Salı

 

İnsanlar başkalarının diktikleri elbiseleri giydikleri gibi, “hazır” düşünce kalıplarıyla düşünürler. Bir toplumda fikri hür, vicdanı hür milyonda bir kişi çıkmaz.

Aile, toplum, okul, medya, üniversite insanlara inançlarını, düşüncelerini, görüşlerini kazandırır. Önemli olan şudur: Dışarıdan hazır olarak alınan inançların, düşüncelerin, hükümlerin, görüşlerin hak ve doğru olması.

Bunların yanlış, bozuk, sapık olması büyük felâkettir, kişi ve o kişilerden oluşan toplum için. Müslüman bir ülke olan Türkiye’de yaşayan din temsilcilerinin en büyük vazifesi halka doğru, sağlıklı, sahih, temiz inanç, düşünce, görüş, zihniyet kalıpları hazırlayıp sunmaktır.

Din temsilcileri bunu yapmazlarsa vazifelerine ihanet etmiş olurlar ve büyük sorumluluk altında kalırlar. Her Müslüman kendi başına doğruları bulamaz ve formüle edemez. Sıradan bir Müslüman; dindar bir doktor veya mühendis Kur’ân-ı Kerim’i, hadîs kitaplarını eline alacak ve bu iki ana kaynaktan doğru inançları, doğru düşünceleri, doğru görüşleri, doğru hükümleri çıkartacak ve bunları hayata tatbik edecek. Böyle bir şey mümkün değildir. Bütün İslâmî kalıp ve hükümlerin ona hazır olarak verilmesi, onun da bunları kabul etmesi gerekir.

Küfür ve nifak güçleri uzun zamandan beri Müslümanları şaşırtmak, doğru yoldan saptırmak için çalışıyorlar. Din temsilcileri bu saptırma ve şaşırtma cereyanına karşı gereken tedbirleri almakla vazifelidir. Bu memlekette her yıl çeşitli cemaatler, baronlar, gruplar din adına, din hizmetleri için, milyarlarca dolar topluyor. Peki, bu paraların bir kısmı ile yukarıda anlattığım hizmetler, uyarılar, aydınlatmalar yapılıyor mu?

Millî eğitim bizim kontrol ve idaremizde değil… Büyük medya bizim elimizde değil… Üniversitelerde bizim hükmümüz geçmiyor… Ama bütün bu olumsuzluklara ve imkânsızlıklara rağmen önümüzde hâlâ büyük fırsatlar bulunmaktadır.

Ülkenin en büyük, en tesirli yayın organları bizim olmasa bile, paralel ve alternatif imkanlara sahibiz. Bir örnek vereyim: Ehil, vasıflı ve güçlü bir heyet tarafından, hayatın çeşitli konularını ele alan bir

“İslâm Talimatnâmesi”

hazırlatılır, bu metin defalarca kontrol edilir, son şeklini alınca en az bir milyon bastırılır ve halka dağıtılır.

Türkiye çapında bu talimatnâmenin okunması, içindeki bilgilerin öğrenilmesi ve ezberlenmesi sağlanır ve bunların hayata geçirilmesi telkin edilir.

Bu bir hizmettir… Yapılıyor mu? İlle de böyle yapılsın demiyorum. Çare ve çözüm teklif ediyorum.

“100 maddede müslümanın günlük hayat talimatnâmesi”…

Böyle bir kitapçık da çıkartılabilir.

Peygambere gelen vahiy, Mushafta ve sahih hadîs kitaplarında saklı bulunmakla halk bunlardan yararlanamaz. Bir an bile durmadan, hiç ara vermeden, gece gündüz icazetli din alimleri, ihlâslı hizmetkârlar; İslâmî öğretileri, dinin sahih inanç, düşünce, görüş, zihniyet kalıplarını çocuklara, gençliğe, halka, kadınlara öğretmekle yükümlüdür.

Bu bilgeleri halka ulaştırmak, bu yolda gereken hizmetleri yapmak dinimiz temel farzlarından olan emr-i mâruf ve nehy-i münker farîzası cümlesindendir. Cebirle bir şey yapacak durumda değiliz. Öğreterek, sevdirerek, teşvik ederek yönlendirmeliyiz.

İş, ticaret, sanayi, çalışma hayatını tanzim için niçin islâmî bir

Fütüvvet Tâlimatnâmesi

hazırlamıyoruz? Müslümanın günlük yirmi dört saati nasıl geçmelidir? Niçin beş milyon Müslümana birer küçük, zarif, kolay okunur bir

İslamî Görgü Talimatnâmesi

hazırlayıp sunamıyoruz?

Eski Müslümanlar, bir kişi üç gün cami cemaati içinde görülmezse evine gidip ailesine başsağlığında bulunurlarmış… Namaz ve cemaat o kadar mühim görülür ve bunlara o kadar riayet edilirmiş ki, gelmediyse öldü mânâsına alınırmış. Niçin Müslümanlara bir

Namaz ve Cemaat Talimatnâmesi

hazırlanmıyor?

Böyle bir şey Masonların hoşuna gitmezmiş. Masonlar namaza, cemaate karışabilir mi? Bizim dinimiz bize, onların dini onlara… Böyle talimatnâmeler şu veya bu din baronu tarafından uygun görülmezmiş. Bu gibi çalışmalar Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörüye aykırı düşermiş. Papazlar üzülürmüş… Bunlar geçerli ve meşru mazeretler midir?

Ah, mutlaka yapılması gerektiği halde yapılmayan ve yüzüstü bırakılan o kadar hizmet var ki…

Madalyonun İki Yüzü

Hiç savaş olmayacakmış gibi rutin işlerimizi, günlük hayatımızı sürdürelim… Yarın veya kısa zamanda üçüncü dünya savaşı çıkacakmış gibi tedbirli ve hazırlıklı olalım.

İstanbul’da (veya şehrimizde) hiç zelzele olmayacakmış gibi işimize gücümüze bakalım. Yarın olacakmış gibi tedbirli, hazırlıklı olalım, gafil avlanmayalım.

Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya işlerine bakalım, yarın ölecekmiş gibi âhirete dönük olalım.

Madalyonun sadece bir yüzüne bakmayalım, iki yüzünü de görelim.

Her gün ölenler ölüyor… Onlardan ibret alalım, biz de zamanı, vakt-i merhunu gelince öleceğiz. Ölüme hazırlıklı olalım. Büyük ve dehşetli bir yolculuğa çıkacağız, hazırlık yapalım, azık toplayalım.

Gençlik ihtiyarlığa dönüşür. Bugün sağlıklısın, yarın hasta olabilirsin. İklimler değişti, bu yaz çok sıcak ve kurak olacakmış. Susuz kalırsak ne yapacağız?

Boğaz içinde leb-i derya yalı sahibi, zat-ı âlinize soruyorum: Kutuplardaki buzlar eriyince, deniz bir metre yükselecekmiş, o zaman ne yapacaksın? Bir tedbirin var mı?

Ermenistan’da sınırımıza pek yakın nükleer enerji santralı son derece berbat ve demode imiş. Her an bir kaza olabilir, patlayabilirmiş. Bütün Türkiye tehdit altındaymış, radyasyon bizi mahv edebilirmiş. Bu konuda devlet adamlarımız ne düşünüyor, ne gibi tedbirler alıyor? Yoksa alınacak tedbir yok mudur?

Boğaziçindeki gemi trafiği çok artmış. Biri nitrat, ötekisi sıvı gaz yüklü iki tanker çarpışırsa İstanbul feci ve korkunç şekilde yanabilir. Tedbir alan var mı? Madalyonların iki yüzüne birden bakan var mı? 07 Mart 2007