İş ve Ticaret Hayatında Bozukluk
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Şubat 2019
Geçen pazar günü tramvayda yanıma yaklaşan bir zat ile ayak üstü biraz konuştuk. Gaziantepliymiş, eski usûl geleneksel sabun üretiyormuş. “İşinizden memnun musunuz, ticaretiniz iyi gidiyor mu?” diye sordum. Çok dertliydi:
– İşimden memnunum ama sattığım malın bedelini tahsil edemiyorum, dedi. İstanbul’daki esnafın çoğu, verdikleri çekleri ve bonoları ödemiyormuş. Marketler eskiden çek veriyormuş. Şimdi açık hesap mal alıyorlar, parasını iki ayda öderiz diyorlar, altı ayda zor ödüyorlarmış.
Gaziantepli sabun üreticisi sözlerine şöyle devam etti:
– Eşim Kazakistan’lıdır. Oraya göçeceğim. Kazaklar çok daha dürüst ve ahlâklıdır. Yetmiş yıllık Marksist idare dolayısıyla dinî kültürleri zayıftır, bazısı alkollü içkinin haram olduğunu bile bilmiyor ama Kazak halkı bizimki kadar bozulmamış. Her şeye rağmen orada insanlık var…
Bir ülkede ticaretin, sanayinin, iktisadî faaliyetlerin gelişmesi için bir takım temel şartlar vardır.
Bunların birincisi güvendir. Tâcir, iş adamı güvenli, güven verir bir insan olmalıdır. Güvenli tacirin sözü sözdür. Çek veya senet vermese bile borcunu vâdesi gelince mutlaka öder.
Güvenli ve namuslu tacir o kişidir ki, borcun vadesi yaklaşınca sorumluluk duygusu içinde titremeye başlar, gereken bütün tedbirleri alır ve ne yapar yapar borcunu öder. Gerekiyorsa bir gayr-i menkulünü satar yine öder.
1960’lı yılların başında yayıncılık sahasında ticarete başlamıştım. Sermayem olmadığı için bir miktar kağıt alabilmek için bir bono imzalamıştım. Tanıdıklarımdan biri, bu bonoyu vaktinde ödeyemediğim takdirde ismimin Merkez Bankası’ndaki kara listeye yazılacağını, ticarî itibarımın kırılacağını söylediğinde ne kadar korkup heyecanlandığımı hatırlıyorum.
Şu anda bizde vadesi gelen çekini ve bonosunu ödememek adeta millî bir spor haline gelmiştir.
Güvensizlik, borcunu ödememek ticaretimizi, iş hayatımızı mahv etmiştir.
Her işte ve sahada olduğu gibi ticaret, sanayi, iş, hizmet hayatında da vasıf çok önemlidir. Vasıflı tacir hem kendini yükseltir, hem de ülkesine hizmet eder, büyük faydalar sağlar.
İşleri iyi giden ve para kazanmaya başlayan vasıfsız bir insan neler yapar:
1. Sermayesini mülke, lüks meskene, yazlığa, lüks otomobile, sefahate yatırır ve harcar. Sonunda, nakit parası kalmadığı için kredi almak zorunda kalır ve iflas eder.
2. Maganda tacir ve iş adamı orta halliyken mesela Fatih’te oturuyorsa, zenginleşince Bağdat caddesine, Bilmem ne Tepesi Köşkleri sitesine taşınır. Onun aklı fikri fiyaka, gösteriş, caka satmaktır. Bunun sonu da rezillik ve iflastır.
3. Kötü tacir ve iş adamının ahlâk ölçüleri ve değerleri yoktur. Onda kazanmak için korkunç bir hırs ve ihtiras vardır. Helâl haram bilmez, bir sürü kirli, şâibeli, gayr-i meşru işe bulaşır. Böylece hem kendisine ve hem de ülkesine ve milletine zarar verir.
Vasıflı tacir, iş adamı, sanayici ciddîdir, prensip sahibidir. Zenginlik, çok kazanç onu şaşırtmaz, kudurtmaz. Kazancının fazlasıyla hayır işleri, kültür faaliyetleri yapar. Parasının sermaye olduğunu bilir ve onu gayr-i menkule, lüks köşke, yazlığa yatırmaz.
Batı dünyasında ticaret ve sanayi burjuva sınıfı ile gelişmiştir. İlk olarak İtalya’da oluşan burjuva sınıfının birtakım prensipleri vardı:
(a) İyi bir aile reisi, iyi bir eş olacak.
(b) Seks hayatını kontrol altında tutacak; iffetsizlik, rezillik yapmayacak.
(c) Dindar olacak, pazar günleri kiliseye gidecek.
(d) Ahlâkî faziletlere sahip olacak. Güvenilir, haysiyetli, vakârlı, ciddî olacak.
Avrupa ülkelerinde ilim, irfan, sanat, kültür konusunda burjuva sınıfının büyük hizmeti, tesiri, katkısı olmuştur. Zengin tacirler alimleri, sanatkârları, ressamları, bestekârları himaye etmişlerdir. Zenginlerin evleri değerli sanat eşyalarıyla dolu olmuştur.
Zengin olmuş, çuvalla para kazanıyor ama ilimle, irfanla, sanatla, kültürle hiçbir ilgisi yok. Hayvan gibi yiyor içiyor, zevkleniyor, gösteriş yapıyor. Yaşını başını almış, lakin hovardalık yapıyor, para gücüyle pahalı fahişelerle yatıyor. İçki, seks, rezilliğin her türlüsü… Lüks bir limuzine, gösteriş olsun diye 150 bin dolar verir ama bir sanat eserine bin dolar vermez. Şeytanî bir zekaya sahip, fakat kuş kadar aklı yok. Varlığının en gelişmiş iki organı sindirim sistemi ve cinselliğidir. Böyle bir tacir ve iş adamı ülkesi için bir felâkettir.
Türkiye’nin çok kötü durumda olduğunu gösteren birkaç yüz faktör bulunmaktadır. Bunlardan biri de ticarî hayatta güvenin kalmamış olması, tacirlerin ve iş adamlarının imzaladıkları çek ve vadeli senetleri zamanında ödememelerinin yaygın bir hale gelmiş bulunmasıdır. Başka hiçbir faktör bulunmasa, bu tek kötülük bile ülkenin batmasına yeter.
Eskiden olduğu gibi Türkiye’de bir “Fütüvvet Teşkilatı” kurulmalıdır. Fütüvveti “Gönül Yiğitliği” şeklinde tercüme edebiliriz. Böyle bir teşkilata üye olacak tacirler, iş adamları, sanayiciler bir takım kurallara uymak zorundadırlar. Mesela bu prensiplerden biri “Sana kötülük edene iyilik edeceksin”dir. Fütüvvet sahibi bir tacir mutlaka çekini ve bonosunu öder. Ticarete yalan ve hile karıştırmaz. Müşterisini aldatmaz. Gerçeğe uygun olmayan ilan ve reklamlar yapmaz. Fütüvvetli tacir, kazancı arttıkça kudurmaz, çıldırmaz. Fütüvvetli tacir asla haram yemez.
Bu memleketteki dindar geçinen tacirler, sanayiciler, iş adamları İslâm ahlâkının prensiplerine uyuyorlar mı? Belki bir kısmı uyuyordur ama büyük bir kısmının uymadığı ortadadır. Müslümanlık laf ve edebiyatla olmaz. Müslümanlık işle, amelle, aksiyonla, hal ile olur. 04 Mayıs 2003