Bu memleketin, bu halkın, bu devletin Tevhid-i Tedrisata değil,

“Tevhidî Tedrisata”

büyük ihtiyacı vardır.

Laik Fransa’da Katolik kilisesine tanındığı gibi, bizde de Müslümanlara İslâm okulları, İslâm liseleri açmak müsaadesi verilmelidir.

Devlet elbette bu okulları kontrol edecek, denetleyecektir. Lakin bu kontrol ve denetleme:

1. Âdil hukukun ışığında olacak.

2. Temel insan hak ve hürriyetlerini zedelemeyecek.

3. Din, inanç, vicdan hürriyetini ihlâl etmeyecektir.

Bugünkü İmam-Hatip liseleri, benim bahs ettiğim İslâm liselerinin yerini tutabilir, vazifesini görebilir mi?Kesinlikle hayır…

Çünkü İmam-Hatip okulları sözde lâik devlete bağlıdır.

Resmî ideolojinin zincirlerine vurulmuştur.

Bağımsız İslâm okulları ve liseleri, yine bağımsız ve hür İslâm Cemaat teşkilâtı tarafından kurulacak ve idare edilecektir.

Bugünkü Türkiye’de böyle bir teşkilât yoktur.

Böyle bir teşkilâtı kurmak çok zordur.

Çünkü Müslümanlar tek bir Ümmet, tek bir büyük Cemaat halinde değil; bir yığın cemaatçiklere bölünmüş vaziyettedir. Bunların bir kısmı birbiriyle rekabet etmektedir. Ümmet içinde rekabet olamaz. Müslümanlar, rekabet değil, hayırlı işlerde müsabaka (yarışma) yapmalıdır.

Özel, bağımsız İslâm okulları ve liseleri kurma izni verilse, birbirleriyle rekabet eden birtakım cemaatler “meşreb, küçük cemaat, fırka, hizip, tarikat” okul ve liseleri kuracaktır.

Böyle bir şey kesinlikle doğru olmaz.

İslâm okulları ve liseleri küçük bir cemaate, bir mezhebe, bir tarikata değil, İslâm’a ve Ümmet-i Muhammed’e hizmet etmelidir.

Bir İslâm okulunun idarecileri ve öğretmenleri içinde her meşrepten, her tarikattan, her cemaatten eleman olmalı ve bunlar ahenk içinde çalışmalıdır.

Müslüman kesimde böyle okullar açacak, yeterli sayıda güçlü ve vasıflı eğitimci var mıdır? Maalesef yoktur. İstisnâlar kaideyi bozmaz.

İslâm liselerinde en az üç yabancı lisan, Arapça, Farsça, İngilizce iyi derecede öğretilecek, öğrenemeyenlere diploma verilmeyecektir.

Bu mekteplerde Osmanlıca mükemmel şekilde öğretilecek, mezunları Fuzulî’nin, Şeyh Galib’in, Ziya Paşa’nın şiirlerini orijinal metinlerinden, mânâsını anlayarak, metinlerini şerh edebilecek, bu kıraatten haz ve zevk alarak okuyabilecektir.

Bu okullarda talebeye estetik, mimarlık ve şehircilik, hukuk kültürü, mantık, psikoloji, ahlâk, metafizik çok iyi derecede, çok ehil öğretmenler tarafından okutulup öğretilecektir.

İslâm liselerinde lise bitirme ve bakalorya imtihanları olacak, bunları veremeyenlere diploma verilmeyecektir.

İslâm okullarında İslâmcı değil; vasıflı, ahlâklı, yüksek karakterli Müslüman yetiştirilecektir.

Bu okullarda bilgi ve kültürün yanında mutlaka ahlâk ve karakter terbiyesi de verilecektir.

Erkek çocuklar ve kız çocuklar için ayrı İslâm okulları açılacaktır.

Beş vakit namaz kılmak mecburî olacaktır.

Bu okullar dinde reform, dinde değişiklik, dinde yenilik, Fazlurrahmancılık (Tarihsellik), islâmî aktivizm, İslâmcılık, Selefîlik gibi bid’at akımlarına kapalı olacak; Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslâmlığına uygun tedrisat yapacaktır.

İslâm liselerinden geleceğin vasıflı, güçlü, üstün Türkiyelileri yetişecektir.

Bu okullarda kopya çekmeye asla izin ve fırsat verilmeyecektir.

Bu okullardaki Müslüman gençlere mürüvvet ve fütüvvet ahlâkı aşılanacaktır.

Bu okullarda okuyan delikanlılar küçük beyefendi, genç kızlar küçük hanımefendi olacaklardır.

İslâm liselerindeki öğrencilerin büyük kısmı, istidatlarına ve kabiliyetlerine göre geleneksel sanatlarımızdan birini öğreneceklerdir.

Uluslararası anketlere göre dünyanın en iyi ve kaliteli okul ve liseleri Türkiye’deki İslâm mektepleri olacaktır.

Böyle okullar açılmazsa, Türkiye’nin işi zor, geleceği karanlıktır.

Bugünkü maarifle (millî eğitimle) köy olmaz kasaba olmaz.

Yukarıda anlattıklarımı gerçekleştirmek çok zordur. Lakin bunlar imkânsız, mümteni ve muhal değildir.

Bütün aklı başında ziyalı ve medenî Müslümanları eğitim meselesini gündeme almaya çağırıyorum.

(İkinci yazı) MÜSLÜMAN DÜNYASININ BÜYÜK ZAAFLARI

Müslüman toplumun belini büken eksikliklerin ve geriliklerin en vahimlerini kısaca sıralamak istiyorum:

Birincisi: Bedevî kültürü ve zihniyetidir. Bu zihniyetle yücelmemiz, gerçek mânâda hür olmamız mümkün değildir. Bedevî kültürü yerine kırsal kesim, gecekondu ve varoş kültürü de diyebiliriz. Bedevî kültürünün karşıtı medeniyet kültürüdür.

İkincisi: İslâm’ı hakkıyla bilmeyişimiz ve anlayamamamızdır.

Üçüncüsü: İslâm’ı hayatımıza ve hayata uygulayamayışımızdır.

Dördüncüsü: Ahlâkımızın Kur’ân’a, Sünnete, İslâmî Hikmete uygun olmayışıdır.

Beşincisi: İslâm dünyasında arivist (ikbal avcısı) sürülerinin, dine hizmet perdesi altında din sömürücülüğü yapmalarıdır.

Altıncısı: Tek bir Ümmet, tek bir büyük cemaat olmayışımız; binlerce hizbe, sekte, fırkaya, küçük cemaate, klike, gruba parçalanmış ve bölünmüş oluşumuzdur.

Yedincisi: Paraya, mala, zenginliğe, israfa, lükse, sefahate yönelik ve batık Müslümanların sayısının çok yüksek oluşudur.

Sekizincisi: İslâm’a hakkıyla hizmet edebilecek -yeterli sayıda- vasıflı, güçlü, üstün, erdemli, bilge elemanlara ve kadrolara sahip olmayışımızdır.

Dokuzuncusu: Beyinsizliktir.

Bu saydığım sebepler dolayısıyla, bir buçuk milyarlık İslâm dünyası, beş altı milyonluk küçük İsrail ile başa çıkamamakta, Filistinli Araplara yapılan zulümlere seyirci kalmaktadır.

Avrupalılar devletlerini, bayraklarını, hükümetlerini, ordularını, lisanlarını muhafaza ederek birlik kurdular. AB üyesi kimseler bir ülkeden diğerine kimlik kartıyla geçebiliyor. Müslüman dünyası ise paramparça, bölük pörçük, irili ufaklı birkaç düzine ülkeye ve devlete ayrılmıştır. Müslümanlar Avrupalılar gibi bir “İslâm Birliği” kuramıyor.

Vaktiyle Endülüs Müslümanları, dünyanın en ileri, en medenî, en kültürlü ve sanatlı toplumu idiler. Avrupalılar onlara nisbetle geride kalmışlardı. Bugün dünyada bir Endülüs yok, bir Osmanlı Cihan devleti yok.

Yedinci, sekizinci yüzyılda Müslümanlar karada yaya veya atla, deveyle; denizde yelkenli gemilerle binlerce kilometre uzaktaki ülkelere gidiyor, i’lâ-i kelimetullah yapıyordu. İlk Müslümanlar Çin’e, İngiltere’ye bile gitmişlerdi. Hattâ Amerika kıt’asına da gittikleri iddia edilmektedir. Bugünkü Müslümanlarda, onların gayret, azim, cesaret ve himmetleri yoktur.

Fatih Sultan Mehmed’in ordusunda dünyanın en büyük topu vardı.

Barbaros’un donanması Akdeniz’i bir Türk gölü haline getirmişti.

Osmanlı devleti, Sumatra adasındaki Açeh Müslümanlarına bir donanmayla yardım göndermişti.

Bugünkü Müslümanların böyle üstünlükleri yok. Böyle şeyler yerine bizde hizip ve cemaat çekişmeleri ve rekabetleri, bid’atçilik, yiyicilik yaygındır. İlk Müslümanlar âdil ve râşid Halife Ömer’e bile “Sen yanlışlık yaparsan biz seni kılıçlarımızla doğrultmasını biliriz” diyorlardı. Bugünün İslâm dünyası yalaka, yağcı, meddah, dalkavuk ile doludur.

On altıncı asırda Osmanlı devleti bir İslâm Birliği idi. Bugün ise kırk ayrı İslâm ülkesi var.

Biz Müslümanlar özeleştiri yapmalıyız, zaaflarımızı bilmeliyiz.

Yapıcı olmak şartıyla özeleştiri yapmazsak, zaaflarımızı bilip gidermeye çalışmazsak nasıl kurtulacağız? 02 Ocak 2010 Cumartesi