Çarşamba

Pazartesi akşamı radyo ve televizyon haberlerini dinleyenler; salı sabahı bazı büyük gazeteleri okuyanlar dehşetle titrediler. MGK yine irtica konusunda hükümeti uyarmıştı. İrtica en büyük tehlike ve tehditti.Kıyafet… Kur’ân kursları…İmam-Hatip okulları… Yeşil sermaye… Ordudan irticaî faaliyetleri dolayısıyla atılanlar…

Milyonlarca vatandaş “Eyvah yine mi bir 28 Şubat oluyor?..” diyerek huzursuz ve tedirgin olmuştu.

Meğerse işin aslı öyle değilmiş. MGK toplantısında Kıbrıs meselesi, yaklaşan muhtemel Irak savaşı, Türkiye’nin AB’ye girmesi gibi hayatî meseleler konuşulmuş, müzakere edilmişti. Her toplantıda olduğu gibi, irtica konusunda da hükümete verilen MGK raporunda bir miktar bilgi, bir iki paragraf yazı bulunmuştu. Bizim çok ilerici, çok ultra, kraldan ziyade kralcı medyacılarımız bu rutin bilgileri ve paragrafları rapordan cımbızla çeker gibi çekmişler, gazetelerine manşet yapmışlar, televizyon haberlerinin başına koymuşlar, kamuoyuna dehşet vermek istemişlerdi.

Sayın başbakanın hayli uzun siyasî bir tecrübesi vardır. Seçimlerden hemen sonra bazı büyük gazete ve televizyonların, medya kuruluşlarının çok barışsever, uzlaşmacı görünmelerine aldanmamıştır sanırım.

Bugün büyük medya Türkiye’nin en büyük kâr, kisb, rant, kazanç getiren sektörü haline gelmiştir.

Düşünebiliyor musunuz? Sirkeci’de bir otomobil parçası ticarethanesi sahibi, medya işlerine girmiş ve şu anda ülkenin belki de en zengin kişisi haline gelmiştir. Yetmiş seksen büyük şirket ve holding, bankalar, gazeteler, televizyonlar, milyarlarca dolarlık bir sermaye…

Türkiye’de son onbeş yılda üretim, ticaret ve hizmetle yüzde on para kazanıldıysa; faizle, rantla, repo ile spekülatif yollarla yüzde doksan para kazanılmıştır.

Öyle büyük medya kuruluşları vardır ki, bazen sekiz yüz bin liraya mal olan bir gazeteyi üç yüz bin liraya satmaktadır. Aradaki açık nasıl kapatılıyor?

Ülkemizde bir değil, birkaç iktidar bulunmaktadır. Bunlardan biri, herkesin bildiği, seçimle işbaşına gelen siyasî iktidardır. Aslında anayasaya göre ülkeyi ve devleti bu iktidarın idare etmesi gerekir ama gerçekte durum başkadır, karışıktır. Çünkü, menfaatleri birbiriyle uyuşmayan başka iktidarlar da vardır. Onlar iktidar mevkiine seçimle gelmemişlerdir, binaenaleyh demokratik ve şeffaf değildirler. Bu “gölge iktidarların” bazısını sayayım:

1. İki kimlikli Sabataycı iktidarı. Profesör Yalçın Küçük bunlar hakkında üç kitap yazdı: Tekelistan, Sırlar, Şebeke… Bu kitapları dikkatle okursanız çok şeyler öğrenir ve anlarsınız.

2.Siyasî iktidarın yanında, ona paralel bir iktisadî-mâlî iktidar bulunmaktadır. Siyasî iktidar ile iktisadî iktidar arasında bir anlaşmazlık çıkar, çekişme olursa, savaşı daima ikincisi kazanmaktadır.

3. Birtakım baskı grupları, lobiler de birer gölge iktidardır.

Bizdeki son onbeş yirmi yıl içinde büyük medya, “Dördüncü Kuvvet” derecesinden “Birinci Kuvvet” tahtına çıkmıştır. Medyanın birinci kuvvet haline gelmesi devletimiz, cumhuriyetimiz, anayasal düzen, demokrasi için büyük tehlike ve tehdit oluşturmaktadır. Hele bu medya, sorumsuzca hareket ediyor ve büyük rantlar peşinde koşuyorsa.

AKP iktidarının cesur, kararlı, gözüpek hareket etmesi gerekir. Büyük medya mecrasına oturtulmadıkça, birincilikten dördüncülüğe indirilmedikçe bu ülkede ne demokrasi olur, ne hukukun üstünlüğü sistemi, ne de siyasî ve sosyal istikrar.

Dördüncü kuvvet medya bir nevi savcı durumundadır. Devletin, ülkenin, halkın menfaatlerini korur, iyilikleri teşvik eder, kötülükleri tenkit eder; halkın evrensel temel haklarına ve hürriyetlerine saygı gösterir; hesapları açık ve şeffaftır. Birinci kuvvet haline gelen medya azar, azmanlaşır, canavarlaşır. O artık, sadece bir nevi savcı değil; hem savcı, hem hakim, hem cellat olmuştur. Astığı astık, kestiği kestiktir. Birtakım kodaman gazetecilere ve televizyonculara milyonlarca dolar transfer ücretleri, ayda otuz kırk bin dolarlık maaşlar öder, bir sürü avanta sağlar ve ülkede bir medya terörü fırtınası estirir.

Sağlıklı bir medyanın ilk vazifesi kendi halkının temel ve evrensel haklarına, hürriyetlerine, haysiyetine saygı duymaktır. Bu hakların ve hürriyetlerin birincisi din, inanç, fikir, yorum, tenkit hürriyetidir. Türkiye Müslüman bir ülkedir. Bizim halkımız Müslüman bir halktır. Büyük medyanın İslâm dinine, Müslüman halka saygılı olması; onun inanç, din, inandığı gibi yaşamak, çocuklarını kendi dinine göre yetiştirmek haklarını desteklemesi gerekir. Maalesef bizdeki bazı büyük medya organları bu konuda yakın tarihimizde müzmin olarak kötü şeyler, yanlış yayınlar yapmışlardır, yapmaktadırlar.

Bir gazeteci dinsiz olabilir, ateist olabilir, özel dinî görüşlere sahip bulunabilir. Bunlar onun kendisini ilgilendiren şeylerdir. Medyacı halkın dinine, imanına, din hürriyetine saldıramaz, onları tahkir edemez. Böyle bir şey, medeniyet değil, medeniyetsizliktir. Hiçbir medenî ülkede gazeteciler, televizyoncular halkın dinine, ülkenin dinine saldırmıyor, onları tahkir etmiyor.

Medenî ülkelerde dinî konulardaki aykırı fikir, görüş ve tenkitler kitap, ilmî makale şeklinde ortaya konulur. Bunlara gereken cevaplar verilir; tartışma sadece ilmî, seviyeli, kültürel planda olur.

Bizdeki bazı gazeteler, televizyonlar, yazarlar eski Sovyetler Birliği’ndeki militan bezbojniklere benziyor. Mâlum, orada bezbojnikler yani Allahsızlar cemiyeti vardı; din ile, dindarlar ile militanca mücadele ediyordu. Rusya’da Marksist rejim yıkıldı, oraya oldukça din hürriyeti geldi. Moskova’da Stalin’in yıktırmış olduğu kilise yeniden yapıldı. Kazan’da Çar Korkunç İvan’ın temellerine kadar yıktırttığı cami de yeniden inşaa edildi. Bizdeki bezbojnikler ise eski alışkanlıklarını, din düşmanlıklarını hâlâ terk etmediler.

Türkiye devleti, Türkiye Cumhuriyeti için en büyük tehlike ve tehdit irtica değil, militan bezbojnizlik, militan din düşmanlığı, militan insan hakları ihlâlleridir.

Yeni iktidarın medya meselesini halletmek için cesur, ciddî, kararlı olması ve zaman kaybetmemesi gerekir. Aksi takdirde bu medya, bu hükümetin de başını yiyecektir. Bizden haber vermesi. 12 Aralık 2002