İslâm Otomobili
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 22 Aralık 2018
Türkiye ve İran ortak bir “İslâm otomobili” üretimi için işbirliği yapacakmış, bakan seviyesinde görüşülüyormuş… Çok geç kalmış bir proje ama yine de sevinmeliyiz.
Güney Kore otomobil üretiminde dünya çapında harikalara imza attı. Şu anda dünyanın bütün ileri, medenî, kalkınmış ülkelerinde Kore otomobilleri cirit atıyor. Paris, Londra, Berlin, New York…
Bizde kasıtlı olarak yüzde yüz millî ve yerli bir otomobil yapılmamıştır, yaptırılmamıştır.
Türkiye dünyanın en iyi, en güzel, en başarılı, en beğenilen otomobillerini üretebilirdi.
Bunu başarmak için dışarıdan mühendisler, işletmeciler, tasarımcılar, birikimli ve tecrübeli elemanlar ithal edilebilirdi.
Arap dünyasından bu iş için büyük sermaye bulunabilirdi.
Bir otomobilde ne gibi şartlar aranır:
1. Sağlam olacak, dayanıklı olacak.
2. Otomobil tekniğinin en son gelişmelerine sahip olacak.
3. Çok güzel olacak.
4. Çok kullanışlı olacak.
5. Çok beğeni ve takdir toplayacak.
6. Diğer markalarla rekabet edecek ve çok satılacak.
ABD ve Avrupa bizim böyle otomobiller üretmemizi istemezdi ve önlediler, engellediler.
Türkiye’de mutlu ve putlu bir azınlık dışarıdan otomobil ithal ederek ve dahilde yabancı markaların çapsız modellerini üreterek büyük paralar kazanıyordu. Onlar da yüzde yüz millî ve yerli bir Türk otomobilini kesinlikle istemezlerdi.
Aynı kafalar Türkiye’nin uçak sanayi kurmasını da istemediler ve engellediler.
Ülkemiz Airbus’lar, Boeing’ler üretsin demiyorum, uçak sanayi diyorum. Ülkemiz niçin nakliye uçakları, küçük uçaklar, pervaneli uçaklar üretemesin?
Türkiye her sahada kösteklenmektedir.
Bizim Güney Kore gibi bir gemi inşa sanayimiz var mı?(Kore yakın zamana kadar bu sahada dünya birincisiydi, geçen sene Çin onu geçti.)
Dişe dokunur bir elektronik sanayimiz var mı?
Bırakın bunları tarımımız bile geri bırakıldı. Sebze tohumlarını İsrail’den ithal ediyoruz.
Vaktiyle lale soğanını Türkiye’den getirten Hollanda şimdi çiçekçilikle muazzam paralar kazanıyor.
Bizim birinci olduğumuz sahalar, işler yok mu? Olmaz olur mu? İnşaatta çok ilerledik. Dağları, ovaları, vadileri, dere yataklarını dev binalarla, sitelerle doldurduk. Varımızı yoğumuzu, sermaye olarak kullanmamız gereken trilyonlarca doları meskene yatırdık.
Bal üretiminde liste başlarındayız ama bizim ballar şekerli.
Başka rekorlarımız da var.
Sezaryenle doğumda dünya birincisiyiz.
Açık kalp ameliyatlarında da… Dünya çapında bir kalp cerrahı olan Profesör Bülent Berkarda ne demişti? “Bizde yapılan kalp ameliyatlarının yüzde doksan beşi lüzumsuzdur…”
Rekorlarımızdan biri de terördür. Ülkemiz bir terörler ülkesidir. Her türlü terör. PKKterörü, devlet terörü…
Yargı işlerinde de çok ilerlemişizdir. İstanbul’da dünyanın en büyük adalet sarayı inşa ediliyor. Pentagon gibi bir bina.
Hapishane konusunda da çok terakki ettik. Her yer Alamut kalesi gibi cezaevleriyle dolu.
Mafyacılıkta rekor üzerine rekor kırıyoruz.
Karı ticareti gırla gidiyor.
Şarap ve diğer alkollü içkiler konusunda da kısa zamanda çok ilerledik, uygarlık zirvelerine füze gibi fırladık.
Terörün tozu dumanı içinde uyuşturucu ticareti, silâh ve cephane ticareti…
Trafik kazalarında dünya birincisiyiz.
Rüşvette de hayli ilerledik ama birinci miyiz değil miyiz bir şey diyemeyeceğim, çünkü bunlar açık değil, istatistik yok.
Cahillikte birinci olduğumuzda hiç şüphe yoktur. Halkımız 1928’den önce yazılmış, basılmış Türkçe kitapları, belgeleri, hattâ dedelerinin mezar taşlarını bile okuyamayacak derecede kara cahildir.
Yooo bu kadar karamsar olma, bak lüks Mercedes’te dünya birincisiyiz.
Porsiyonu bin dolara satılan altınlı tatlı başka hangi ülkede var?
Bizde öyle sucuk makinaları vardır ki, yukarıdan domuz ve eşek eti koyarsın, aşağıdan dana sucuğu çıkar. Bu icat da bize mahsustur.
Son rekorumuz: 14 yaşında kız oğlan kız bir bakirenin hamile olduğu tesbit edilmiş. Bu nasıl iştir? Büyük başarı!..
ZAMAN zaman gazeteler yazar: “Falan yerde polis, alıcı kılığına girerek eski eser kaçakçılarını yakaladı. Bulunan tarihî eserler şunlardır: …”
Ülkemizde on beşten fazla medeniyetin paraları, kapları, çömlekleri, şişeleri, altınları gümüşleri, takıları toprağımızda gizlidir. Bir de eskiden bu topraklarda yaşamış Ermenilerin, Rumların gömerek sakladıkları hazineleri vardır. Defineciler bunları arar da arar. Define bulunduğunu sandıkları yerleri kanunsuz olarak kazarlar, bazen dinamit koyup patlatırlar, arkeolojik zenginlikleri tahrip ederler.
Çok zaman bir şey bulamazlar. Definecilik yüzünden batmış, çoluk çocuğu perişan olmuş nice kimse vardır.
Bulurlarsa malları satmak ayrı belâdır. Polise enselenirlerse cezaevine girerler.
Uyduruk veya çok gelişmiş ve profesyonel define cihazları vardır. Bunları ithal edip satanlar, kiraya verenler iyi para kazanır.
Bendeniz Kültür Bakanlığı’nı, başta İstanbul Valiliği olmak üzere vilayetleri, emniyeti, diğer ilgili ve sorumlu kurumları bir konuda uyarmak istiyorum:
Bizans’tan kalma tarihî bir eser (sur, bina, duvar, camiye çevrilmiş bir kilise vs) restore edilecek, onarılacak… Her şey kanunlara uygun olarak yapılıyor. Kimseye çamur atmak niyetinde değilim. Vazifesini hakkıyla yapan namuslu, şerefli herkesi tenzih ederim.
Lâkin… Evet lâkin… Tarihî eserin altındaki tünele veya mahalle niçin bazı kimseler define arama cihazı getirmektedir?
Niçin gece saat ikide kamyonla bir şeyler alelacele nakl edilmektedir?
Niçin şantiye binalarında esrarlı faaliyetler yapılmaktadır?
Bu şüphe verici şeyleri önlemek için bir kanun çıkartılmalı ve tarihî binaların restorasyonu esnasında çalışma mahalline define arama cihazı getirilmesi suç sayılmalıdır.
Öyle ya… Tamirat ve restorasyonla define arama cihazının ne ilgisi vardır? Gece saat ikide niçin acayip taşımalar yapılmıştır? Elimde belge ve bilge yok ama ortada birtakım vahim şüpheler vardır. Birtakım kişilerin tarihî eserlerin altında define aradıkları ve geceleyin şüphe verici sinsi faaliyetler yaptıkları, bir şeyler taşıdıkları, götürdükleri görülmüştür.sBu yazımın bir tesiri olur mu? Sanmıyorum…Yine de yazmış bulundum. 12 Ocak 2010 Salı