Kendisiyle aynı tarik, meşreb, cemaat, grup içinde birlikte olduğumuz Müslüman bir kere kardeşimizse; tarik, meşreb, görüş bakımından ayrıldığımız Müslüman bin kere kardeşimizdir. Meşreb ve görüş ayrılıkları yüzünden şeytan aramıza ihtilâf sokabileceği, dargınlık çıkartabileceği için, onunla olan uhuvvet bağlarını bin kat sıklaştırmamız gerekir.

Nikâhın talâkı vardır, boşanma ile bozulması vardır ama iman ve İslâm kardeşliğinde talâk yoktur. Din kardeşliği -maazallah!- ancak irtidat (dinden dönme) ile bozulur. Başka hiçbir sebeple, bir Müslüman başka bir Müslümanla olan kardeşlik bağlarını kesemez, kopartamaz, çözemez. Böyle yapan Allah’a isyan etmiş, Ümmet bütünlüğünü sarsmış olur.

“Sen şu konuda benim görüşüme katılmıyorsun… Sen, bu meselede benim reyimi tasvib etmiyorsun… Ben şu tariktenim, sense bu tariktensin… Sen o’cusun, ben bu’cuyum… “ gibi bahane ve sebeplerle kardeşini iten, dışlayan kimse ne kadar hamdır, ne kadar zararlıdır.

Günah işledi, vur tekmeyi. Bir hatâ etti, tut kolundan at dışarı. Bilerek veya bilmeyerek sana bir zararı dokundu, sapla hançeri sırtına. Bir çiğlik etti, sen ondan daha fazla çiğlik et… Yahu bu ahlâkla, bu tutumla Ümmet içinde kardeşlik, birlik kalır mı?

Kendi çocuğuna, öz kardeşine, ana babana böyle yapabilir misin? Yapamazsın. Öyleyse kardeşine de yapamazsın. Sen kâmil misin ki kardeşinde kemâl arıyorsun? Zaten kâmil olsaydın, kâmil olmayan kardeşine tahammül ederdin.

İslâm kardeşliği Ümmetin temelini teşkil eder. Tarik, meşreb, mezhep taassubu ile Ümmet kardeşliği bozulamaz. Bozan şeytanın dostudur. Rahman’a karşı gelmiş olur.

Nefsimize zor gelecek ama tecrübesine bugünden başlayalım. Aramızda farklılık, teferruatta zıtlık, görüşlerde ayrılık, menfaatlerde çatışma olan kardeşlerimizle aramızdakı uhuvvet-i İslâmiyye (din kardeşliği) bağlarını sıklaştıralım.

Bakalım Rahman’m öğüdünü mü tutacağız, Şeytanı mı sevindireceğiz!

MEŞRUTALAR

Çat kapı çalındı. Açtım, postacıymış. Gelen mektubu verdikten sonra “efendim bir ricam var” dedi ve oracıkta küçük bir hitabe irad ederek posta teşkilâtının hizmetleri, müvezzilerin fedakârâne çalışmaları hakkında beni aydınlattı, sonunda da kendisine bir lojman yapılacağını, bunun için benden para istediğini anlattı. Hiç alışmadığım bir istekti bu doğrusu. Ama mürüvvete toz kondurmadım ve bir miktar yardım yaptım.

Tam içeri girmiş ve mektubu okumağa başlamıştım ki, çat yine kapı. Bu sefer gelen bekçiymiş. Bayram değil, seyran değil bekçi baba kapıya niçin dayandı acaba? O da küçük bir hutbe okudu ve arkasından, kirada oturduğunu, kendisi için bir bekçi lojmanı yapılacağını ve mahalleliden yardım istediğini söyledi. Lâ havle. Ona da bir şeyler verdim.

Mektubu bitirmeden kapı yine çaldı. Açtım, hiç tanımadığım bir vatandaşla karşılaştım. “Ben tapu dairesinde kâtibim, siz beni hatırlamadınız galiba, bu daireyi aldığınızda kayıtlarını ben işlemiştim. Ben, mesleğim icabı hep mesken, dükkân, arsa gibi gayrimenkullerin yazım çizimi ile uğraşırım. Ne çare ki, şu dâr-ı dünyada başımı sokacak bir kulübem bile yok. Maaşlar mâlum, ev kirasını zorlanarak ödeyebiliyorum. (Bu sırada gözleri yaşardı, sendeledi.) Başımı sokacak küçücük bir lojman inşaatına girişildi, yardım ve alakanızı dilemek üzere sizi rahatsız ediyorum” dedi. Adamcağıza bayağı acımıştım. Ama bugünkü harcamalarımda, âmme hizmeti gören fakir memurlara yaptığım lojman yardımları da epey bir yekûn tutmuştu. Boş göndermemek için ona da bir miktar teberruda bulundum ve yarım kalan mektubu bitirmek için içeriye girdim.

Meğer bütün bunlar kaylule içinde hâb u hayal imiş. Bir de uyandım baktım ki, cuma ezanına az kalmış. Hemen abdest alıp câmiye gittim. Hatib efendi basmakalıp bir Diyanet hutbesi okuduktan sonra “aziz cemaat, câmi personeli için meşruta yaptırılmaktadır. Yardımlarınızla kaba inşaatı bitirilmiştir. Tamamlanması için tekrar yardım rica etmekteyiz. Boş geçmemenizi istirham ederiz” dedi.

Fesubhanallah!

ESAS TESETTÜRDÜR, ÇIPLAKLIK ARIZADIR

Kadınların açılmasının ve çıplaklığın hürriyetle, eşitlikle hiçbir alakası yoktur.

Kapanmak nasıl esaret değilse, açılmak da hürriyet değildir. Medenî insanla hayvanı ayırd eden vasıflardan birisi, birincisinin elbise giyinip örtünmesi, İkincisinin yaratıldığı gibi çıplak gezmesidir. Zaten çıplaklık, tesettürsüzlük vahşet; giyiniklik, tesettür ise gerçek medeniyettir.

Hem hürriyet ve demokrasi vardır diyorlar, hem de kendi istekleriyle örtünen Müslüman kadınlara, bu hakkı tanımak istemiyorlar. Hayır bunlar demokrat değil, zorbadırlar, yobazdırlar, fanatiktirler.

Kadın çağlar boyunca her millette, her medeniyette, her dinde örtünmüştür. Açıklık saçıklık, sapıklığın bir neticesidir. Mimsiz ve dinsiz medeniyet kadını bir şehvet âleti haline getirmiş, onu önce göz banyosu (yani zinası), sonra orta malı konusu yapmak için soydukça soymuştur. Bu halin akılla, vicdanla, bilgelikle, hakiki medeniyetle asla bir ilgisi olamaz.

Kadın hak ve hürriyetleri konusundaki propagandaları samimi değildir. Onlar kadınlara resmî antetli “vesikalar” vererek sermaye yapan riyakârlardır. Bu makyavelistler, gerçekten kadın hak ve haysiyetlerine inanmış olsalardı, başörtülü şerefli üniversiteli kızlarla, başörtülü avukat hanımlarla uğraşacaklarına, vesikalı fuhuş hürriyetini kaldırmak için çalışıp çabalarlardı.

Asla unutulmasın ki, bugünkü çıplaklık, tesettürsüzlük tarihî bir ârızadan ibarettir, gelip geçicidir. Hürriyetçi ve demokratik bir rejimde Müslüman kadınlar elbette örtünmek, tesettüre riayet etmek hakkına sahiptirler ve bu hakkı kullanacaklardır. Zaman İslâm’dan yana işlemektedir. Bundan yirmi küsur sene önce üniversitelerimizde başörtülü kız talebe var mıydı? Yoktu. Bu iş, önce 1968’de Ankara ilâhiyat Fakültesi’nde Hatice Babacan bacımız ile başladı. Yobaz zihniyet onun başörtüsüne karşı kuduz bir reaksiyon gösterdi. Bir sürü hadise oldu. Ama bu çığır açılmıştı. Başladığı yerde durmadı, o günden bugüne, ilerleyerek geldi. Ve devam da edecektir. Ancak biz Müslümanlar bu işi kuvvet kullanarak değil, güzellikle halledeceğiz. Müslümanlar kültürce, maarifçe, sanatça, modaca daha üstün oldukları zaman büyük kadın kütleleri fevc fevc tesettüre uyacaklardır.

PUTLARLA SAVAŞ

Putları, onlara söğüp sayarak yıkamayız. Putları, putlaşan kişi ve müessesleri ancak ilimle, araştırma ile kültürle yere serebiliriz. Putları öldürecek silâhlar tarih arşivlerindedır. Becerikli uzmanlar yetiştirip kimisini İngiliz Hariciye Vekâleti arşivlerine, kimisini Paris Ouai d’Orsay mahzenlerine indirip oralarda bizi bekleyen yakası açılmadık dehşetli evrakı keşfetmeğe göndermeliyiz. Dünya kütüphâneleri, arşivleri bizim tezimizi isbatlayan delillerle doludur.

Yakın tarihimizin sahifelerini katranlayan ihanetler belgesiz değildir. Lâkin o belgeler hemen yararlanacak şekilde ortada olan şeyler de değildir Polis hafiyeleri gibi iz peşinde koşmak, güçlü bir savcı gibi hıyanetin dosyalarını vukufla hazırlamak gerektir.

Putlar balyozla devrilmez. Aksine balyozlandıkça kuvvetlenirler. Putlar belgelerle, bilgilerle tahtlarından indirilebilir ancak.

Sen istediğin kadar puta ana avrat küfür et, maalesef onu değil kendini alçaltmış olursun da haberin olmaz bundan.

Yalanın saltanatı, gerçeğin ışıklarıyla yıkılabilir. Bu savaşın silâhı bilgidir. Öfkenin, haklıya yararı yoktur.

Çocuklarımızın en akıllılarını daha ne zamana kadar tıbba, mühendisliğe, çok para getiren, itibarlı ve geçerli mesleklere yönlendirerek harcayacağız? Bize büyük tarihçiler, büyük edebiyatçılar, büyük sosyal ilimliler gerek. Bunları yetiştirmezsek, tabib ve mühendis orduları kursak bile sahil-i selâmete varamayız.

Ayda 150 bin lira burs vererek eleman yetiştirmeğe çalışıyoruz, iyi bir tarihçi, iyi bir edebiyatçı, iyi bir sosyolog kaça mal olur biliyor musunuz? Birkaç milyardan aza değil! Ev arsa, otomobil, kat, dükkân fiyatlarını çok iyi bilen çokbilmişler! Niçin adam yetiştirme piyasasının râyicini bilmiyorsunuz?

Bir tarihçi onbeş yılda zor yetişir. Bir tarihçinin en az beş dil bilmesi gerekir. Batının oryantalisti (müsteşriki) onbeş dil biliyor da bizim uzmanlarımız bir yabancı dil bile niçin bilmiyor?

Niçin üstün kelleler yetiştirmiyoruz?

Bu kafayla putlarla savaşamayız. Önce kafalarımızı değiştirelim.

05.12.1991