Cuma

 

BİRİLERİ şu meşhur, mâhud, mâlum oyunu oynamak istediler; medyaya “İrtica tırmanıyor” konulu bir rapor “sızdırdılar”; lakin oyun bu sefer tutmadı. Laik, çağdaş, solcu başbakanımız “Böyle bir şey yoktur” şeklinde bir açıklama yaptı, oyuncuların elleri böğürlerinde kaldı.

Birileri ne zaman sıkışsalar, konuyu değiştirmek için ortaya bir irtica topu atar; gazeteler, televizyonlar, köşe yazarları, kamuoyu onun peşinden koşarken, onlar da yapacağını yapar.

Türkiye’de son zamanlarda gerçekten büyük değişiklikler oluyor. Meselâ, artık eskisi gibi “İrtica tırmanıyor… Laik ve demokratik cumhuriyet tehlikede… Eyvah, Atatürkçülük büyük tehdit karşısında…” gibi balonlar çabucak patlıyor.

Türkiye’de irtica mirtica yoktur. Ülkemizde İslâm vardır, Müslümanlar vardır. Bir kısım Müslümanların entegrist, fundamentalist, muhafazakar olmaları tabiî karşılanmalıdır. Her ülkede, her dinî toplum içinde böyleleri olabilir. Böyle olmak suç değildir, ahlâka aykırı bir tutum değildir. Hoşgörmek, tolerans göstermek gerekir. Laiklik bunu icap ettirir. İsrail’de son derece tutucu, ultra Yahudiler vardır. Başlarında kara şapkaları, uzun sakalları, saçlarının iki yana sarkmış lüleleri, redingot gibi elbiseleri ile göze çarpan Hassidim cemaatine orada kim bir şey diyebiliyor?

Türkiye demokrat, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş, fazilet esasları üzerine kurulmuş bir cumhuriyet ise muhafazakâr, dindar Müslümanlara kötü gözle bakılmaması gerekir. Müslüman sakal da bırakır, çarşaf da giyer.

Dindarlara yapılan baskılar, zorlamalar, kanun dışı hareketler bizde gerçek laiklik olmadığını gösteriyor. Başka delil istemez.

Herkes dans etmeye, içki içmeye, seks konusunda liberal olmaya mecbur değildir. İslâm dini erkek Müslümanların altın yüzük takmasını yasaklamıştır. Bu yasağa uyan dindarları gericilikle damgalamaya kimsenin hakkı yoktur.

Hiçbir Müslüman memur, karısını içkili ve danslı balolara getirmek zorunda değildir. Böyle balolara karısını getirmeyenlere baskı ve zulüm yapmak medeniyetsizliktir.

Din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyetinin olmadığı bir yerde laiklik de yoktur.

Stalin, Enver Hoca, Mao laiklikleri tarihe karışmıştır.

Memuriyetlerindeki başarılardan dolayı nice takdirname ve aferin almış doğru, dürüst, çalışkan, vatansever memur, sırf dindar oldukları için, yargı yolu kapalı olmak üzere işlerinden atılmış, sefil edilmiştir. Medenî bir ülkede en birinci konu ve madde adalet ve hukuk konusudur. En azılı bir haydutun, en kanlı bir katilin bile savunma hakkı kutsaldır da, dindar oldukları için işlerinden atılan memurların niçin savunma hakları, yargıya müracaat hakları kabul edilmiyor?

Hiçbir ülke zulm ile, kanunsuzlukla, adaletsizlikle ilerlemez, âbâd ve mutlu olmaz.

Onbeş yaşındaki bir kız öğrenci, pankart açıp bir bakanı protesto ettiği için 26 aylık bir hapis cezasına çarptırıldı. Devletimizin imza koyduğu “Çocuk Hakları Sözleşmesi”ne göre bu kızın bir çocuk mahkemesinde yargılanması gerekirdi. Büyüklere mahsus mahkemede yargılandı ve çok ağır bir cezaya çarptırıldı. Böyle şeyler medenî olduğunu iddia eden bir rejime yakışmaz.

Bu devlete vergi veren, bu devlet için askerlik hizmeti yapan dindar vatandaşları potansiyel bir tehlike olarak görmek en hafif tabirle çok büyük bir ayıptır. Bir medeniyet, insanlık, hukuk ayıbıdır.

Haber veriyorum, uyarıyorum:

1. İslâm’a ve Müslümanlara saldırıldıkça bu memleket, bu devlet daha da kötüye gidecektir.

2. Din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti insanlığın en birinci, en temel, en önemli hürriyetidir. Bu hürriyet ABD, İngiltere, Kanada, Batı Avrupa ülkelerindeki seviyeye çıkarılmadıkça, oralardaki standartlara uygun hale getirilmedikçe Türkiye’de medeniyet ve hukuk olduğu söylenemez.

3. Başta militan Sabataycılar olmak üzere İslâmla, Müslümanlarla mücadele edenler bilmelidir ki, modern dünyada hiçbir siyasî sistem kendi ülkesinin, kendi halkının diniyle savaşmaz. Böyle bir savaş Türkiye’yi aydınlık yarınlara değil, karanlık uçurumlara götürür.

4. Türkiye Müslümanları yasal sınırlar içinde, hukuk ilkelerinin ışığında, kin ve nefret duygularından uzak kalarak temel haklarını kazanmak için çalışacaklardır. Eskiden bu memlekette Ezan-ı Muhammedî okumak yasaktı. Siyasî rejim buna izin vermiyordu. Sonra demokrasi geldi, Büyük Millet Meclisi Ezan yasağını kaldırdı. Bugünkü birtakım yasaklar da ileride böyle olacaktır. Din hürriyeti kuru laftan ibaret bir kavram değildir. İslâm dininin bütün emir, yasak ve tavsiyeleri hayata uygulanamadıkça, din hürriyetinden bahsedilemez. Bu konuda ölçü de şudur: ABD’de, İngiltere’de, Kanada’da Müslümanlara ne kadar hürriyet verilmişse, Türkiye’de en az o kadar verilecektir.

5. Biz Müslümanlar ülkemizi seviyoruz. Biz Müslümanlar devletimize bağlıyız ve onu korumak, yüceltmek istiyoruz. Lakin devlet ile siyasî rejimi ve resmî ideolojiyi özdeşleştirmiyoruz. Biz Müslümanlar, Peygamber ocağı olarak kabul ettiğimiz orduyu da seviyor ve dokunulmaz biliyoruz. Ancak birtakım kişiler ve zümreler ne devleti, ne de orduyu kendi inançsızlıklarına, kendi ideolojilerine âlet etmemelidir.

6. Biz Türkiye Müslümanları insan haklarıyla ilgili evrensel metinleri, beyannameleri kabul ediyoruz. Onlarda yazılı olan bütün temel haklardan eşit şekilde yararlanmak istiyoruz. Biz Müslümanlar kendi ülkemizde, kendi vatanımızda, kendi bayrağımızın gölgesinde sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş, zenci, parya muamelesi görmek istemiyoruz.

7. Biz Müslümanlar toleranslıyız. Bizim atalarımız 1492’de İspanya’dan kovulan Yahudileri Türkiye’ye kabul ederek toleransın en güzel ve en büyük örneğini vermişlerdir. O Yahudilerin torunları olan bir kısım militan Sabataycıların, Tekin Alp takma isimli Moiz Kohenlerin bize din, inanç, inandığı gibi yaşamak konusunda baskı yapmamalarını haklı olarak istiyoruz.

Bu ülke, İslâm dini ve Müslüman vatandaşlar üzerindeki açık veya sinsi baskılar tamamen kaldırılmadan, din ve inanç hürriyeti Batı standartları seviyesine getirilmeden düze çıkamayacaktır. Herkes böyle bilsin. 18 Ağustos 2001