Salı

 

Türkiye’nin büyük, topyekûn, şümullü, geniş bir islah seferberliğine ihtiyacı var. İslah kelimesinin karşılığı olarak iyileştirme diyorlar, eksiktir. İslah bilgi ve inançta doğruların, estetik bakımından güzellerin, ahlak ve aksiyon bakımından iyi şeylerin hâkim olması, benimsenmesi için çalışmaktır.

Önce medyadan başlayalım. Bizde medya çok ama çok kirlenmiştir. Geçenlerde bir gazetenin birinci sayfasında “Borsa’da on milyon dolarla oynayan gazeteci kim?” başlıklı bir haber vardı. İsim verilmiyordu ama haberi yapanlar ve yayınlayanlar o dolarla mültimilyoner gazetecinin ismini elbette biliyorlardı, fakat meslek tesanüdü bakımından açıklamıyorlardı.

Bu gazeteci, borsa spekülasyonlarına yatırdığı on milyon doları nereden bulmuştu? Bu dehşetli para maaştan, dişten tırnaktan artacak bir meblâğ değildi.

Büyük medyamız şu anda dört büyük holdingin kontrolü altındadır. Bunlardan Aydın Doğan ve Cem Uzan firmaları zaman zaman kıyasıya çatışır ve dalaşır. Bizde medya birinci güç olmuştur, medenî ve dengeli ülkelerde ise dördüncü güçtür. Ülkemizdeki bozuklukların büyük ve ana sebeplerinin biri de medyanın yasama, yürütme ve yargı güçlerinin üzerine çıkarak diktatörleşmesi, mafyalaşması, kartelleşmesi, tekelleşmesi, holdingleşmesidir. Basın ve haberleşme hürriyeti deyip duruyorlar. Böyle bir hürriyet bizde üç beş aileye, üç beş holdinge aittir. Altmış beş milyon halkın nasibi, bu beş on ailenin basın hürriyetine mâruz kalmaktan ibarettir. Kendimizi aldatmayalım, küçük ve orta sermayelerle gazete çıkarılamayan bir ülkede basın hürriyeti lafta var, fiiliyatta yok demektir.

Bazı medya prenslerinin ayda elli bin dolar aldığı söyleniyor. Bu kadar yüksek maaş alan, her transferlerinde beş on milyon dolar transfer ücretini ceplerine indiren bu kişiler halkı doğru bilgilendirmek ve hadiselerin doğru yorumlarını yapmak için mi çalışıyorlar, yoksa kendilerine bu efsanevî paraları veren güçlere mi hizmet ediyorlar?

Beş on bin adet de satılsa az sermaye ile küçük günlük gazetelerin çıkartılmasına imkân verecek bir zemin hazırlanmadıkça medya problemimizi çözemeyiz.

Ülkenin birinci gücü haline gelmiş bir basının tekelleştiği, kartelleştiği bir ülkede demokrasiden bahs etmek gülünçtür.

Eğitim sistemimiz de son derece, A’dan Z’ye kadar bozuktur ve tepeden tırnağa islahı gerekir. Bu devirde Tevhid-i Tedrisat zihniyetiyle eğitim yapılmaz. Lise mezunlarımız elifi görseler mertek zannediyor. Biz eğitimde hem kendi kimliğimizin ve kültürümüzün, hem de evrensel kültürün ve çağdaş dünyanın çok gerisinde kalmışızdır. Eski Romalıların Sezar dini mitolojilerine benzeyen efsaneler öğreterek vasıflı, güçlü, üstün yeni nesiller yetiştirmek mümkün değildir. Yazılı-edebî Türkçeyi doğru dürüst öğretemeyen okullar okul değildir. Bizde gerçek tarih de okutulmuyor. Bugünkü eğitim sistemi ve okullarla Türkiye selamete çıkamaz.

Üniversitelerimiz de islaha muhtaçtır. Yetmişyedi üniversitemiz var, bunların adı üniversite. Kütüphanesi olmayan üniversite olur mu? Amerika’da Harvard’ın onbeş milyon kitabı varmış kendi özel kütüphanesinde, Chicago Üniversitesi’nde onüç buçuk milyon kitap bulunuyormuş. Bizde böyle üniversiteler yok. Zengin kütüphanesi olsa bile, öğrencilerini oralara gidip kitap okumaya, araştırma yapmaya yönlendiren bir eğitim yok. Başörtülü dindar kızları fakülte kapılarından kovmakla üniversitecilik oyunu oynanır ama gerçek üniversite olunmaz.

Siyasetimiz de son derece pislenmiş, kirlenmiştir. Vaktiyle rahmetli Adnan Kahveci’nin bir “Politikaya vasıf kazandırma” projesi vardı. Nasıl çalışılacaksa, ne yapılacaksa bu konuda da harekete geçilmelidir. Harekete geçilmeli dedim, lafla peynir gemisi yürümez. 50’li yıllarda merhum Osman Bölükbaşı tek başına, bugün yüz muhalif milletvekilinin yapamayacağı muhalefeti yapıyordu. Dokunulmazlığı kaldırılmış, hapse atılmıştı ama mücadelesinden yine de vazgeçmemişti. Adnan Menderes iktidarı, Osman Bölükbaşı’yı seçiyor diye Kırşehir’i vilayetlikten çıkartmış, ilçe yapmıştı. Ne gaflet!

Mimarlık sanat, şehircilik açısından ülkemiz gün geçtikçe çirkinleşiyor. Milyonlarca yeni yapının kaçta kaçı güzeldir, sanatlıdır? Maalesef binde 999’u çirkindir. Güzellik bir insanın, bir milletin, bir ülkenin kültürünün, kişiliğinin, kimliğinin üç ana unsurundan biridir. Güzelliğin olmadığı yerde, bilgi ve inançta doğruluk, aksiyon ve ahlakta iyilik de olamaz. Koskoca Türkiye Edirne’den Kars’a, Sinop’tan İskenderun’a kadar bir çirkinlikler meşheri haline gelmiş bulunuyor. Ülkemiz bir Betonistan olmuştur. Binaların, şehirlerin de yüzleri, ruhları vardır. Yeni yapılar, yeni yapılaşma ruhlardaki çöküntü ve harabiyeti sergiliyor. Bir Almanya’ya, İsviçre’ye, Avusturya’ya, İsveç’e bakınız bir de bize. Oralarda bayındırlık demek güzellik, sanat, zevk, estetik demektir. Bizde ise çirkinlik, zevksizlik, sanatsızlık…

İnsan unsuru olarak gittikçe kötüye gidiyoruz. Vasıflı, üstün güçlü beyinler dışarıya kaçıyor. Niçin kaçıyorlar? Vatanlarını sevmedikleri için mi? Bence sebep bu değil. Kötüler ve kötülük onları Türkiye’den kaçırıyor. Bu ülkede iyilerin, vasıflıların kıymeti bilinmiyor. Ülkemizde öyle bir sistem kurulmalı ki, yurt dışına kaçmış olan beyinlerin en az yarısı geri dönsün. Bizim beyne ihtiyacımız var, kaliteli elemana ihtiyacımız var. Sadece bu ülkenin beyinli çocuklarını değil, bize düşman olmayan başka beyinli insanları da yurdumuza çekebilmeli, onları Türkiye’nin yararı için çalıştırabilmeliyiz. Bir ülke vasıfsızlarla, molozlarla kalkınmaz, yücelmez, pâyidar olmaz.

Vaktiyle bizden aldıkları lale soğanlarının ziraati ile Hollandalılar her yıl milyarlar kazanıyor da, ülkemizde dişe dokunur, doğru dürüst bir çiçekçilik niçin yok? Toprağımız suyumuz, havamız mı eksik? Hayır bizde akıl, uzmanlık, fikir, vicdan, ahlak eksikliği vardır; tek kelimeyle beyin eksikliği. Hollandalılarla anlaşılsa, oradan bu işi becerip başarabilecek güçlü ve vasıflı elemanlar getirilse de Türkiye’de uluslararası çapta çiçekçilik, lalecilik yapılsa ne iyi olur. Kim yapacak bu işi?

Bunca islah için, her sahada, Tema Vakfı’nın kurucusu Hayrettin Karaca gibi idealistlere, olağanüstü şahsiyetlere ihtiyacımız var. Bu gibi işler, dini imanı para olan, rant kazanmak için her haltı yiyen alçak sürüngenlerle yapılmaz. 20 Şubat 2002