mukabil bizde yüz elli kadar İznik çini eşyası var. O hazineleri koruyamamış, yabancılara kaptırmışız. Camilerdeki, türbelerdeki çini panoları da çaldırıyoruz umursamazca.
Kumaş, zamana karşı korunması zor, hassas bir sanat eseridir. Buna rağmen müzelerimizde, özel koleksiyonlarımızda, dış dünyada bu konuda zengin bir birikim mevcut.
Bazı sanat eserlerinin güzelliğini kolayca, bir bakışta anlamak mümkündür ama bazılarını anlamak için tahsil, birikim, istidat, uzun bir hazırlık ve yetişme devresi geçirmek gerekir. Kumaş, halı, kilim bu gibi sanatlardandır, rehberlik ve birikim isteyen bir konudur. Kültürümüz yozlaştığı, halkımız ve genç nesillerimiz yabancılaştığı için binlerce eski tarihî camimizdeki çok kıymetli, çok sanatlı, yüzyılların birikimi halı ve kilimlerimiz otuz sene içinde yağma ettirildi, yele verildi. Atalarımızın vakf etmiş olduğu halılar, seccadeler şimdi Avrupa ülkelerinde, Amerika ve Kanada’da yüzbinlerce evi süslüyor. Onlar bunların kadrü kıymetini bizden daha iyi takdir ediyorlar. Korundukları için müteselli oluyorum.
Yirminci yüzyılın büyük tarih felsefecisi Arnold J. Toynbee “Tarih Üzerine bir Etüd” adlı önemli, âbidevî, büyük eserinin eski Ispartalılarla ilgili bölümünde Osmanlı devleti için şu hükmü veriyor: “Eflâtun’un ideal Cumhuriyet’ine realitede (uygulamada) en fazla yaklaşabilmiş sistem Osmanlı devletidir.” Bizde şimdi, içinden çıktığı dikenli kabuğu beğenmeyen kestane tipli bazı yarı aydınlar ucuz bir Osmanlı düşmanlığı yapıyorlar. Osmanlıyı yağmacı, talancı, yakıp yıkıcı bir güç olarak görüyor ve göstermeye çalışıyorlar. Halbuki Osmanlı barıştır, bir imperiumdur, bir nizam-ı âlemdir, bir milletler topluluğudur. O sistem yıkıldıktan sonra Balkanlara ve Ortadoğu’ya sulh ve sükûn geldi mi?
Osmanlı hakkında bir fikir edinmek isteyen gitsin Sultanahmet’teki, eskiden hapishane olarak kullanılan, şimdi beş yıldızlı Four Seasons adını taşıyan lüks otelin binasına baksın. Osmanlının son âmme hizmeti binasıdır o hapishane. Açılış tarihi 1919’dur, devletin batışı da 1922’de olmuştur. Nihayet bir cezaevi binasıdır, mimarisinde bir sanat, bir estetik olmasa da olur. Cezaevleri gümrük antrepoları, soğuk hava depoları, ardiyeler gibi sanata gerek göstermeyen yapılardır. Gelin görün ki, Osmanlı devleti, can çekiştiği bir sırada, batmasından üç sene önceki bir hapishane binasını bir sanat ve mimarlık şaheseri olarak dikmeye muvaffak olabilmiştir.
Biz kendi medeniyetimize, kendi sanatımıza gereken önemi vermiyoruz. Öyle İslamcı ve Türkçü üniversite talebeleri biliyorum ki üç dört sene Beyazıt’taki üniversitede okumuşlardır da, Sultanahmet’teki “Türk İslâm Eserleri Müzesi”ne gidip gezmemişledir. Üstelik de müzeler öğrencilere parasızdır. Gençlerimize kendi edebî yazılı lisanımızı niçin öğretemiyoruz, kendi mimarîmizi, kendi sanatlarımızı, kendi medeniyet ve kültürümüzü niçin sevdiremiyoruz?
Bazı şeyleri lafla anlatmak kabil değildir. Osmanlı ipeklerini, eski ata kumaşlarımızı, halılarımızı, kilimlerimizi, çinilerimizi kuru sözlerle anlatıp değerlendirmek ne mümkün. Renkler, çizgiler, motifler… Bunlar sırlarla doludur. Anlayabilmek için sezgi gerek.
Güzellikler karşısındaki hayranlık, vecd duymak, ulvî zevkler almak dille ifade edilemez. Anlayan anlar, anlamayan aval aval bakar.
Ekonomi Bankası büyük masraf ve gayretlerle ecdat ipeklilerini tanıtan bu âbide eseri yayınladı. Tebrik ediyorum. Bunlar kalıcı kültür hizmetleridir. İdeoloji kavgalarının, günlük çekişme ve tepişmelerin üzerinde evrensel hizmetlerdir. Fanatikliği, ufuk darlığı dolayısıyla Türk ve İslâm düşmanı olan bir hasım bile Osmanlı eserleri, Osmanlı çinileri, kumaşları, ipeklileri, halıları, kilimleri, madenî sanat eşyası karşısında, kendisinde zerre kadar estetik boyut ve zevk varsa ancak hayranlık duyar.
Tarihî kültür ve sanat mirasımızı çok ihmal ettik. Son yıllarda sanat ve kültürümüzün çeşitli sahalarına ait kıymetli eserler yayınlanmaya başladı. Takdire, teşekküre, minnete şayan hizmet ve faaliyetlerdir bunlar. Ekonomi Bankası’nın bu gibi kaliteli kültür ve sanat eserleri yayınlarına devam etmesini candan temenni ediyorum. Tekrar teşekkürler ve tebrikler.
Kitabın muhtevasından (içeriğinden) fazla bahsetmedin diyecekler çıkabilir. O harika renkleri, o harika şekilleri sözle anlatmanın ve değerlendirmenin mümkün olmadığı kanaatindeyim de onun için. Eski kumaşlardaki renkler, bugün olduğu gibi kimyevî anilin boyalarla elde edilmiyordu. Bitkilerden, madenlerden, böceklerden, deniz hayvanlarından elde edilen tabiî boyalardaki güzellik bambaşkadır. İmkânı olduğu halde evine, bürosuna tabiî boyalarla renklendirilmiş halı ve kilim almayan zenginlere çok acırım.
Ekonomi Bankası’nın kültür ve irfan hayatımıza kazandırdığı âbidevî “İpek Osmanlı Dokuma Sanatı” kitabındaki renkli kumaş resimlerini hayranlıkla seyrediyorum ve bunların güzelliği konusunu hakkıyla ifade edecek kelime bulamıyorum. Sanat anlatılan bir şey değildir; yaşanan, nasibi ve istidadı ne kadarsa o nisbette idrak edilen, ulvî bir haz duyulan bir konudur. 27 Aralık 2001